Kabaca söylüyorum, Marksizmden beslenen eleştirel teoriler bunu anlatıyordu. Edward Said'in oryantalizmini, Foucault'un iktidarını konuşuyor, gizlenen gerçeklerden söz etmek istiyorduk. Gençlik hezeyanlarımı anlatıyor değilim, akademi bunu ders olarak öğrencilerine aktarıyordu demek istiyorum.
İnternet çağı meseleyi karıştırdı, çarpıtılmış enformasyonun yayılma potansiyelinin bu derece büyüyeceğini tahmin edemezdik... devletin ideolojik aygıtlarına karşı bir hazırlığımız vardı ama tek tek bireyler eliyle, akıllı telefonlarla üretilmiş sahte içerikleri düşünmemiştik...
O kadar çok yanlış ve çarpıtılmış enformasyona maruz kalıyoruz ki...İnsanlar sorulduğunda bundan şikayetçiler ve dolaşımda olan enformasyona karşı koyu bir güvensizlik hissediyorlar. Ne ki, insanların inanmak istediği bir gerçeklik oluyor, o da üretiliyor ve sıradan insanlar kendilerine takdim edilen, beğendikleri gerçeği (sınamadan ve dikkat etmeden) paylaşarak çoğaltıyorlar. Çünkü insanların algı ve ilgisi çok sınırlı, bu imge ve enformasyon bombardımanı altında yoğunlaşamıyor, neyin doğru olup olmadığını kontrol edemiyorlar.
Sahte içerikler çoğaldıkça, farkına varabileceğimizden çok daha fazla sahte içerik dolaşımda oldukça, doğrunun kabulü de imkansızlaşabiliyor. Deepfake çağı diye boşuna söylenmiyor. Büyük bir güvensizlikle argümanlara ve enformasyona inanmıyorsak... bunun sonuçlarını yaşıyoruz demektir. Bu kadar çok ülkede sağcı partilerin ve popülist siyasetçilerin yönetime gelmesi tesadüf değil...
Keskin ve net ifadeler, otoriter ve dışlayıcı çıkışlar, büyük iddialar neden bu kadar popüler? Çünkü insanlar inanmak, güvenmek, ne olacağını bilmek istiyor, çoğulculukla ya da demokrasiyle (herkesin fikrini söyleyebilmesiyle filan) ilgilenmiyorlar, hatta bizzat bunlara inananların karmaşayı çoğalttığını düşünüyorlar.