İnsanlar hoşlarına gitmeyen örüntüleri diyelim, içine filmleri, şarkıları, romanları ve türlü türlü anlatıları katalım, sanat saymamak hususunda güçlü bir iştah gösteriyorlar. Genel eğilim, aşağılamak-tahkir etmek olduğu için cennet-cehennem dualizmini, iyi-kötü zıtlığını kurarak kötü, vasat ve bayağının karşısına bir merhumu-merhumeyi koyuyorlar. Nihayetinde ölünün arkasından kötü konuşmak pek doğru bulunmadığından korunaklı da galiba veya ölen kişi artık yaşayarak "
herhangi bir yanlış" yapamayacağı için sabitlenmiş oluyor, onu bir raptiye gibi iyi ve güzel olanın, sanatın yanına pıt diye iliştiriyorlar
Doğal olarak bu tür kıyaslamalar derinliksiz bir romantizmdan fazlası olamıyor, olsa olsa insanın günlük kahretme haddini besleyen vesilelerden biri oluyor, daha da kötüsü ancak o kadar oluyor, ertesi gün unutuluyor çünkü... Hayat zor, kahretmek de bir ihtiyaç, baş etmemizi sağlıyor, onca vasat şey arasında ne kadar nitelikli olduğumuzu düşünmek bize iyi geliyor, "
herkes ne kadar salak ve pespaye, çok şükür ben farkındayım" demek istiyoruz...
Gülşen bir şarkıcı, sahne performansıyla öne çıkan bir icracı, sadece sesini dinletmiyor, kendini seyrettirmek de istiyor... Meseleler mutlaka hayat tarzı üzerinden tartışıldığı için onu sevmeyenler, karşısına Neşet Ertaş'ı koyuyorlar, aslına bakarsanız Ertaş yaşadığımız dönemde sanatçı örneği olarak o kadar çok kullanılıyor ki... Tevazuyu, geleneği, kutsiyet atfedilecek güçte kirlenmemiş (muhtemelen aseksüel) bir aşkı, sadakati, melankoliyi, şöhret karşıtlığını, fedakar erkekliği, sabırla beklemeyi temsil ediyor. Popüler bir ikona dönüştüğü için sevme nedenleri günbegün artıyor ve çeşitleniyor, sahipleneni sahiden çok...
Ben de seviyorum, dinliyorum. Hatta, on iki yaşımdayken, Ankara'da Anafartalar caddesinde bir sazcı dükkanında canlı canlı kim olduğunu bilmeden dinlemiştim onu. Kendisi çağırmıştı, gel delikanlı demiş, yanındaki sandalyeye oturtmuştu, üç beş kişi vardı içerde, kulakları çınlasın Mıstık Abi ile birlikteydik, sesinden türküsünden çok, içtiği kalın sarma sigara ilgimi çekmişti, koyu bir dumanı vardı. Türküsünü bitirince galiba rakısını da içmişti, bizim öğlen tatilimiz olduğuna göre gündüz vaktiydi. Dışarı çıktığımızda Mıstık abi, kim olduğunu söyledi, ilk kez duymuştum, hemen aklımdakini, sigarasını sormuştum.
Hayatımda esrarlı sigara içerken gördüğüm ilk insan Neşet Ertaş'tır. What if sorusu soralım, bugünün ebeveynleri, şimdiki zamanın kamusallığı, on iki yaşındaki bir çocuğun yanında esrar içen bir ünlüye ne derdi? İçerken yanıbaşına oturtmasına ne söylerdi? Benim için güzel bir hatıra ama bu durum nasıl yorumlanırdı lütfen bir düşünün... Gülşen için sadece ses icracısı değil demiştim, biliyorsunuz Neşet Ertaş, bizatihi babası Muharrem Ertaş tarafından köçek olarak çocuk yaşta dans ettirilirdi. Babası söyler o oynardı...Sadece sese-söze değil göze de hitap etmek istiyorlardı. Hadi bunu yorumlayalım...
Ertaş'ı azımsamak gibi bir niyetim yok, insanların tartışma biçimi bu yönde geliştiği için bir karşıtlık kurmaya çalıştığım sanılabilir. Oysa değil. Türkan Şoray, masumiyetin, saflığın karinesi olarak hatırlanıyor, kullanılıyor oysa kendi zamanında bir arzu nesnesiydi. Nasrettin Hoca, edeple edebiyatla, kıssadan hisseyle anlatılır, oysa grotesk fıkraları da vardır, karısına-sevdiğine gündelik dilde "emcüğünü siktiğim" diyen biri olduğunu okumak bizi nasıl etkilerdi?
Popüler kültür kahramanlarını sabitlemek mümkün değildir demek istiyorum, siyasi kamusallık daimi bir dikkatle onu tanzim etmeye çalışır ama bir türlü başaramaz, tarifleyemez ve indirgeyemez. Bu kadar değişken bir şeyle başetmek mümkün değildir ve sadece siyasi erkin değil, tek tek insanların aklını karıştırır. Bu kadar çok insanın sevdiği ve sevmediği, izlediği ve "asla" izlemediği ama üstüne konuştuğu örüntüleri tek bir biçimde anlamlandıramazsınız, üzerinde fikir birliği sağlayamazsınız.
Dikkat edilirse, siyasi ve kültürel kamusallık, tek tek sanatçılar, eleştirmenler, takipçiler yeri geldikçe, sıtkı sıyırılırcasına bir sanat tarifi yapıyor, konuşmasına, sevdiği şeylere, geçmişine (ya da o geçmişten ayrıştırarak kendisine) itibar katmaya çalışıyor. Orada da mukayeseler oluyor, işte operadan tiyatrodan, anlaşılır olmaktan, ticari olmamaktan bahsediliyor filan...
Günümüzde sanat ve sanatçı nitelemeleri yapanlar, sanatın ve sanatçıların tarif edilemez ve bir tek şeye indirgenemez bir halde olunduğunun farkında değiller. Popüler ikonlar nasıl tartışılıyorsa öyle tartıştıklarının, ortalamayı yinelediklerini göremiyorlar... Sanat ve sanatçı tarifi yapmak, bana arkaik geliyor, hatta bir pop retorik gibi geliyor. Endüstri devriminden sonra doğan ve yaşayan her sanat, teknolojinin imkanlarıyla çoğalır, piyasa koşullarında yaşar ve çeşitlenir. Bu kadar üreticisi, tüketicisi, piyasası, tarihi, nostaljisi, arkeolojisi, amatör ve profesyonel eleştirisi olan örüntülere sanat değil-sanatçı değil demek bana zaman kaybı geliyor.