Cumartesi, Aralık 06, 2025

Ben

Annemden çıkmış, Anadolu Lisesi sınav başvuru formu...On bir yaşımdayım. Fotoğrafa bakıyorum ve başka birine ait gibi duruyor.  Fotoğraftaki çocuk “ben” değil de hakkında epey şey bildiğim ama pek tanımadığım bir akrabam sanki.

Biyolojik olarak aynıyız ama zihinsel olarak bambaşka birine bakıyorum.  11 yaşındaki Levent’in beyni, alışkanlıkları, korkuları, umutları bambaşka. Ben, o çocuğun devamıyım ama onu o kadar çok kez “yeniden yazdım” ki…  

Şimdiki ben, üzerinden defalarca geçilmiş, eklenmiş, silinmiş, düzeltilmiş bir versiyon. Çocukluk kırılgan bir dönem. İnsanlar genellikle kendini o çocuktan bilinçli olarak ayırmayı tercih ediyormuş: “O, ben değilim; o sadece geçmişte kalmış bir çocuk.” Bu, hem korunma mekanizması hem de büyümenin doğal sonucuymuş.

Hal bu olunca yabancılık hissim tamamen normalmiş; hatta sağlıklı bile sayılırmış… Şunu da biliyorum: fotoğrafa bakıp “bu ben değilim” demem aslında “ben artık o değilim” demek.

Tersi olsaydı, 11 yaşındaki Levent, bugününü görse muhtemelen şaşırırdı. Yazarak yaşayabilmeme muhtemelen sevinirdi. Çok hayalini kurdum çünkü. 

Cuma, Aralık 05, 2025

Magnezyumla teselli

Geçtiğimiz günlerde yenilenmiş paketiyle “P*siflora” ilacını gördüm. Ergenliğimden hatırladığım için nostaljik geldi; eczacıya saçma bir biçimde “aa, bu hâlâ var mıymış?” filan dedim. O da magnezyum ilaçlarıyla rekabet edemediği için eskisi kadar satılmadığını söyledi. “Magnezyum ilaçları uykuyu da kolaylaştırıyor” diye ekleyince ayrıca meraklandım. Magnezyum ilaçlarının “sihirli uyku haplarına” dönüştüğünü, bu kadar popüler olduğunu bilmiyordum.

Magnezyum eksikliği diye bir şey var; kas krampları, uyku kalitesinde bozulma, yorgunluk ve o meşhur anksiyete artışına sebep olduğu söyleniyor. Hal böyleyken magnezyumun “sakinleştirici / kas gevşetici” etkisi yok değil ama bu daha ziyade eksikliği olan kişilerde anlamlı. Özellikle magnezyum seviyesi düşük insanlarda uykuya dalma süresini kısaltabileceği, uyku kalitesini artırabileceği, gece uyanmalarını azaltabileceği kabul ediliyor. Ama normal düzeyde magnezyumu olan birine “sihirli bir uyku” sağlaması "garanti" filan değil.

Uyku denince bilenler çıkacaktır; üç beş yıl önce melatonin çok konuşulurdu. Ben de dizi setinde tanışmıştım. Yoğun çalışıldığı ve uyku saatleri her gün birer ikişer saat kaydığı için, pek çok set çalışanının uyumayı kolaylaştırdığı için melatonin kullandığını söylemişlerdi. Hiç bilmiyordum. Uykuya dalma süresini kısaltıyor, uykuyu derinleştiriyormuş falan filan… Meğerse melatonin yıllarca “uyku takviyesi”nin kralıymış. Çok çok az doz kullanmama rağmen o derin uyku hâli hoşuma gitmedi; gözlerimi acıttı vs. Bir iki kullanım sonrası kestim.

Magnezyum anlaşılan,  melatoninin yerine gelmiş. “Doğal ve zararsız” bir uyku destekçisi sayılmış; vücudun zaten ihtiyaç duyduğu mineral olarak kabul görmüş. Üstelik bağımlılık yapmıyor, uyutamasa bile zarar vermiyor vs. denmiş. Tabii bu algı pazarlamaya da yansıdığı için ortaya kırk çeşit magnezyum ilacı çıkmış. “Uykuya, strese, kulunçlara, basura ilaçççç magnizzzyum” olmuş.

Kendisini optimize ettiğini zanneden orta sınıf, bunu başarabilmek bir sürü tırıvırı şey (bitkisel çay, meditasyon, mavi ışık filtresi vs) yapıyordu; yetmezmiş gibi aralarına akşam saat on gibi içilen magnezyumu da eklemiş. Magnezyum “basit mineral” statüsünden çıkarak, uyku vaat eden, stres azaltan bir wellness ürünü olmuş durumda. Eczacımın dediğine göre müşteriler en çok “hangi magnezyum daha iyi uyutuyor”u tartışıyormuş… 

Kimse “niye uyuyamıyoruz?” demiyor.

Mesai uzuyor, ekran süresi uzuyor, şehir gürültüsü artıyor, ekonomik kaygı kronikleşiyor, bildirimler hiçbir zaman susmuyor. Sonra bu bozulmuş uykuya “kişisel problem” muamelesi yapılıyor: Uyku hijyenin kötü, gece rutinin eksik, kendine iyi bakmıyorsun, optimize edemiyorsun.

Kapitalizm sorunu çözmüyor, biliyorsunuz, bize sorunlarımızla birlikte yaşayabileceğimiz araçlar satıyor. Bir süre sonra uyku, biyolojik bir ihtiyaç olmaktan çıkıp bir performans alanına dönüşüyor: İyi uyuyan “başarıyor”, kötü uyuyan “yapamıyor”. Gece uyuyamazsak mutlaka kendimizi suçluyoruz: “Demek ki rutinimi yeterince düzgün kuramadım, takviyelerimi doğru seçemedim.”

Magnezyumu da şeytanlaştırmaya gerek yok, biyolojik gerçeklik var. Gerçekten eksikliği olan, kronik hastalığı olan, ilaç kullanan, yeme düzeni bozuk pek çok kişi için faydalı olabilecek bir takviye. Mesele, bu mineralin etrafında örülen pazarlama hikâyesi. Bir süre sonra magnezyum hapı, şu sorunun etrafına örülmüş bir teselli nesnesine dönüşüyor çünkü: “Bu hayat tarzı sürdürülebilir değil, ama ben yine de sabah kalkıp işe gidebilmeliyim.” Hapı yuttuğunda aslında sadece magnezyumu değil, bu uzlaşmayı da yutmuş oluyorsun. Uykusuzluğun yapısal nedeni mıh gibi yerinde dururken, senin üzerine bir de kişisel başarısızlık hissi boca ediliyor.


Perşembe, Aralık 04, 2025

Dumanlı from İstanbul


İki günlüğüne birazcık iş görüşmeleri daha çok da hava değişikliği için İstanbul'daydım. Senaryo işleri dışında Orion stüdyolarını gezme imkanım oldu, fotoğraflar oradan. Bana anlatılanları dinlerken fonda değişen görseller eşliğinde çekilmiş fotoğraflar hepsi... Malum, teknolojik gelişmeleri takip etmeyi seviyorum. İlginç, ilham verici ve merak uyandırıcı şeyler gördüm, insan ister istemez ben ne yapabilirim diye düşünüyor. 

Yorumlar

Cemal Nadir

Şevki (Çankaya)

Necmi Rıza

Kemal Aratan
Hatırlayanlar olabilir, yapay zekâ mecrasıyla uğraşırken en çok global popüler kültürün işleyişini görmeye çalışıyorum. Zamana bağlı değişiklikler ve global bir denge tutturmanın zorlukları ilgimi çekiyor. Nihayetinde teknolojik gelişme, etik ve yerel hukuğun önünde gelişerek, firmalara global ölçekli kurallar koyma zorunluğu getirdi. Bir tür sansür kurulu işlevi görmeye başladılar. Örneğin çoğu kapak mevcut özen etiği ve kurallar gereği çizilemiyor, yazmıştım.

Mizah dergilerinin hafifliğiyle yağlıboya tablonun “ciddi” statüsü çarpıştığında ne tam nostalji, ne tam parodi olan ilginç bir şey çıkıyor Daha çok, o eski esprilerin altındaki sınıf, cinsiyet ve iktidar ilişkilerini bugünün gözüyle yeniden okumak gibi bir şeye varıyor.

Karikatürü gerçekçileştirmek genellikle rahatsız edicidir. Benim aradığım, iyi bir mizahın yapması gereken şeyi, resim üstlenebilir mi sorusunu sormaktı. Komiklik algısı o yönde gelişmediği için pek başarılı olmuyor bana kalırsa. Bunu burada paylaştığım örnekler üzerinden değil, yaptığım otuza yakın yorum üzerinden söylüyorum.

Çarşamba, Aralık 03, 2025

Deep Education


 

Sabah Duası (2)

Kaptan’ın seyrek defteri. Dipçiksever. Damda akan su. Pinhani’ye ağlayan bilirobeni. Başı bağlı kader mahkûmu. Neler neler yaşamış. Anlatsa filim olur. Tereddüt tam tekmil kafasını s*kiyor. Migren mitingi, beyne polis saldırısı, ağrılar ağrılar. Allah seni kahretsin dünya hırlaması. Aya bak yıldıza bak, kız dön bir bana bak. İki yıl geçti yüzümden seni görmediğimden Allahsız. 

Salı, Aralık 02, 2025

Barnum etkisi

Sosyal medyada bu tür paylaşımlarla hepimiz karşılaşıyoruz; bazen iştahla okuyoruz, bazen de göz ucuyla bakıp geçiyoruz. İlgi görmese bu kadar yaygınlaşamazlar. Çünkü dertleri bize çok basit anlatıyorlar, yaşadıklarımıza kişisel bir anlam yüklememizi sağlıyorlar.

Oysa reel tıp ve psikoloji literatürü, sıradan bir okurun rahatça kavrayamayacağı kadar karmaşık. Üstelik her birimiz farklı genetik kodlara, farklı hormon dengelerine sahibiz. Farklı sınıfsal koşullarda yaşıyoruz, farklı travmalarla yüzleşiyoruz. Bu gerçeklik çok katmanlı ve yorucu.

Buna karşılık bu tür metinler, üç dört sözcükle meseleyi “çözüyor”: “Şu hastalık işte şu duygu”. Akılda kalıyor, paylaşması kolay ve anlamakta zorlandığımız dünyaya karşı bize cep kitabı boyutunda bir kılavuzluk sunuyor.

Galiba asıl önemlisi, sıkıntılarımızla ilgili bir kontrol yanılsaması üretmeleri. “Eğer hastalıklarım duygularımla bağlantılıysa, demek ki düzeltme şansım var” hissi veriyorlar. Hal böyle olunca, genetikle, ekonomiyle, çalışma koşullarıyla, hayata dair rastlantılarla uğraşmaktan çok daha kolay ve katlanılır bir tablo çıkıyor karşımıza.

Bir de işin sağlık sistemi tarafı var. Beş dakikalık muayene, ezbere yazılan ilaçlar, kimsenin kimseyi gerçekten dinlememesi insanları ruhen hırpalıyor. Bu zeminde, “beden ile ruhu birlikte okuyoruz” iddiasıyla sahneye çıkan listeler cazip görünüyor. Elbette eylemlerimizin psikosomatik boyutları yok değil; var. Ama karşımıza çıkan şey, bu ilişkinin karikatüre indirgenmiş hali.

Verilen mesaj kabaca şöyle: “Başına gelenlerin bir anlamı var, düşüncelerini değiştir, hastalığın geçsin.” İnsanın içinden "oldu canım, hemen değiştiriyorum" demek geliyor. Böylece çalışma koşulları, çevre kirliliği, yoksulluk, sağlık politikaları buharlaşıyor. Hem “yanlış düşüncelerim” yüzünden suçlanıyorum, hem de bana bunun üzerine bir “çözüm” satılıyor.

Psikosomatik tıp diye bir alan var ve kimse onu konuşmuyor; onun yerine burç yorumlarını andıran, yarı mistik yarı pop-psikolojik ahkâm kesmeler dolduruyor ortalığı. Ucu açık, yuvarlak cümleler okuyoruz: Çok kişiselmiş gibi görünen ama aslında herkese uyabilecek kadar geniş ifadelerle dolu metinler.

Psikolojide bu durumu çok iyi anlatan matrak bir deney vardır. Öğrencilere aynı kişilik analizi metni verilir, ama her birine “bu sana özel hazırlandı” denir. Sınıfın büyük çoğunluğu metni okuyup “beni çok iyi anlatıyor” der. Öğrenciler kendilerine uyan kısımları seçer, gerisini görmezden gelir ve “Vay be, nasıl da bildi!” diye etkilenirler. Genel lafları kişisel kehanet sanma eğilimi tam olarak budur.

Amerikalılar buna Barnum etkisi diyor. Adını da 19. yüzyılda yaşamış ünlü madrabaz P. T. Barnum’dan aldığı söylenir. Ona atfedilen meşhur cümle malum: “Her dakika bir enayi doğuyor.” Bu tür listelerin popülerliği, biraz da bu cümlenin hâlâ ne kadar çalıştığını gösteriyor.
Related Posts with Thumbnails