Ben şuna takıldım ve espri olarak gülümsedim, Ruslar Antalya'yı biliyor ama Antalya'nın hangi ülkede olduğunu bilmiyorlarmış, duyunca şaşırmadım çünkü Almanların Alanya'yı bildiğini ama Alanya'nın hangi ülkede olduğunu bilmediklerine bizzat şahit olmuştum.
Cuma, Kasım 22, 2024
Harita
Perşembe, Kasım 21, 2024
Kâmıran
Çarşamba, Kasım 20, 2024
Sahnenin seyircileri
Salı, Kasım 19, 2024
Elit
[Celal Kazdağlı, Demirel’in Liderlik Sırları, Beyaz Yayınları, İstanbul 1999.]
Pazartesi, Kasım 18, 2024
Aşkın göz yaşları
Pazar, Kasım 17, 2024
Kararsızlık felsefesi (!)
Pragmatiklerin hayatın içinde derlenip savrulan, sonra yeniden toparlanan bir tarafları vardır, işlevselliğe dikkat kesilirler... Herhangi bir seçimin "doğru" ya da "yanlış" olması, onun ne kadar işlevsel olduğuna bağlıdır. Eğer o seçim bir çıkmazı aşmak için işlevselse, o zaman "doğrudur". Güce tapmayı da buradan anlayabiliriz, dahil olmayı da, susmayı da...
Diğer yandan, çoğunluğun karşısında azınlık olduğunuzun farkındaysanız, görüşlerinizin hakim olamayacağını biliyorsanız dikkatli davranırsınız, e bu da bir tür pragmatizmdir, hayatınızı kolaylaştırabilir... Pragmatizm, malum, siyaseten eleştirilir, kısa vadeli çıkarlar üstüne yoğunlaştığı, derinleşemediği (günü kurtardığı), değerleri ilkesizleştirdiği söylenir. Doğru değil diyemiyorum ama hayatın işleyişi bakımından tabii sınıfların böyle yaşamak zorunda kaldığını düşünüyorum. Pragmatizm bütünüyle olumsuzlanamaz . Esneklik, toplumsal iyileşme adına pratiklik de içerir çünkü.
Benim her defasında yeniden karar vermek dediğim, tartışmacı kararsızlık, bitimsiz bir karar alma süreci de bir tür pragmatizm içeriyor ama bütününü kapsamıyor. Özgür iradeyle ilgili kararsızlıktan söz ediyorum daha çok...Yolun net olmadığı, her kararın bir tür özgürlük ve insan olma deneyimi sunduğu bir şeyden söz ediyorum arzederim.
Cumartesi, Kasım 16, 2024
Kafa karışıklığının güzelliği
Cuma günleri sosyal medyada bir hareketlilik oluyor, bir kısmı gerçekten komik olabilen "hedü hedü ve hedü, hayırlı cumalar" türünden vecizeler paylaşılıyor, az önce birini gördüm mesela "tozlu gören camını silsin, hayırlı cumalar" denmiş...Yol değil senin camın kirli canım kardeşim, deniyor gibi gelmesin, insanlar kafiyeye, tafraya gülümsüyor.
Dünya sahiden kaotik bir yer, hayat çözülemeyen karmaşalarla dolu... Aklı başında insanlar, feylesoflar, siyasetçiler, gazeteciler, terapistler, sanatçılar bu kaosu anlatmak-resmetmek-kullanmak istiyorlar, bu kadarla kalmıyor, onları izleyenler de tartışılmaz bir netlikte rahatlatıcı bir cevap talep ediyorlar.
Yeryüzünün kadim hikayelerini hatırlayalım, tekrar eden, benzeyen, öğretmeye ve yön göstermeye çalışan anlatılarından söz ediyorum. Hikayelerin kahramanları, bir nedenden ötürü karar almak zorunda kalırlar, kafaları çok karışıktır, tahkiye iyiyse bizi öyle bir yere getirir ki, onun çıkışsızlığını biz de yaşamaya başlarız.
Kahraman, geri dönülmesi mümkün olmayan bir yerdedir, tam o anda bir karar verir. O karar, o sebeple sahici bir karardır... Ne yapılması gerektiğini bilmenin mümkün olmadığı bir noktada karar vermiştir, karar verme zorunluluğu içinde karar vermiştir...
Yani, "yol temiz-cam kirli" bir karar değil, uygulamadır, ne yapılması gerektiği bellidir, herhangi bir kafa karışıklığı içermiyordur. Öğrencilik, hocalık, dindarlık, terapistlik, devrimcilik ya da neysek, ne yapıyorsak, o ezbere kapıldığımızda mekanikleşiriz, "programa" teslim ederiz aklımızı...
Cuma, Kasım 15, 2024
O havanın...
Popüler olanı konuşuyoruz, hepimiz az ya da çok etkileşim bağımlısıyız. Yeni olan bir film, bir dizi, bir şarkı, bir tartışmayı irdelemeyi, sallamayı, küçümsemeyi, anlam katmayı ya da anlamsızlaştırmayı seviyoruz. Överken ya da azımsarken kendimize itibar katmak istiyoruz.
İki satır kendimden söz edeyim, öyle ya da böyle, yazarak geçiniyorum. Sanatın, edebiyatın, senaryonun ya da yazdığım doktora tezimin son kertede hayat karşısında yetersiz kalacağını daha en baştan kabul etmiştim. Senaryo işinde ne yaparsam yapayım, mainstream içinde yazdığımı biliyordum, hissettiğim edebi tiksintiye karşı hayal ettiğim edebi arzuyla mücadele etmem gerektiğini de biliyordum.
Bunu bir akademisyen, editör ve yazar olarak elbette biliyor ve yaşıyordum. Ama ne akademi ne de edebiyat, popüler kültürün merkezinde değiller. Böyle bir sürükleyici etkileri yok. Popüler olanı etkileyen çok şey var...dışarısı ve içerisi ister istemez farklılar.
Popüler kültür üretimlerine dikkatle bakarsanız, neyin neden sevildiğini veya sevilmediğini anlayabilmenin pek mümkün olmadığını anlarsınız. Kendisi sevdiği ya da sevmediği için kestirip atan münekkit çok ama durum sahiden o kadar kesin çözülemiyor.
Popüler olan, çok konuşulduğu için elbette, ürettiği like-unlike çeşitliliği say say bitmez ölçüsünde. Dizi sorulmuştu bana, o dizi "hiç beğenilmemiş" olabilir ama buna rağmen çok seyredilmiş olabilir. Veya çok beğenilen dizi o sonuna kadar seyredilmemesi de mümkün. Üstelik, o dizinin beğenip beğenilmediğini seyirci yorumlarından çıkartıyorsak eğer, manipüle edilmiş bir kamusallığın içinde üretilen yorumlar olduğunu da hatırda tutmamız gerekiyor.
Perşembe, Kasım 14, 2024
Yavuz
Çarşamba, Kasım 13, 2024
Çizgilere Derkenar 39
Salı, Kasım 12, 2024
Romantik
Altmışlı yıllardan başından itibaren, yani bizdeki çizgi romanın satış ve çeşitlilik bakımından altın yıllarında, genç kadınlar için aşk ve romantizm temalı yayınlar çıkmaya başlıyor. Bizden söz ettim ama çizgi romanın endüstri olduğu her yerde benzer bir değişim yaşanıyor, global bir etki olarak bize de sirayet ediyor...
Niye o yıllar diye sorulursa eğer...Bizde yeni anayasanın özgürleştirici etkisi ve siyasi iyimserlik, karayollarının gelişmesi, matbaa teknolojilerinin değişimi, ülke çapında satılan yayınların maddi getirisini filan sayabiliriz. Okur çoğalıyor, pazar büyüyor, çeşitlilik ihtiyacı hasıl oluyor diyelim.
Dünyada ise kadın hareketinin yükselişine ve 68'in radikalliğine bağlı bir dönüşüm var. Kadınlar sadece gündelik hayatta değil çizgi romanlarda bile aktifleşiyor ve daha çok görünür oluyorlar. Sadece "kaçırılan kadın", "sevgilisini kıskanan kadın" veya "erkek kahraman için rekabet eden kadın" klişesi olmaktan sıyırılıyorlar.
Romantik çizgi roman dergileriin bizdeki en ünlü örneği ve en uzun ömürlüsü Tina'dır, onun kadar olmasa da Çiğdem akla gelir...Bu Romantik ise Amerikan menşeli imiş, Tina ve Çiğdem Britanya kökenli işlerden oluşuyordu. Romantik'te Stan Lee senaryoları, Conan'dan bildiğimiz John Buscema çizgileri filan varmış, o bakımdan ilginçmiş, onların ilk işlerini Romantik'te okumuşuz-görmüşüz meğer... Tek duyguya indirgenmiş, seviyor-sevmiyor ekseninde yaşayan kadınların kahramanı olduğu (bugün için arkaik kalan) mutlu son'lu kısa aşk hikayeleri okuyoruz. Dergiyi bu yoğunlukta görmemiştim, hoşuma gitti.
Pazartesi, Kasım 11, 2024
Konuşturan fotoğraf familyasından
Pazar, Kasım 10, 2024
Hep şiir hep şiir
Suut Kemal, Türk Dili dergisine gelen yazılardaki şiir çokluğuna bakıp hayıflanırmış... "Hep şiir, hep şiir"... Şimdi ne kadardır bilmiyorum ama ben gençken "şair nüfusu" sahiden çoktu, eski dergilere bakıyorum, daha eskiden daha da çokmuş... İnsan bu çokluğu anlamlandırmak istiyor.
Bu çokluk, sadece şiir sevgisiyle-edebiyat tutkusuyla açıklanamaz gibi geliyor bana... Bir arkadaşım, bu çokluğu patolojik ve patetik bulur, bu topraklarda yaşayan insanların kavramsal düşünememesine bağlardı. Abartıyorsun canım benim derdim ona, buraya da yazmış olayım, kendine çeki düzen versin.
Hatıratlara bakarsak eğer, polis memurundan ka'vedeki arkaşa varıncaya kadar halkımız şiirle uğraşanları "solcu" sayarmış, e diyecekseniz bu kadar solcu var mı? Yok.
Şair çokluğuyla solcu azlığını aynı kefede şey etmek doğru olmayabilir, son sözüm bu...
Not1: Sana ne lan Genco!
Not2: Barda şiir okuyan şair bizden değildir demeyeceğim, ben tanışmayayım yeter...
Cumartesi, Kasım 09, 2024
İnstoş
Nerde okuduğumu hatırlamıyorum ama instagram kapatıldığı sırada hissettiklerini anlatan bir genç, mealen söylüyorum, "yaşadıklarımı anlatmak değil göstermek istiyorum" demişti. Görsel içeriğin yazıdan daha etkili olduğu bir hayatın içindeyiz, o bakımdan ifadesi yaşanan zamanı doğru niteliyordu... İnstagram gibi bir mecrayı anlamıyor değilim, çok kullanılıyor çünkü hepimiz onaylanmak ve takdir edilmeye ihtiyaç duyuyoruz, ilişki kurmak istiyoruz, yaşadığımızı göstermek, hatıralarımızı kayıt altına almak ve saire...
Ne ki bir de fomo diye bir hissiyat var, "bir şeylerden geri kalma" korkusu (fear of missing out) diye çevriliyormuş, olup bitenlerin uzağında-gerisinde kalma endişesi olarak özetlenebilir. Moda olanı izlemek, en çok yapılanı yapmak gibi gibi... Instagram'da olmam gerektiğinin söylenmesi, tam da böyle bir şey aslında... Yaygınlaştırılan ve normalleştirilen bir endişe bu, kimseye garip gelmiyor... Orada olmazsam kaybedebilirim (!)...
Böyle bir hissiyat karşısında düşünmek, kendimi ve geleceğimi tartmak durumunda kalıyorum. Fomo bitimsiz bir izleme ve karşılaştırma üretmemize neden oluyor, izolasyondan korkuyoruz, bu bizi sürekli izlemeye, popüler tepkilerin ne olduğunu anlamaya itiyor. Kaygı üretici-zorlayıcı bir durum bu...
Bununla nasıl başa çıkılır çok bilmiyorum, genellikle djital detokstan söz ediliyor, sosyal medyayı az kullanmak filan öneriliyor... Olup bitenlere farkındalıkla ve kabul ederek bakabilmek de bir yol olabilir gibi geliyor bana...
Pek çok insan, bana İstanbul'da yaşamam gerektiğini söyledi yıllarca, içime sinmediğinden hiç yanaşmadım, kapitalizme bu denli yakın yaşamamayı tercih ettim hep... Doğru olan, yapılan işin hakkını vermek ve anlamlı ilişkiler kurabilmek gibi geldi bana... Instoş ile İstanbul'u aynı cümlede boşa kullanmıyorum, arz ederim.
Cuma, Kasım 08, 2024
Soyadı
Perşembe, Kasım 07, 2024
Son Okuduklarım 97
Çarşamba, Kasım 06, 2024
Kültablası
Trendyol'da böyle bir şey satılıyor. Aramızda konuşsak, eskisi gibi değil, çok değişti, yaygın biçimde kritize ediliyor, akademide mizojini hakkında çalışmalar yapılıyor, feminizmin popülerliği, kadın hareketinin yükselişi, genç aktivistlerin dinamizmi şu bu deriz ama, satılıyor işte.
Salı, Kasım 05, 2024
Münir Özkul'un saati
Yazıda iki şey ilgimi çekti, ilki bana bir şey hatırlattı, en az çeyrek asır önce eski bir yönetmenle konuşuyordum, çalışırken başına gelenleri anlatıyordu, bir grup oyuncu ve sanatçıyı kastederek "Bakırköylüler, beni aralarına almadılar, yok saydılar" filan diyerek saydırdıkça saydırmıştı. Malumunuz, itibarla ilgili rekabetin olduğu mecralarda gıybet çok olur... Gel gör ki, ben hem Ankaralıyım hem de teotora cemiyetinde kim kimdir pek bilmem... O sebeple çok anlamamış ve "deşecek" sorular sormamıştım.
Yazıyı okurken öğrendim ki Özkul, Bakırköylüymüş... Önemli mi bilmiyorum...
İkincisi tatlı bir espiriymiş, "Ölmek için yarım saatiniz kaldığını bilseniz ne yapardınız" diye tek soruluk bir anket varmış, Özkul "saatimi satardım" cevabını vermiş zamanında, onu da paylaşmışlar.
Pazartesi, Kasım 04, 2024
Hacivatın Karısı
Pazar, Kasım 03, 2024
Kesik Baş
Cumartesi, Kasım 02, 2024
Bak bir varmış bir yokmuş
Cuma, Kasım 01, 2024
Son Okuduklarım 96
Perşembe, Ekim 31, 2024
Fark
Çarşamba, Ekim 30, 2024
Ormana kaçmak
Sonraları fark ettim, sıcak bana göre değil... Denizi ve yüzmeyi seviyorum ama sıcak kıyılarla aram yok.
Çok değil beş altı yıl önce kalabalık bulduğum için kaçtığımı sanıyordum, artık öyle olmadığını, o sıcağın beni daralttığını daha iyi anlıyorum. Güneşten sakınarak, gölgelerden giderek yürümek, klimaların göğsümde yarattığı "baskıdan" bunalmak filan... ıhh...
Bir gün "emekli" olduğumda sahil kenarına değil, bir ormana, bir ormanın kıyısına sığınacağım... diyorum. Üst üste iki arkadaşım, "sen Ankara'dan ayrılamazsın" filan dedi, bir başkası bu "kıpırdamama" halinin psikolojideki adını söyledim filan. Bilemiyorum.
Ormana geri dönelim...
On iki ya da on üç yaşımdayken Kemer'de kıyıya yakın bir şeritte yürüyerek ağacı bol yeşil bir dağa tırmanmıştık, ağustos ayıydı, tırmandıkça sıcaklık artıyordu, dağdaki ağaçların türünden olabilir sanki gölgesi yoktu ormanın...O zaman ilginç gelmişti, Akdeniz ormanları bildiğim ormanlar gibi değildi... Sıcak kere sıcaktı. Benim bildiklerimde yukarı çıktıkça hava soğurdu, üşürdünüz.
Çocuksunuz, basit bir mantıkla ayrıştırıyor, anladığınızı da abartıyorsunuz, en az kırk yıldır, ormana ve ağaca duyduğum dikkatle olabilir, Akdeniz'deki Ege'deki yangınlarda o cayır cayır sıcağın en önemli fail olduğuna inanırım.
Pek çok insana saçma gelecek, hiç olur mu dedirtecek bir kıyaslama yapayım, Ankara'da İzmir'den daha çok ağaç veya orman var. Dileyen araştırabilir. Yangınlarla ve turizm mafyası eliyle oralarda ormanlar günbegün azalıyor. Buralarda ise hem çok dikiliyor, üstelik hava ağaca daha uygun bir serinlikte büyüyor ya da büyür oldu. Küresel ısınmanın sonuçları diyelim, mevsimler ve iklim haritaları değişiyor.
Malum, orta sınıf, sahil kenarında bahçeli bir ev hayali kuruyor, küresel ısınma bunu da değiştirecek... bu da yazının kehaneti olsun, şuraya bir ünlem işareti bırakayım.
Salı, Ekim 29, 2024
Pazartesi, Ekim 28, 2024
Çizgi roman sohbeti
Şu soruyla sık karşılaşıyorum, "çizgi roman ölüyor mu?" veya ne yapmalı da çizgi roman "ölmekten kurtulur?". Niye ölsün diye başlıyorum cevabıma, bu bir anlatım biçimi, derdini ve hikayesini anlatmak isteyenler "kıyamete kadar" çizgi romanı bir araç olarak kullanmayı sürdürecekler...Üstelik, diyelim bugün bir şey oldu ve hiç üretilmeyecek bile olsa yüzbinlerce okunacak çizgi roman var, okuyabiliriz. Çocukluğumuza ve kaybolup giden bir sanata "hadi gel" birlikte ağıt yakalım canım benim demek istiyorlar sanki. Üzerinde hemfikir olacağımız, uzlaşabileceğimiz bir çocukluk hatırası da yok ayrıca... Aynı mahallede bile büyüsek, hepimiz başka yerinden hatırlıyoruz olup bitenleri...
Yok, endüstriyel bir sorunsa, o benim sorunum değil... Örümcek Adam'ın satıp satmaması benim derdim olamaz. Hadi diyelim ben "tarihçisiyim", endüstrinin gelişimini izlerim, kayıt altına alırım ama bir şeye ah vah edeceksem, tek başına iş üreten bir grafik romancının hayal kırıklığına daha fazla üzülürüm... Yok, üreticisi olarak bana soruluyorsa, hikaye anlatmak için her zaman bir yol bulurum, buldum da...(...) Siz bunlara kapılmayın, üretirseniz, üretmeyi bırakmazsanız mutlaka karşılığını alırsınız. bakmayın siz, pozunu çok yapıyorlar, çalışmak kolay değil, onu pek yapmıyoruz.
Y e n i ü r e t i c i l e r
Elbette, üreticisi sayısında bir azalma var, yetenekli insanların para kazanabileceği yeni araçlar var çünkü.... veya çocuklar için çizgi roman artık temel bir eğlence değil... çocuklar eskisi kadar çok "çizgi romancı" olmak istemiyorlar. Üretici sayısının azalması "sanat" olarak itibarı düşüren bir neden olamaz ama...
P o p ü l e r k ü l t ü r i ç i n d e
(...) Çizgi roman, popüler kültürün bir parçasıydı, artık eskisi kadar değil... bir tarihi ve folkloru var ama...bu gücünü mazisinden alıyor... Yeni bir ikon üretebilmesi imkansız... Hikayeler evreninde dijital platformlar, televizyon ve sinemanın yanında... etkiden konuştuğumuz için söylüyorum, esamisi okunamaz. Çizgi romanlar bin ya da bin beş yüz basılıyor, altı yüz adet basılanlar bile var artık. Sinema etkisiyle altı yedi bin satılan yabancı çizgi romanlar varmış. On beş bin satsa ne olur ki... 1970'lerde kırk bin satan dergiler az satılıyor diye kapanırdı. Mizah dergilerimizin hepsini toplasak yirmi bin satılıyor mu emin değilim, sanmıyorum. Bir etkileri var ama telife dönüşebilecek bir etki değil bu... Rağbet olmazsa telif de olmuyor, konuşulmuyor da... İnsanlar, sorarsanız popüler olanı eleştirirler ama döner dolaşır, konuşulur olanı konuşmak isterler...
O r i j i n a l l e r
(....) çizgi romanın eskisi gibi üretilmiyor, bilgisayar daha fazla işin içinde ama çizim sayfalarının koleksiyon ve sergi değeri yükseldi... İnsanlar tek ve biricik olan orijinal sayfayı satın alıyorlar... Yani geleneksel olan bitmez ve parayla olan ilişkisi nedeniyle değerli olmayı sürdürür. Sırf bu satış için sınırlı sayıda sayfa geleneksel olarak da çiziliyor. (...)
N o s t a l j i
(...) Dünya kadar insan halen üretiyor, sen çocukken okumuşsun, şimdi yaşlı adam gibi, nostaljiyle bize bir maziden bahsedip "bitti bu iş" filan diyorsun... Üretenlere saygısızlık filan demeyeceğim, senin beğenin veya seninle aynı fikirde olanların beğenisi... çizgi roman için bir ölçüt olamaz. Çok şükür olamaz. Dünya kadar farklı anlayış var bu işin içinde. Sen okumuyorsun diye okunmuyor diye düşünmek nasıl bir mantık anlamıyorum. (...) bakın bu da aynı şey, eskisi gibi çizilmiyor demek, eskisi gibi yazılmıyor demek... elli yıl önceki hikayelerle ilerlemek mümkün değil ki... akıl hala çocuklukta... sen o çizgi romanı okurken annen içerden gelip "dersine çalışsana evladım" diyecek sanıyorlar. (...) Popüler kültürün işleyişini düşünün, yeni gelmesi lazım bize, nostalji deniyor ya, o da revize edilen ve güne uyarlanan bir şeydir, nostalji dahi güne uyarlanmazsa yaşayamaz.
G r a f i k R o m a n
(...) Grafik roman, yeni bir yön, çizgi roman için yeni bir anlatım biçimi... Edebiyata yakın bir dili var, bu bence çizgi romanın dergiden kitap formatına geçmesiyle de ilgili işlevsel bir yenilik... Biz çok farkında değiliz ama Batı Avrupa'da feministler grafik romanı tür olarak çok sahiplendiler, bir ifade ve tepki aracı olarak sahiden iyi kullanıyorlar (...) Hayır, karıştırılıyor, İngilizcesiyle biri comics diğeri graphic novel... bizse o Amerikan icadının milli şuurumuza tehlike yaratmasını istemediğimizden, onu ta en baştan edebiyata-romana yaklaştırmak istemiş, benzetmiş, iliştirmişiz... yani biz çizgi roman derken, daha öncesinde resimli roman derken "comics" demek istiyoruz...
U n d e r g r o u n d
Underground çizgi roman da tür olarak bir alternatifti... ve bence bizim çizgi romanımızın bu konuda da bir geçmişi vardı. Ama muhafazakar bir dönemdeyiz, nasıl desem, sahaflarda içki masası resimleri çok satıyor, neden çünkü, kaybolur gibi oldu, büyük şehirler dışında içkili lokantalar yok oldular. Mevcut sansür koşulları nedeniyle diyelim Lombak tarzı öyküleri yeniden görebilmek artık o kadar kolay değil... Politically correct de değil... (...)
M i n i m a l i ş l e r
(...) Öngörüde bulunmak zor, içinde bulunduğumuz kültürel iklim, insanların otobiyografik hikayeler anlatmasını teşvik etmiyor, siyaseten hep bir "ağır" şey oluyor ve tepki veriyoruz,vermek zorunda kalıyoruz, hep daha büyük bir mesele var, kendimizi kolay ifade edemiyoruz. Yani bu hengamede minimal işlerin çıkması çok zor...daha bağıran hikayeler olur ama...oluyor da zaten...
E s k i l e r
(...) Kim ilginçti, hep söylüyorum aslında... Engin Ergönültaş ilginçti, İlban Ertem hakeza... Suat Gönülay yine öyleydi...Üçü de çok güzel hikayeler bıraktılar bize... Ben nasıl desem, bu konularda bir oburum, ararım, eskilere bakıyorum, bir kaç ay önce Suavi Süalp topladım, okudum, biraz dönem ruhuna bakmaya çalışıyorum... Galiba diyorum, senaryo işlerim bittikten sonra yazacaklarımı istifliyorum.
S e n a r y o i ş l e r i m
(...) Benim çizgi romanla ilgim, kitaplarım, grafik romanlarım filan senaryo işlerimde bana bir öncelik, bana bir kolaylık filan sağlamadı. Editörlüğüm veya akademisyenliğim de öyle... Başka başka çevreler bunlar... Yüksek bir rekabet var, senaryoya bakıyorlar, piyasa ölçüleriyle iyiyse, ilginçse, uygunsa seninle ilgileniyorlar. Yani ben editörmüşüm, kitaplarım varmış falan bunlar laftır, sahiden kimse ilgilenmez, kimse geçmişe bakmaz, çoğu insan yaptığım herhangi bir işi okumuş değildir. Hadi takdir edildim ve itibar gördüm diyelim, dün yok ki, aslolan bugün ve işin kendisi... yeniden ve yeniden bir kavga veriyorsunuz.
[2019 yılında Hacettepe ve Başkent Üniversitesinde yaptığım konuşmalardan, kayıtları deşifre eden Deniz'e (K. Yiğit) teşekkürler. Metni konuşma havasını bozmadan küçük düzeltmeler yaptım ve ara başlıklar ekledim]