Çizgi roman, en azından başlangıçta, gazete patronlarının
satışları artırmak için icat ettiği bir anlatım biçimiydi… Çizilenlere bakarak hemen
anlaşılabilecek, derinlemesine bir okuryazarlık gerektirmeyecek bir anlatım
biçimi düşünülmüş, mizah ile karikatürün sevimli yönünü harmanlayarak,
birbirini izleyen resimlerle anlatılan bir tefrikacılığa başlanmıştı. Renkli
resimlerle tam sayfa yayımlanan ve satışları artıran yeni “medium”a karikatür ve
mizah ilişkisinden hareketle neşeli (ve komik) bir isim seçilmiş, “comics” denmişti…
Bunları niye anlattım? Her anlatım aracının bir başlangıcı vardır ve o evrede
kazanılan karakteristik, o mecranın ömrünü ve geleceğini belirler.
Çizgi romanlar, gazetelerin manşet ve sansasyon
mantığıyla olağanüstü hikayeler anlatan, herkes tarafından kolaylıkla
anlaşılabilen basit, komik, heyecanlı, sürükleyici tahkiyelerle varoldular. O
sebeple en çok da çocukların ilgisini çektiler. Çocuksu mu yoksa naif mi demeli,
bu hikâye mantığı, başarılı oldukça çizgi romanı büyüyen bir endüstriye dönüştürdü
ve Amerika’dan tüm dünyaya yayıldı. Endüstri vurgusunu boşa söylemedim, siz,
sahiden büyük paralar kazanan, bir piyasa oluşturabilen global bir anlatım
aracı yaratırsanız, pazarlanan o ürünün dikkatle korunması, siyaseten ve
ticareten “doğru” olması, çocuklar kadar ebeveynlerin beğenisini kazanması,
geliştirilebilir ve sürdürülebilir olması gerekir.
Endüstriden, pazarlamadan söz etsek de iki unsur, gel
zaman git zaman, işi karmaşıklaştırdı ve ihtiyaca dönüşerek piyasa mantığını
farklılaşmaya zorladı. Birincisi, çizgi roman okuyarak büyüyen çocuklar, okuma
alışkanlıklarını sürdürebilirlerdi ama onlara göre bir üretim yapılmıyordu.
İkincisi, çizgi roman üreticileri, sanatçıydılar ve piyasa mantığının dayattığı
klişelerle hikâye anlatmaktan hazzetmiyorlardı. Üstelik, bir hikaye anlatma
sanatı olarak çizgi romanın rekabet etmek zorunda olduğu başka eğlenceler ve
estetik olarak yeni gözüken mecralar ortaya çıkmıştı… Çizgi roman, kendini
yenilemek zorundaydı.
Bugünden geriye doğru, aşağı yukarı altmış yıldır süren
bir yenilenme çabasından söz edebilmek mümkün. Günümüzde, son yirmi yılda
ortaya çıkan ve grafik roman dediğimiz, çizgi romanın yeni evresi sayılan
estetik ve edebi eğilime ulaşıncaya kadar epeyce şey denendi. Comix dediğimiz underground eğilimler,
çizgi romanı edebiyata yakınlaştırmak isteyen BD Novel veya ComicLit
gibi nitelemeler arayışların çeşitli adlandırmalarıydı. Biz comics’e, 1930’lu
yıllarda “Sinema Romanı” veya “Resimle Roman” demeyi tercih etmişiz.
Sonraki yıllarda “Resimli Roman”
denmiş, 1970’lerden itibaren de “Çizgi
Roman”… bu sebeple biz Comics-Graphic Novel ayrımını çok anlayamıyoruz…
Çizgi Roman-Grafik Roman ayrımı, örneğin Amerika’daki kadar keskin gelmiyor
bize…
Çizgi romanlar, geleneksel anlamda bir kahramanın, daha
ziyade muktedir bir erkeğin kötülere galebe çalmasını anlatır. Kıyametvari
finalleri vardır, bağırarak konuşan, ünlem işaretli cümleler kuran tiplemeleri
izleriz. Ne dersek diyelim, serüven edebiyatının içinde dolanan anlatılardır
bunlar. Grafik romansa, tam da bu mantığa tepkidir, insani bir mesele anlatır,
otobiyografik nitelikler, aile tarihi, zaaflar, yenilgiler resmedilir.
Grafik romanda endüstriyel kodlar, her şeye gücü yeten kahramanlar ya da
klişe bir düalizm yoktur. Çoksatar kitap olmak, bir mantığı gerektirir, içeriği
ta baştan belirler, satar ya da satmaz o ayrı bir şeydir. Grafik romanlar bu
bakımdan bir tepkidir ve zaten o refleks, edebi bir dilin taşıyıcısı olmayı
gerektirir.
Yakınlarda Yekta Kopan’ın aynı adlı öyküsünden Levent
Gönenç’in çizdiği bir edebiyat uyarlaması, Sarmaşık
grafik romanı yayımlandı. Acaba diyorum, böyle bir çalışma, çok değil yirmi yıl
önce uyarlanabilir ve ayrıca kitap olarak çıkabilir miydi? Tamam, kabul, grafik romanı tartışabilmek adına “What if” sorusu soruyorum… Batıda ve
bizde edebiyat uyarlamaları yok değildi ama genellikle serüven edebiyatından
seçimler yapılıyor, hareketli anlatılar tercih ediliyordu. Yapıp edilen, çocuk
kitaplarının çizgi romana adapte edilmesiydi aslında. Çocuksu olan, çocuksu
olanı arayıp buluyordu. Ayrıca bir çizgi romanın kitap olması çok zordu, çünkü
çizgi roman gazete bayilerinde görülebilen, çok satması beklenen, sahiden çok
satan yayınlardı. Çizgi roman yayıncıları kitap satışlarıyla, onlardan gelen
kazançla yetinemeyecek kadar “büyük” yayıncılardı. Hakeza çizgi roman
üreticileri, piyasanın içinde yüksek maaşla geçinen, büyük telifler kazanabilen
isimlerdi, ne kazanacağını bilmeden, garanti edilmeden çizmiyor, yazmıyorlardı.
Sarmaşık, o günün koşullarında hem
ticari olarak doğru bir seçim değildi hem de çizgi romana uygun bulunmazdı. Hikaye
olarak çizgi romana yavaş gelirdi ve hatta, büyük bir yayınevi yayım için çizgi
romanı “ucuz şöhreti” nedeniyle
tercih etmezdi diyelim.
Peki, bu kadar yıl sonra ne değişti? Gazete bayileri
kayboldu, dergiler gazeteler kapandı kapanacak durumda… varolan bütün yayınlar,
zincir kitabevlerine toplaştı, her şey de o zincirin konseptine göre değişti
diyebiliriz, çok da yanlış olmaz. Oysa ben, çizgi romanın genel algısının
değişmesinden söz ediyorum. Çizgi roman, çok daha önce kitabevlerine girmişti,
büyük yayıncıların yayın programlarına dahil edilmişti. Çünkü, edebi olarak iyi
hikayeler anlatmaya başlamıştı, boşuna “Pulitzer” kazanmamıştı, önemli
ödüllerin jürilerinde bir yenilik olarak konuşuluyordu.
Grafik romanı, çizgi romanı klişelerinden kurtarmak gibi
bir arayış sayarsak, bizdeki ilk denemeler, ancak, 1980’li yıllarda
gerçekleşebildi. İlban Ertem, Engin Ergönültaş ve Nuri Kurtcebe gibi isimlerle
başladı. Haftalık mizah dergilerinde kendilerinden beklenen okuru güldürme telaşına
ve kahramanla özdeşleşmeye muhalefet eden çizgi romanlar yapıyorlardı. Kurtcebe,
serüven edebiyatı içinde kalarak bilim kurgu ve fantastiğe evrilen bir tarz
denese de Ertem ve Ergönültaş, edebiyata yakın duran bir üslupla
cebelleşiyorlardı ki Sarmaşık, bu
bakımdan onların paltosundan çıkmış sayılabilir.
Gönenç, Sarmaşık’ta
bence şunu denemiş, bol betimlemeli, psikolojik derinlik kuran bir öyküyü,
ardışıklıkla nasıl görselleştireceğini düşünmüş… Öykünün zaten bir kurgusu ve
devamlılığı var denebilir, e sonuçta çizgi roman da çizgilerle-resimlerle
anlatılan bir anlatım biçimi değil mi? Hayır, sadece o değil. Ardışıklık
kurarak sizi bir sonraki kareye götürecek bir devamlılık kurmanız gerekir.
Mesele, Sarmaşık metnini resimlemek olamaz… ki zaten isteyen o öyküyü açar
okur. Gönenç, anlatımda buluşlar yapmaya çalışmış, okumayı hem kolaylaştıracak,
hem de duygusal etkiyi pekiştirecek bir akışkanlık aramış…
Bu vesileyle bir parantez açalım, çizgiyle anlatılan,
kendisini resimler arasındaki ardışıklık ile ifade eden bir “sanat” olarak
çizgi romanda çizgiler ve çizer yeteneği en önemli unsur sayılır. Çizerin sahne
istifine, kareye tekrar tekrar baktırmasına her zaman büyük değer atfedilir. Hafifsediğim
düşünülmesin, önemsiz demiyorum ama o görsellik ve çizer gösterisi hikâyenin
önüne geçebiliyor, bana en azından bazen abartılıyor gibi geliyor, çizgi roman
bir hikâye anlatma biçimi olduğunu unutmamalıyız. İyi çizilmiş kare değil
kareler arası devamlılık daha önemli. Grafik roman bize bunu gösterdi
çünkü. Çizgi romanın ilk büyük
yıldızları olan Alex Raymond ve Hal Foster’i, isimleri grafik romanla
hatırlanan Art Spiegelman ve Marjane Satrapi ile kıyaslayın… İlk ikisi deha ölçeğinde
çok yetenekli çizerlerdir ama diğer ikisi, bizi çizgileriyle değil hikâye
anlatma maharetleriyle etkilerler. Anlattıkları bizi öyle sürükler ki,
çizgilerinin naifliğini, kimi zaman yeknesaklığını görmeyiz bile… Bakmayız,
okuruz, okuduğumuz şey, bizi duraklatır, rahatsız eder… Güzel kadınların,
yakışıklı erkeklerin kendini gösterdiği, iyilerle kötülerin mücadele ettiği “net”
bir text değildir okuduğumuz. Arada kalırız, muğlaklık bizi düşündürür ve
zorlar.
Sarmaşık, bir
baba oğul hikâyesi anlatıyor, otobiyografik bir katmanı var, aile tarihini,
kuşak çatışmasını, yas sürecini, kayıpla başetme sürecini okuyoruz. Kaybeden
bir oğul, vefat etmiş babasını “çağırıyor”, onunla didişiyor, kendiyle
özdeşletiriyor, kendinden ayırıyor, kötü giden hayatı için çıkışlar arıyor ve
toparlanmaya çalışıyor. Mekân sıkışması, oğulun travmalarıyla örtüşüyor.
Hikayeye bu yönden bakınca global ölçekli grafik roman literatürü de bunları
mesele ediyor demeliyiz. Geçmişte bizim çizgi romanımızda kahramanlarımız bu
kadar saplantılı olmazdı, eğer oluyorsa sonu genellikle ölümle, intiharla,
delirmekle tamamlanırdı. Çizgi romanlar evirir
çevirir, olağanüstüyü arardı demek daha doğru. Ünlü bir çizgi romancımız, “çizgi roman yavaş olamaz” iddiasında
bulunurdu, kendi mantığı ve dönemi içinde doğru bir saptamaydı. Oysa artık
çizgi roman “süratiyle” hatırlanan veya o yönüyle rekabete girebilecek bir medium değil… Bu yüzden grafik roman
başka bir tempo kurdu… kuruyor… Bu yüzden daha yeni duruyor. Sarmaşık, bu yönüyle çok ilgi çekici,
grafik romanın bir anlatma (storytelling) arayışı olduğunun farkında olan bir
deneme, onu hissettiriyor.
Cumhuriyet Kitap, 21.1.2022