Cumartesi, Nisan 30, 2022
Teknoloji sunar!
Cuma, Nisan 29, 2022
Kepenkleri indirmek
Perşembe, Nisan 28, 2022
Tencere, habaset ve hamaset
Dikkat edin, sağcılar uzun bir süre, hasım oldukları siyasi partileri suçladılar, akılları fikirleri onlardaydı çünkü, başka türlü bir siyaset bilmiyorlardı... Oysa o siyasi partiler, Gezi'deki unsurlardan sadece birisiydi, kimse kimseyi yönetmiyor ve yönlendirmiyordu. Gerçekten anlamadılar.
Birini suçlayacaklardı, bize deli saçması geliyor ama o sağcı mantık mutlaka birini seçecekti, birilerine ajan, diğerine hain, öbürüne uşak, bir başkasına komprador demeden işin içinden çıkamayacaklardı... Bunca yıldır okuyorum, en az yüz elli yıldır tekrarlanıyor, sürüp gidiyor. Yok ibne, yok gavur, yok foncu, yok mandacı, yok İngiliz muhibbi, yok Soroscu ve falan filan "dönderip duruyorlar"...
E diyeceksiniz ki, bunları biliyoruz, muktedirler tek bir delil gösteremeden, savunmaları dinlemeden, kimseyi ikna etmeye gerek duymadan insanlara ceza kestiler.
Bir arkadaşım dedi ki, "biz" aramızda konuşup duruyoruz, kimsenin umurunda değil...Umurunda olanlar vardı, onlar da birer birer ülkeyi terk ediyorlar...
Elbette bu durum yeni değil, hep böyleydi, bu memleketin insanları "bizi" üzen ve kahreden, aslında herkesi ilgilendirmesi gereken özgürlük sorunlarıyla zerre ilgilenmez. Onlar için biri mahkemeye düştü mü, suçludur, ateş olmayan yerden duman çıkmaz filan derler... Biraz kurcalayınca anlarsınız ki, bal gibi de farkındadırlar, bile isteye "s.klemezler", ne yaparlar, e ev alırlar, oğlanı evlendirir, çocuğu işe koyar, herhangi bir şey için adamını "arar", daima güçlü olanın yanında dururlar, hayatları idame ve idare etmekle geçer...
Gel gör ki, siyasi literatürde geçtiği biçimiyle, o evlerdeki tencere eskisi gibi kaynamıyor... Hamaset de bir yere kadar demek istiyorum, ben ekmeğime bakarım diyecekler, o düşmandı o haindi pek tınmayacaklar göreceksiniz... Demokrasiyi ve adaleti eşitlikle değil keyfiyetle kurarsanız, gün gelir mağduru olursunuz...sosyal medyada rastladım, güzel espriymiş, ben yaşlarda biri bulmuş olmalı, "La şante mi kantare gün gelir seni tartare..."
Yılmamak, mutlaka enseyi karartmadan "çalışmak" gerekiyor...
Çarşamba, Nisan 27, 2022
Son Okuduklarım 52
Salı, Nisan 26, 2022
Bağzı şeyler
İnsan tabii ki yanılmak istiyor, iyimser olmayı yeğliyor, bir ümitle sürpriz bekliyor... Olmadı, yasalar önünde herkesin eşit olabilme idealini bir türlü sağlayamıyoruz. Bizatihi uygulayıcıları buna inanmıyorlar, tek adamdan medet, makam ve ulufe bekleyerek yaşıyorlar çünkü.
Kahredici, her bakımdan tepetaklak düşüyoruz...
Pazartesi, Nisan 25, 2022
Manşetiyle dolaşan adam
Bazı insanlar vardır, manşetiyle dolaşırlar. Onlardan biriydi, belki de en ünlülerinden biri oldu. Manşetiyle dolaşan adamlar mutlaka ve mutlaka, en önemli, en can alıcı şeyi konuşurlar, başka bir şeyi değil sadece onu konuşurlar, öyle bir konuşurlar ki, İsrafil misali yüzümüze üflerler, e hayat da bir kıyamettir onun dilinde.... Suçlarlar, suçlanalım isterler.
El hak, iyi konuşurdu, doğru şeyler söylerdi, ama dedim ya, manşetiyle yaşayanlardandı, mesela edebiyatı denedi, olmadı, edebiyat bu kadar bağırtıyı kaldıramaz, kaldırmadı zaten, beyfendi twitterda manşetini tazeleyerek yaşıyor...
Pazar, Nisan 24, 2022
Frengi Yeleği
Yanlış anlaşılmasın, tabii ki özel tasarımları biliyorum, mesela Balcıoğlu'nun, mesela Baruter'in yaptığı işlerden haberdarım, benim kastettiğim mahalle kahvesinde elden ele dolaşan kağıtlarla ilgili... Yerli bir ikonografi tercih edilmemiş, oralarda hiç olmamış-denenmemiş diyorum...
Hadi bizimkiler yapmadı, yabancılar yapabilirdi. Geçen yüzyıl başlarında, İstanbul'da satılan kartpostallar (sevda kartları) mesela, yerli gibi durur, ama hepsi yurt dışında çizilmiş, üretilmiştir...Ticaret bu, İskambil'in Osmanlısını-Türk usulünü yaparlardı gibi geliyordu...
Ahmet Yeşilyurt'un Tanzimat'tan Erken Cumhuriyet'e Kumar kitabında rastladım, meğer üretilmiş ama ülkeye girişine izin vermemişler, kapakta bir örneği kullanılmış, gümrükte durdurmuşlar, yasaklamışlar, men etmişler diyelim. Kıral da değil, papaz kalsın istemişler...
Biliyorsunuz, Sifiliz hastalığına biz Frengi diyoruz, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ancak yabancılardan gavurlardan geliyor diye düşünüyoruz, buna inanmak istiyoruz.
İskambilde de aynı mantık sürdürülmüş, yani kumar da frengi (fuhuş) gibi düşünülmüş...
Sosyal medyada özellikle cinselliklerini kullanarak fenomen olan kimi kadınlar, fotoğraflarda, videolarda bir bakıyorsunuz, haç takmışlar, soran olursa, kızan olursa "ben Müslüman değilim" demek istiyorlar sanki, bu yaptıkları bana kurşun geçirmez yelek giymek gibi geliyor, Frengi Yeleği giymişler diyorum... Mavra tabii...
Perşembe, Nisan 21, 2022
Çarşamba, Nisan 20, 2022
Salı, Nisan 19, 2022
Son Okuduklarım 51
Pazartesi, Nisan 18, 2022
Okuyamıyorum
Bulvar gazetesi 1986 yılından... O ara hükümetle araları iyiymiş, öyle anlaşılıyor, sonra Nazlı Ilıcak sebebiyle epey gerilimler olacaktı...
Pazar, Nisan 17, 2022
Benzerliğin esbab-ı mucibesi
Cumartesi, Nisan 16, 2022
İki kapılı handa...
Çizgi romanda daha önce görmediğimiz bir beyfendi ile karşılaşıyoruz, "Aşık Veysel bu toprakların önemli bir sesidir, rahmetle anıyorum" diyerek hikayeyi kapatıyor, birinci tekil şahıs ağzıyla yazıldığına göre hikayenin anlatıcısı benim demek istemiş... Kim bu anlatıcı bilemiyoruz, metnin yazarı da belirtilmemiş...
Tahminim, konuşan beyfendi Sivas Valisi...Sadece "rahmetle anıyorum" demekle kalmamış, kendini de çizdirerek biyografiye dahil olmuş...Kimin parasıyla basılmış, kimin parasıyla kendini o biyografiye dahil ettirmiş faslını geçiyorum, bunların konuşulması gerekiyor ama konuşulmuyor, şikayetçi olması gereken vatandaşlar dahi normal buluyor olup biteni. Beni rahatsız eden bürokratların bu denli öne çıkma arzusu, bana en hafif deyimiyle "ayıp" geliyor... Mesele, Aşık Veysel ise, sen gelip geçicisin..."İki kapılı handa" diyorsan eğer gereğini önce kendine hatırlatacaksın...
Perşembe, Nisan 14, 2022
Yazamaz!
Gölge için Akbaba taklidi dedim ama şu notu da düşeyim, taklitçiler genellikle taklit ettiklerini eleştirmeye de girişirler, Gölge'nin çeşitli sayılarında Akbaba'ya sataşıldığı görülüyor, bilemiyorum, belki sorsalar Akbaba da bir Fransız dergisinin taklidiydi diyecekler. Gölge, fikren ne CHP ne de DP'liyiz demiş ama sonradan o iddiası da berhava oluyor.
Yazıyı Gölge'yi anlatmak için yazmadım, bir sayısında Aziz Nesin'i saldırmışlar (eleştirmişler diyemiyorum), bana kalırsa nefret suçu içeren şeyler yazmışlar, o sebeple yazıyorum. Kimi okurlar, Aziz Nesin'den niye yazı almıyorsunuz diye sormuşlar, sahiden sormuşlar mı belirsiz, Nesin dergide yazmak ister miydi yine belirsiz, gel gör ki Gölge husumetini açıklamak için vesile etmiş, Nesin'in neden yazamayacağını tadını çıkararak şöyle açıklamış: "Akbaba'ya yazar, Dolmuş'a yazar, Yeni Gazete'ye yazar, Eski Mecmua'ya yazar. Fakat çok meşhur Aziz Nesin Efendi ne yaparsa yapsın Gölge'ye yazamaz. Para istese günahımızı bile vermeyiz. Bedava yazsa kabul etmeyiz. Üste para verse, yine faydasız" diyerek maddeler halinde Nesin'in komünist olduğunu anlatmaya başlamışlar. İşte 1950'de Yeni Başdan'ı çıkarmış, komünist Marko Paşa'da çalışmış, Merhum Paşa, Malum Paşa onun eseriymiş, komünist olduğu için Bursa'ya sürgün edilmiş, hapiste yatmış, Sayın Menderes meclis kürsüsünde isim vererek komünist olduğunu söylemiş vs vs
Küçük bir alıntı daha, işin içinde Sabahattin Ali de var: "Yaşadığı müddetçe hep Kremlin ağzı ile -yani sahibinin sesi ile- ürüyen ve neticede bir hayır sahibi tarafından çok özlediği affedersinizlerin cennetine yollanan Sabahattin Ali'nin Marko Paşa'sını hatırlarsınız. İşte Aziz Nesin, bu Marko Paşa'nın tesadüfen en gözde elemanı idi ve tabii tesadüfen göze geldi."
Siyaseten kimseden yana değiliz deseler de anti komünist ve sağcı oldukları hemen anlaşılıyor, üslupları her bakımdan tatsız... Niye yazmışlar, ne istemişler Nesin'den, katledilmiş Sabahattin Ali'den filan... Tabii ki anlıyorum ama katılamıyorum, eleştiridir diyemiyorum. Belki asıl amaç Akbaba'yı yaralamak, ihbar etmek, rakibi yaftalamak... İmzasız olduğu için kim yazmış belirsiz, derginin sahibi Turgut Atasoy, Gölge'den önce İstanbul isimli bir sanat edebiyat dergisi çıkarıyor, çok bildiğim bir yayın değil ama 27 Mayıs sonrası Yol diye bir başka dergi çıkarıyor, o dergi yine sağcı bir Atatürk yorumuyla kendini vareden neşriyattan, anti komünizm orada da mevcuttu diye hatırlıyorum.
Bu tür polemiklerde, tahkir ve tezyif edici dille bir saldırıya geçildiğinde, o dergide çalışanlar ne hissediyordu diye düşünürüm. Gölge'de Oğuz Aral, Bedri Koraman, Yalçın Sade gibi bir kısmı Nesin'le çalışmış, hasbihal etmiş pek çok mizahçı var, böyle zamanlarda siyasetten ne anlıyorlardı, insani olarak ne kadar rahatlardı. Otuz yıl oldu, Turhan Selçuk'a sormuştum, 27 Mayıs'tan önce siyasi olarak solculuk nedir bilmiyordum demişti bana. Kim bilir, karikatürcüler Aziz Nesin'den korkuyor, onun bir komünist ajanı ihtimalini akıllarında tutuyorlardı.
Türkiye'nin karışık dönemleri hiç bitmez. Sallayan sallayana, kahreden kahredene...geçiyor ömrümüz.
Çarşamba, Nisan 13, 2022
Son Okuduklarım 50
Salı, Nisan 12, 2022
Aslan
Pazartesi, Nisan 11, 2022
Önder
Cumartesi, Nisan 09, 2022
Artoğan
Cuma, Nisan 08, 2022
Canına Yandımının
Perşembe, Nisan 07, 2022
Radyolu askerler
Çarşamba, Nisan 06, 2022
Seyrüsefer Defteri 138
Pazartesi, Nisan 04, 2022
Otuz İki Kısım Tekmili Birden
Kitabın yazarı Michael Chabon, sinematografik denilebilecek seyirli üslubuyla, iki genç Yahudi kahramanının, birlikte hazırladıkları bir çizgi romanla, endüstriye nasıl dâhil olduklarını resmediyor. Gençlerin büyüme hikâyeleri olarak da okunabilir roman. Amerikan popüler kültürünün ve bu mecrada etkin Yahudi sanatçı ve yatırımcıların hayatını da “izliyoruz” arkaplanda. Hırslarını, değişimlerini, çaresizliklerini… Belgeselci bir dili var yazarın, gerçekle romanın hayali evrenini inandırıcı bir biçimde harmanlıyor. Oyunbazlığı yok değil, lakin bunu ciddi bir malumatfuruşlukla yaptığından anlatılan olaylar, zikredilen sanatçılar ne kadar gerçek ne kadar değil belirsizleşiyor. Araya dipnotlar atıyor ya da anlatının içinde bir yandan konusuna hâkimiyetini gösterir diğer yandan ‘size tarih anlatıyorum’ diyen nitelik ve rahatlıkla açıklamalar yapıyor: ‘New Yorklu Almanların çoğunun Hitler’e ve Nazilere şiddetle karşı olduklarını söylemekte yarar var’ (s.225). Böylesi açıklamalar ve bazen yarım asır zaman atlayarak röportajlara, müzayedelere, koleksiyonculara yapılan atıflar romanın esaslı bir damarını oluşturuyor. Benim gibi çizgi roman meraklıları için kitap, gerçek ile (çizgi romanın) tarih(i) ne kadar ve nerelerde örtüşüyor meselesiyle bir arada ilerliyor. Kimi kastetmiş, kimden esinlenmiş veya gerçekten öyle mi olmuş diye mutlaka düşünüyorsunuz. Ortalama bir Amerikan vatandaşı içinse çizgi romanlar genel kültürlerinin ve geçmişlerinin sacayaklarını oluşturan sanat ve eğlence ürünleri. Onlar için roman, ayrıca nostaljik bir anlam taşıyor, kitabın gördüğü ilginin nedenlerini biraz da buralarda aramak gerek. 20.yüzyılda popüler kültür, tüm dünyada ya Amerikalıydı ya da yereldi diyorsak eğer Amerikanlaşmayı pekiştiren ve var edenleri, Hollywood ve çizgi romanları yadetmek durumundayız.
1938-1950 yılları arasında başta Süpermen ve Batman olmak üzere, eksantrik, tuhaf, eğlenceli ve ‘beş paraya’ pek çok süper kahraman dergisi yayınlandı. Romana adlarını veren Kavalier ve Clay, o günlerin miladında, herkesin yeni bir Süpermen tasarladığı bir aralıkta piyasaya giriyorlar. Nazilerden kaçan, aklı fikri ailesini Avrupa’dan kurtarmak olan ve o güne değin çizgi roman okumamış, sıra dışı bir yeteneğe sahip Kavalier projenin asıl yürütücüsü oluyor. Ortağı ve kuzeni Clay ise geçirdiği çocuk felci nedeniyle fiziken zayıf, buna karşın akıllı, konuşkan, plan ve pazarlamayı yapan bir tasarımcı-senarist konumunda. Böyle bir birliktelik, insana Süpermen’in yaratıcılarını, bir başka Yahudi ikiliyi Siegel-Shuster’i hatırlatıyor. Chabon, biri yazar diğeri çizer-kara kalemci (penciller) ikili benzerliğini bilerek kullanmış, Siegel-Shuster’in isim olarak kitapta yer aldığını belirtelim. Amerikan çizgi roman endüstrisinde yer alan diğer Yahudi üreticilerden de (Kirby, Kane, Eisner, Lee vd) faydalanılmış; Kavalier karakteri, Çek göçmeni olması nedeniyle Steve Ditko’yu ve altmışlı yılların yıldız çizeri Jim Steranko’yu andırıyor örneğin. Yarattıkları çizgi roman kahramanının (Kurtarıcı olarak Türkçeye çevrilmişse de!) Escapist olan ismi, özel yan anlamlar içerdiği için öylesine tercih edilmemiş. Kavalier de tıpkı Steranko gibi hem çok güçlü bir çizer hem de Steranko ve Harry Houdini gibi kelepçe, zincir ve iplerden, kilitli sandıklardan kurtulmayı başarabilen bir gösteri sanatçısı. Escapist, Escapology-Escape artist adlandırmalarından geliyor, şüphesiz ki “kaçış sanatı olarak çizgi roman” ya da “Nazilerden kaçan Yahudiler”i de aklımıza getirmeden geçemiyoruz. Eğlenceli göndermelere devam: Siegel-Shuster, Süpermen’i yaratırken Douglas Fairbanks ve onun Clark Kent alter egosu olarak Harold Lloyd’u temel almışlardır (her ikisi de yine Yahudi’dir), Kavalier ve Clay, bu ikiliyi her bakımdan hatırlatıyorlar. Will Eisner’ın aynı dönemi ve çizgi roman dünyasını anlatan otobiyografik grafik romanı The Dreamer’daki (1986) adlandırmalarıyla Bill Eyron-Jimmy Samson’u dahi andırıyorlar kimi zaman.
Chabon, ikilinin arasına gerilimi artırması beklenen bir kadın da katmakla birlikte başka türden bir ayrım istiflemiş. Clay’in eşcinsel olması, cinsel tercihlerini gizlemek zorunda kalması, ikircimli halleri, korkusunu bastırmak için evlenmesi, üstelik bu evliliği Kavalier’den hamile kalan ‘o’ kadınla yapması, dostluk, tutku ve aşk bağlamını derinleştiriyor. İroni dediğim ise şu: ellili yılların ortasından itibaren çizgi roman karşıtı gelişmeler yaşandı Amerika’da. Çizgi romanların çocukları şiddet eğilimi gibi psikolojik arazlara teşvik ettiği düşünülüyordu. Wertham’ın “Seduction of the Innocent” (Masumluğun İğfali) adlı kitabıyla gelişen, 1954 yılında tartışmaları Senato'ya taşıyan Estes Kefauver'in adıyla anılan (televizyonlardan yayınlanan) soruşturmalar başladı. Chabon, romanı tam bu dönemde bitirirken Clay’in eşcinselliğiyle ilgili bir göndermede bulunmuş. Wertham, süper kahraman çizgi romanlarının (kendi ifadesiyle) homo-erotik eğilimler (Batman ve Robin'i kastederek), gayri ahlâkî, kösnül bir cinsellik içerdiğini iddia ediyordu. Clay, romandaki sorgusu sırasında, süper kahramanların yanındaki çocukların (örneğin Robin’in), çocuk okurlar yüzünden yer aldığını, çocukların çocuklar hakkında yazılmış hikâyeleri okumaktan zevk aldığını söylese de bu kademsiz ve linççi iklimden kurtulamıyor. Mesele dönüp dolaşıp kendi eşcinselliğine ve etraflı iç hesaplaşmasına çörekleniyor. Eşcinsellik bağlamında sahici bir kurbana dönüşüyor Clay. Buna rağmen, finalde yazar, biraz haşmetli, bir o kadar da naif ve mutlu sonları seven çizgi romanlara selam durmayı ihmal etmemiş.
Kavalier ve Clay’in Akıl Almaz Maceraları zekice yazılmış bir roman. Chabon’un sinemaya uyarlanan popüler romanları var ama Türkiye’de yayın olarak düşünülmemesi ilginç. Bu arada romanın Türkçesinde orijinal isimler bazen çevrilmiş, bazen aynen bırakılmış, nedeni belirsiz. En önemlisi yazarın orijinalindeki son notunun kitaba dâhil edilmemiş olması. Diğer yandan kolay okunuyor, bunda çevirinin payı büyük.
Son not: Romandaki Escapist, Dark Horse yayınevi tarafından çizgi roman dizisi olarak yayınlandı-roman gerçek oldu ve Amerika’da yaşayan Kutlukhan Perker çizer olarak kadroda yer aldı.
[Yazı, ilk kez Radikal Kitap'ın 25 Haziran 2010 tarihli sayısında yer aldı.]
Pazar, Nisan 03, 2022
Kartpostal Üreticileri
Cumartesi, Nisan 02, 2022
Hipofiz bezi ve şükür duası
Müslümanlığın, popüler kültürün bir parçası olduğu genellikle atlanıyor...
Popülerleşen her şey, birbiriyle uzlaşmayan pek çok farklı biçimde alımlanır ve yorumlanır... Bu kadar çok insan bir şeyi seviyor veya nefret ediyorsa, o nefretin ve sevginin tek bir gerekçesi yoktur. Din, ideoloji veya popüler ikonlar böyledir, onları asla ve kat'a tek bir "anlama" sabitleyemez, indirgeyemezsiniz, doğal olarak çeşitlenirler, o sebeple popüler olurlar... Hep yazıyorum, her tüketici "mesajı" veya o "hikayeyi" kendi kültürel ve siyasi sermayesine göre yeniden anlamlandırır ve her defasında bir kere daha "üretir."
Erzurum'daki Müslümanlık ile Edirne'deki Müslümanlık birbirinden farklı yaşanır, doğrusu şu veya bu diyemezsiniz, herkes onu kendi hayatına adapte eder... Edirne'de bir ramazan günü iftara düğüne gider gibi dans ederek, göbek atarak gidenler görmüştüm. Halbuki şaşırmamalıydım. Cezayir'de, Dubai'de ya da Tahran'da farklı yaşanıyordu, biliyordum...
İşte efenim ortada herkesin okuyabileceği bir kutsal kitap var, referans alınması gereken sadece ve sadece o'dur, farklı yorumlara ihtiyaç yoktur diye kestirip atılır, biliyoruz ki hiç de öyle değildir, o kitap ve etrafında gelişen öğreti, o kadar farklı biçimlerde yorumlanmıştır ki, say say bitmez... Çok insan, çok kültür, farklı diller, farklı ideolojiler, uzun yıllar, değişen dünya, kapitalizm, modernleşme, pıy pıy say say bitmez...
"Gerçek Müslümanlık", "din'de bu yok" veya "hayır var" diye başlayan cümleler bu bakımdan nafile lakırdılar, zamanın ruhuna göre uçuşan savunma ve saldırı işlevi görmekten öte bir anlam taşımıyorlar..
Gençliğimde kendimce bağnaz bir şey duyduğumda inatlaşır "Kur'an'da yazmıyor bu derdim", sonra anladım ki, tartışmanın esası metnin kendisiyle değil, bizden olanlarla olmayanları ayırt etmekle ilgiliydi... Yazıp yazmamasıyla zerre alakası yoktu, din, sadece o metne dayanmıyordu artık... Din, popüler kültürün ve o kültüre ait gösterilerin bir parçasıydı...İnsanlar tek tek, inançlarını ve kendilerini meşrulaştıracak çıkışlarda bulunuyorlardı, asıl olan buydu.
Olumlu düşünmek ile besmele çekmek arasında ne kadar fark var derdim hep. Geçenlerde sosyal medyada denk geldim, orta sınıftan tahsilli bir kadın, paylaştığı her fotoğrafın altına "bugünü de yaşadığım için şükrediyorum" türü şeyler yazıyor, yineliyor... Tuba Ünsal, kendi dünyasından, kendi hayat tarzına uygun bir "namaz" yorumu yapıyor, ilk defa da yapılmıyor, dikkatle bakılırsa buna benzer belki on binlerce yorum yapıldı yapılıyor ve yapılacak... Doğru veya yanlış denemez dedim yukarıda, şöyle de diyebilirdim, yanlışlasak da denecek, doğrulasak da denecek, popüler kültür içinde bir şeyin doğru, yanlış, samimi, sahici, hakiki veya gerçek olduğunu ispat edemezsiniz, "konuşursunuz"
Laf uzamasın, Ramazan geldi, inananlar ve inanmayanlar kendi meşreplerine göre yaşayacaklar bu ayı, tartışmalar ve karşılıklı gösteriler olacak, ama tamamı popüler kültür tartışmalarının bir örneği olarak tekrar edecek...