Fotoğraf: Özgür Çakır
Link
Çarşamba, Mart 31, 2010
Salı, Mart 30, 2010
Pişman Bir İhtiyar Olacağına...
Gün’de küçülmüş, büzüşmüş dertop olmuş çizgisiyle patronun “doldur” dediği yere çizmekle başladı hikâyesi. Yıllardır çiziyordu, müebbet. Pişman bir ihtiyar olacağına çılgın bir ihtiyar olmayı seçti. Herkesten çok öfkeliydi ve herkesten çok aç. Sessizlik doğumla bozulur ölümle kurulur. Doğurdu. Gırgır’ı, çizginin Maracana’sını yarattı. Mizah diyarlarının protestan karıncası; karikatürün kuralıydı, çocukların krallığında. Mümini kalmamış bir dinin peygamberi olmadı Oğuz Aral. Budandıkça gürleşen ağaçları, terinden beslenen toprakları kaldı geriye. Hiçbir sıfat üstüne tam oturmadı: Babalık, despotluk, üretkenlik. Hepsi yalan, iftira ve doğru. Konuşanlar yenilenler oldu çokça.
Pazartesi, Mart 29, 2010
Pazar, Mart 28, 2010
Yoktu dumanından başka bir şeyi...
Cumartesi, Mart 27, 2010
Cuma, Mart 26, 2010
Herkes Bİr Yara Taşır Yollarda
Perşembe, Mart 25, 2010
Limon Soyu!
Gömlek cebinde plastik tarak, seiko saatin ruhu, yalancı levis, nike air. Kaan Ertem, kenardan ekmek çıkaran mizah. Herkesin yüzüne sinmiş umarsızlık, ötekine yapışan göz. Menemen kokan bürolar, tosun taslakları, malum yaveler ve serzenişler: Markalar, yükselme eğrileri ve hayattan meseleler. Kaan Ertem, kalıngözlük ve kepçekulak Türkiye’nin çizeri: Prekazi saçlar, tombul yanaklar ve Ay’a gidemeyen Türklerle akrabalık. Onikieylül çocuğunun Doksanlar tarifi. Boktan zamanlar, yıkılmış seneler; rahvan, ağır-aksak muhalefet. Limon soyu!
Çarşamba, Mart 24, 2010
Salı, Mart 23, 2010
Pazartesi, Mart 22, 2010
Pazar, Mart 21, 2010
Kalpdeşen
Gazetelerin tarihine bakarken genellikle sansürle olan mücadeleleri, demokratik talepleri ya da yasama, yürütme ve yargı karşı karşısındaki gözetleyici tutumları hatırlanır. Oysa gazetelerin tarihi aynı zamanda bir pazarlama-marketing tarihidir. Daha fazla satabilmek için arayışlara girmişler, günbegün yenilikler bularak okur sayılarını artırmaya çalışmışlardır. Çok satan gazete reklam demektir, gazeteler sadece okurlar değil reklam verenler için de çıkar. Çizgi roman satış arayışlarının bir sonucu olarak doğup gelişmiştir örneğin. Yazının az, resmin bol kullanıldığı bir anlatımın alt sınıfların ve şehre gelen göçmen nüfusun ilgisini çekeceği düşünülmüş, yüksek telifler ödenerek çizerler üretime teşvik edilmiştir. Gazeteler tiraj aldıkça çizgi roman yaygınlaşmış, sadece Amerika’da değil tüm dünyada satılan bir ürüne, bir sanayi koluna dönüşmüştür.
[Birgün Kitap, 20.3.2010]
Cumartesi, Mart 20, 2010
Sokaktan bir bisikletli geçer
Fotoğraf: Cahilus
link
link
Cuma, Mart 19, 2010
Herşeye Rağmen...
Neyi anlatsa önce hüznü konuşur Tuncer Erdem. Sürekli sonbahar, Günbatımı. Gölgesiz Diyarlar. Koksaydı kükürt kokardı, dumanlı. Bir adam intihar edecek, mektubu hazır. Lokantalar, barlar, vitrinler, otobüsler bomboş. Rüzgâr uçuruyor mektubu, koşuyor adam peşisıra sokağa, caddeye. Koştukça doluyor sokaklar, açılıyor vitrinler. Neşeyle haykırıyor gökyüzüne, hayata adam. Mektup, bu hikâye. Tuncer Erdem, herşeye rağmen’in çizeri, vaiz.
Perşembe, Mart 18, 2010
Çarşamba, Mart 17, 2010
Ars Longa, vita brevis
Deli Gücük, Alacakaranlık Zamanlar grafik roman kitabından bir çizgi roman(Çok yakında!)
Çizgi: Murat Başol
Yaz. Aziz Tuna C.
link
Çizgi: Murat Başol
Yaz. Aziz Tuna C.
link
Salı, Mart 16, 2010
Pazartesi, Mart 15, 2010
Bİr Keleş Oğlan...
Manzum ve mensur her gülmesinde bir kaval sesi. Tor tosunlar, koç öküzler, müezzinler, attarlar ve dülgerler. Keloğlan, içinden köy geçen Kafdağı hikâyesi. Mülkünde peri padişahının mührü ve Kavuklu’nun harcı. Bir şey var ama artık eksile eksile var. Unutulmuş bir fıkra tadı kaldı kalbimizin bakracında. Keloğlan, Nuh’un gemisinde yolcu.
Pazar, Mart 14, 2010
Cumartesi, Mart 13, 2010
Cuma, Mart 12, 2010
Güle Güle Abdülcanbaz
Nostalji ve Cumhuriyet Folklorü
(...) Nostaljinin kaynağı, bugünle didişen, genellikle modernizme yönelen eleştirel bir duyarlılıktır. Ama gerek eleştiri gerekse duyarlılık olarak tanımladığımız hissiyat, analitik değildir, asıl olarak bir tür vicdani serzeniş, siyasal romantizmle ifade edilebilecek bir tür yakınmadır. Modernizmin dönüştürücü gücü karşısındaki çaresizlik, geçmişe başvurmaya, bazen kaçmaya zorlar insanları. Geçmiş, bozulmamış olan “asıldır”. Nostalji, geçmişe duyulan özlem ve melankoli duygularını harekete geçirir, kendiyle var eder. Bir tür ümitsizlik kültürüne dönüşür; toprak, kültür, gelenek veya geleceği temsil eden gençlik yozlaşmakta, yitirilmektedir. Modernizm ve dolayısıyla kapitalizm, yozlaştırıcı ölçülerde her şeyi bir örnekleştirmekte, her türlü özgün nişi ayrım yapmaksızın köreltmektedir. Altın çağ nostaljisi genellikle bu dönemlerde devreye girer. Toplumsal değişim ne kadar hızlanırsa nostalji o raddede güçlenir (...) [Mostar, Mart 2010, Nostalji dosyasında yer alan yazıdan bir bölüm]
Perşembe, Mart 11, 2010
Yere En Yakın...
Altan Erbulak, Türk karikatürünün en az uyuyan adamı. Çubuklu pijama, pofuduk terlik; Böcek, taş arabası, Cafer. Yeşilçam’da “iyi arkadaş”. Yere en yakın çapkın. Çizginin Orhan Boran’ı. Gülünce gören gözler. Uzun bacaklı bıcırık kızların çizeri. Bedri’yle beraber Dolce Vita mümessili, Vatan’dan. Erol Günaydın’ı, Münir Özkul’u ve en çok kendini anlatan adam.
[Fotoğraf tiyatromuzesi.org'tan alınmıştır]
[Fotoğraf tiyatromuzesi.org'tan alınmıştır]
Çarşamba, Mart 10, 2010
Salı, Mart 09, 2010
Pazartesi, Mart 08, 2010
Libidonun Seyir Defteri
Şehvetten titreyen gözler. İnsan ne cahildir mealinde espri. Cilalı İbo, mütercimi olamayacak komik. Hamamcı. Deli bakış, ayvadan ev. Muammer Karaca’nın tespih tanesi. Rüyalar ülkesinde çözülmüş makara. Kasımpaşa ve Tophane gözetleme kulesi, libidonun seyir defteri. Cilalı İbo, kırmızı rujlu tombul kadınları ve soyu tükenmeyen gangesterleri anlatan sinema bileti, sahaflarda.
Pazar, Mart 07, 2010
Cuma, Mart 05, 2010
Perşembe, Mart 04, 2010
Mendil Sesli Hikâyeler
Kapağını hançer yapıp dolaşırdı Limon, kendi ipiyle kuyuya inen masal kahramanı. Daha dün gibiydi Mikrop, yıkılmış bir şehrin gölgesi, acımış hayatlar, sokağa çıkma yasağı. Oktay Ekşi yazıları. Neye el atsa virane, ağıtlar ve mendil sesiydi hikâyelerin dili. Antrakt. Yürürlüğe konmuş bir gülme emri. Temel’i konuşuyor memleket yirmi yıldır.
Kentin fethini seyretti uzak bir tepeden Limon. Yerini bilen sözcükleri vardı heybesinde. Kendini koparıp sundu hayata, yıkanmamış ve “Mikroplu”. Daha Doksanlar yazılmamıştı takvime, ekşiydi.
Çarşamba, Mart 03, 2010
Salı, Mart 02, 2010
Pazartesi, Mart 01, 2010
Bal ve Asıl Hikâye
Bal Mahmut, yarası kabuk bağlamış mizah. Pansumanı lacivert elbiselerden, mezesi sofralarda. Karpiç’te beyaz ekmek meselesi. Billur hatıralar Bal’dan damlalar. Herkes hatırlar en güzel anlarını hayatının. Asıl hikâye, mizahı taştan çıkarabilmekte. Kolkola fotoğraf isteyen resmiyete nanik yapabilmekte.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)