Perşembe, Ekim 31, 2024
Fark
Çarşamba, Ekim 30, 2024
Ormana kaçmak
Sonraları fark ettim, sıcak bana göre değil... Denizi ve yüzmeyi seviyorum ama sıcak kıyılarla aram yok.
Çok değil beş altı yıl önce kalabalık bulduğum için kaçtığımı sanıyordum, artık öyle olmadığını, o sıcağın beni daralttığını daha iyi anlıyorum. Güneşten sakınarak, gölgelerden giderek yürümek, klimaların göğsümde yarattığı "baskıdan" bunalmak filan... ıhh...
Bir gün "emekli" olduğumda sahil kenarına değil, bir ormana, bir ormanın kıyısına sığınacağım... diyorum. Üst üste iki arkadaşım, "sen Ankara'dan ayrılamazsın" filan dedi, bir başkası bu "kıpırdamama" halinin psikolojideki adını söyledim filan. Bilemiyorum.
Ormana geri dönelim...
On iki ya da on üç yaşımdayken Kemer'de kıyıya yakın bir şeritte yürüyerek ağacı bol yeşil bir dağa tırmanmıştık, ağustos ayıydı, tırmandıkça sıcaklık artıyordu, dağdaki ağaçların türünden olabilir sanki gölgesi yoktu ormanın...O zaman ilginç gelmişti, Akdeniz ormanları bildiğim ormanlar gibi değildi... Sıcak kere sıcaktı. Benim bildiklerimde yukarı çıktıkça hava soğurdu, üşürdünüz.
Çocuksunuz, basit bir mantıkla ayrıştırıyor, anladığınızı da abartıyorsunuz, en az kırk yıldır, ormana ve ağaca duyduğum dikkatle olabilir, Akdeniz'deki Ege'deki yangınlarda o cayır cayır sıcağın en önemli fail olduğuna inanırım.
Pek çok insana saçma gelecek, hiç olur mu dedirtecek bir kıyaslama yapayım, Ankara'da İzmir'den daha çok ağaç veya orman var. Dileyen araştırabilir. Yangınlarla ve turizm mafyası eliyle oralarda ormanlar günbegün azalıyor. Buralarda ise hem çok dikiliyor, üstelik hava ağaca daha uygun bir serinlikte büyüyor ya da büyür oldu. Küresel ısınmanın sonuçları diyelim, mevsimler ve iklim haritaları değişiyor.
Malum, orta sınıf, sahil kenarında bahçeli bir ev hayali kuruyor, küresel ısınma bunu da değiştirecek... bu da yazının kehaneti olsun, şuraya bir ünlem işareti bırakayım.
Salı, Ekim 29, 2024
Pazartesi, Ekim 28, 2024
Çizgi roman sohbeti
Şu soruyla sık karşılaşıyorum, "çizgi roman ölüyor mu?" veya ne yapmalı da çizgi roman "ölmekten kurtulur?". Niye ölsün diye başlıyorum cevabıma, bu bir anlatım biçimi, derdini ve hikayesini anlatmak isteyenler "kıyamete kadar" çizgi romanı bir araç olarak kullanmayı sürdürecekler...Üstelik, diyelim bugün bir şey oldu ve hiç üretilmeyecek bile olsa yüzbinlerce okunacak çizgi roman var, okuyabiliriz. Çocukluğumuza ve kaybolup giden bir sanata "hadi gel" birlikte ağıt yakalım canım benim demek istiyorlar sanki. Üzerinde hemfikir olacağımız, uzlaşabileceğimiz bir çocukluk hatırası da yok ayrıca... Aynı mahallede bile büyüsek, hepimiz başka yerinden hatırlıyoruz olup bitenleri...
Yok, endüstriyel bir sorunsa, o benim sorunum değil... Örümcek Adam'ın satıp satmaması benim derdim olamaz. Hadi diyelim ben "tarihçisiyim", endüstrinin gelişimini izlerim, kayıt altına alırım ama bir şeye ah vah edeceksem, tek başına iş üreten bir grafik romancının hayal kırıklığına daha fazla üzülürüm... Yok, üreticisi olarak bana soruluyorsa, hikaye anlatmak için her zaman bir yol bulurum, buldum da...(...) Siz bunlara kapılmayın, üretirseniz, üretmeyi bırakmazsanız mutlaka karşılığını alırsınız. bakmayın siz, pozunu çok yapıyorlar, çalışmak kolay değil, onu pek yapmıyoruz.
Y e n i ü r e t i c i l e r
Elbette, üreticisi sayısında bir azalma var, yetenekli insanların para kazanabileceği yeni araçlar var çünkü.... veya çocuklar için çizgi roman artık temel bir eğlence değil... çocuklar eskisi kadar çok "çizgi romancı" olmak istemiyorlar. Üretici sayısının azalması "sanat" olarak itibarı düşüren bir neden olamaz ama...
P o p ü l e r k ü l t ü r i ç i n d e
(...) Çizgi roman, popüler kültürün bir parçasıydı, artık eskisi kadar değil... bir tarihi ve folkloru var ama...bu gücünü mazisinden alıyor... Yeni bir ikon üretebilmesi imkansız... Hikayeler evreninde dijital platformlar, televizyon ve sinemanın yanında... etkiden konuştuğumuz için söylüyorum, esamisi okunamaz. Çizgi romanlar bin ya da bin beş yüz basılıyor, altı yüz adet basılanlar bile var artık. Sinema etkisiyle altı yedi bin satılan yabancı çizgi romanlar varmış. On beş bin satsa ne olur ki... 1970'lerde kırk bin satan dergiler az satılıyor diye kapanırdı. Mizah dergilerimizin hepsini toplasak yirmi bin satılıyor mu emin değilim, sanmıyorum. Bir etkileri var ama telife dönüşebilecek bir etki değil bu... Rağbet olmazsa telif de olmuyor, konuşulmuyor da... İnsanlar, sorarsanız popüler olanı eleştirirler ama döner dolaşır, konuşulur olanı konuşmak isterler...
O r i j i n a l l e r
(....) çizgi romanın eskisi gibi üretilmiyor, bilgisayar daha fazla işin içinde ama çizim sayfalarının koleksiyon ve sergi değeri yükseldi... İnsanlar tek ve biricik olan orijinal sayfayı satın alıyorlar... Yani geleneksel olan bitmez ve parayla olan ilişkisi nedeniyle değerli olmayı sürdürür. Sırf bu satış için sınırlı sayıda sayfa geleneksel olarak da çiziliyor. (...)
N o s t a l j i
(...) Dünya kadar insan halen üretiyor, sen çocukken okumuşsun, şimdi yaşlı adam gibi, nostaljiyle bize bir maziden bahsedip "bitti bu iş" filan diyorsun... Üretenlere saygısızlık filan demeyeceğim, senin beğenin veya seninle aynı fikirde olanların beğenisi... çizgi roman için bir ölçüt olamaz. Çok şükür olamaz. Dünya kadar farklı anlayış var bu işin içinde. Sen okumuyorsun diye okunmuyor diye düşünmek nasıl bir mantık anlamıyorum. (...) bakın bu da aynı şey, eskisi gibi çizilmiyor demek, eskisi gibi yazılmıyor demek... elli yıl önceki hikayelerle ilerlemek mümkün değil ki... akıl hala çocuklukta... sen o çizgi romanı okurken annen içerden gelip "dersine çalışsana evladım" diyecek sanıyorlar. (...) Popüler kültürün işleyişini düşünün, yeni gelmesi lazım bize, nostalji deniyor ya, o da revize edilen ve güne uyarlanan bir şeydir, nostalji dahi güne uyarlanmazsa yaşayamaz.
G r a f i k R o m a n
(...) Grafik roman, yeni bir yön, çizgi roman için yeni bir anlatım biçimi... Edebiyata yakın bir dili var, bu bence çizgi romanın dergiden kitap formatına geçmesiyle de ilgili işlevsel bir yenilik... Biz çok farkında değiliz ama Batı Avrupa'da feministler grafik romanı tür olarak çok sahiplendiler, bir ifade ve tepki aracı olarak sahiden iyi kullanıyorlar (...) Hayır, karıştırılıyor, İngilizcesiyle biri comics diğeri graphic novel... bizse o Amerikan icadının milli şuurumuza tehlike yaratmasını istemediğimizden, onu ta en baştan edebiyata-romana yaklaştırmak istemiş, benzetmiş, iliştirmişiz... yani biz çizgi roman derken, daha öncesinde resimli roman derken "comics" demek istiyoruz...
U n d e r g r o u n d
Underground çizgi roman da tür olarak bir alternatifti... ve bence bizim çizgi romanımızın bu konuda da bir geçmişi vardı. Ama muhafazakar bir dönemdeyiz, nasıl desem, sahaflarda içki masası resimleri çok satıyor, neden çünkü, kaybolur gibi oldu, büyük şehirler dışında içkili lokantalar yok oldular. Mevcut sansür koşulları nedeniyle diyelim Lombak tarzı öyküleri yeniden görebilmek artık o kadar kolay değil... Politically correct de değil... (...)
M i n i m a l i ş l e r
(...) Öngörüde bulunmak zor, içinde bulunduğumuz kültürel iklim, insanların otobiyografik hikayeler anlatmasını teşvik etmiyor, siyaseten hep bir "ağır" şey oluyor ve tepki veriyoruz,vermek zorunda kalıyoruz, hep daha büyük bir mesele var, kendimizi kolay ifade edemiyoruz. Yani bu hengamede minimal işlerin çıkması çok zor...daha bağıran hikayeler olur ama...oluyor da zaten...
E s k i l e r
(...) Kim ilginçti, hep söylüyorum aslında... Engin Ergönültaş ilginçti, İlban Ertem hakeza... Suat Gönülay yine öyleydi...Üçü de çok güzel hikayeler bıraktılar bize... Ben nasıl desem, bu konularda bir oburum, ararım, eskilere bakıyorum, bir kaç ay önce Suavi Süalp topladım, okudum, biraz dönem ruhuna bakmaya çalışıyorum... Galiba diyorum, senaryo işlerim bittikten sonra yazacaklarımı istifliyorum.
S e n a r y o i ş l e r i m
(...) Benim çizgi romanla ilgim, kitaplarım, grafik romanlarım filan senaryo işlerimde bana bir öncelik, bana bir kolaylık filan sağlamadı. Editörlüğüm veya akademisyenliğim de öyle... Başka başka çevreler bunlar... Yüksek bir rekabet var, senaryoya bakıyorlar, piyasa ölçüleriyle iyiyse, ilginçse, uygunsa seninle ilgileniyorlar. Yani ben editörmüşüm, kitaplarım varmış falan bunlar laftır, sahiden kimse ilgilenmez, kimse geçmişe bakmaz, çoğu insan yaptığım herhangi bir işi okumuş değildir. Hadi takdir edildim ve itibar gördüm diyelim, dün yok ki, aslolan bugün ve işin kendisi... yeniden ve yeniden bir kavga veriyorsunuz.
[2019 yılında Hacettepe ve Başkent Üniversitesinde yaptığım konuşmalardan, kayıtları deşifre eden Deniz'e (K. Yiğit) teşekkürler. Metni konuşma havasını bozmadan küçük düzeltmeler yaptım ve ara başlıklar ekledim]
Pazar, Ekim 27, 2024
Ne olacak bu mizah dergilerinin hali?
Cumartesi, Ekim 26, 2024
Doktor No
Cuma, Ekim 25, 2024
Güzel Şeyler
Perşembe, Ekim 24, 2024
Ve karşınızda hırkızlar
Bir kontrast istiflemek istediklerini biliyoruz. Suçlular ve biz, suçlular ve polisler, iyiler ve kötüler...
Suçluların, yakalanan mühimmatın filan sergilenmesini oldum olası garip bulurum, tabii ki anlıyorum, polis yapıp ettikleriyle ilgili bir vitrini olmasını arzuluyor, gözdağı vermeye korkutmaya çalışıyor, kendini ve başarılarını takdim etmek istiyor.
Oysa masumiyet karinesi ihlal ediliyor, itibar zedeleniyor, linççi bir dil kuruluyor vs... Sanılanın aksine ters de tepebilir bu yöntem, suçun romantize edilmesine yol açabilir, eylemin tekrarlanmasına neden olabilir filan...Hak getire tabii...
Fotoğrafı sevme nedenim: polisin suçluları teşhir ve takdim ederken kıvrılan eli, sahneye davet eder gibi değil mi? Rast perdesinden konuşur gibi...
Ve karşınızda yeni yakaladığımız hırkızlar!
Çarşamba, Ekim 23, 2024
Pazartesi, Ekim 21, 2024
Maskeli Çetin Kaptan
Pazar, Ekim 20, 2024
Dünyaya açılan pencere
Cumartesi, Ekim 19, 2024
Salih Erimez
Yukarıda iyi olduğunu düşündüğüm bir örnek seçtim. Külhanbeyleri sarhoş bir halde naralar atıyor, köpekler onlara havlıyor, arkadaki Zaptiye hiddetleniyor, penceredeki kızlar da "külhanlara" imreniyor filan... El hak, tarafları güzel konuşturmuş.
Külhanbeylerinin "Heyyt imanım, savulun be! Adımız çene söküp filiz kıran, var mı bize yan bakan?" narasına Zaptiye subayı hiddetlenip Çavuş'a emrediyor: "Çavuş, çevirin şunları, alın karakola yatırın falakaya, nara atmayı anlasınlar"... pencereden bakan kızların derdiyse başka: "Kırk bir kere maşallah. Yaradana kurban olalım."
Erimez için göz alıcı değil dedim, şöyle anlatayım, zanaat olarak, sahnenin istifinde penceredeki kızlar hiiç gözükmüyor, halbuki arzunun membaı olarak sadece görünmemeli dikkat çekici biçimde yerleştirilmeliydiler, hatta sayfa kompozisyonu değişmeliydi, onları merkeze alarak yeniden kurulmalıydı demek istiyorum. Sonuçta erkekler tepişiyor, onlarsa bir espri olarak kapalı hayatlarına sirayet eden o narayı gürültüden çok bir aşk nağmesi olarak görüyorlar.
Erimez, son yıllarında çizmiş bu sayfaları, belki yorulmuştu, belki bıkmıştı, onu da aklımda tutuyorum.
Cuma, Ekim 18, 2024
Bir günün beyliği
Kürt Beyi: bir günün beyliği beyliktir! |
Ona yazdığım cevabı paylaşayım: Özel bir ilgim olmadığı için olayın kendisine dair bir şey söylemem zor, dönemin gazetelerine bakmak gerekiyor. İlk söyleyeceğim, konuyu (espriyi) Yusuf Ziya Ortaç bulmuş-söylemiş, Cemal Nadir sadece resmetmiş olabilir, bunu hep aklımızda tutmalıyız, imzaya aldanmamak gerekiyor... Akbaba’da özellikle siyasi esprileri Ortaç belirliyor, karikatüristlere "çizdiriyor"...
İkinci mesele ise o dönem basınında Kürtler ismen dahi pek geçmiyor, şaki ya da eşkıya olarak niteleniyor ve o mantıkla da karikatürize ediliyorlar. Sonuçta İstanbul'da çıkan az satışlı yayınlar bunlar... Kürtlerle "karşılaşmıyorlar", onların düşman gündeminde Yahudiler ve Rumlar var. Yani o espriyle içerdeki Kürtlere yönelik bir mesaj verilmiş olması çok mümkün görünmüyor. Sovyetler, Kürtlere, Araplara, atıyorum Afrikalılara yardım ediyor gibi görünür ama aslında köleleştirir gibi bir yargıya sahipler... Bir günlük beylik esprisinde elbette Kürtlere yönelik tahkir ve tezyif var, ama yukarıda söyledim, onları eşkıya ölçüsünde vahşiler gibi görüyorlar... hakeza Arapları ve "Zencileri" de öyle görüyorlar. Bilmedikleri için de klişelerle düşünüyorlar.
E, peki niye bu kapağı çizmişler dersek, öncelikle anti Sovyetik bir refleksi aklımıza getirmeliyiz. Sovyetlerin desteklediği herhangi bir şey iyi olamaz diye düşünülüyor, o fikirle bakılıyor olup bitene, mesele Kürtler değil Soğuk Savaş iklimi ve koşullanması bence...
Şunu bilebilsek, güzel olurdu, aynı soğuk savaş koşullarıyla ilgili Akbaba'nın feyz aldığı Fransız dergileri örneğin, bu meseleye dair ne çizmişlerdi?
Perşembe, Ekim 17, 2024
Boğaz Manzarası
Mizah dergilerinin asıl okurları ergenlikle "genç yetişkin" yaşları arasındaki erkeklerdir, yani 14 ile 24 diyelim, o ara... İş güç sahibi olunca dergiler bırakılır, hayata atılmak, aylaklığın sonudur. Ha, okurlardan genç erkekler dedim, işin içine aylaklığı da katmak gerek...Gezinen, keşfeden, arayan, yeni öğrenen...özetle büyüyen birileri.
Karikatürdeki genç kadını dikizleyen erkekler, bu karikatürün çizildiği tarihlerde pek de eleştirilmezdi, doğru ya da yanlış bulmak gibi bir ahlaki seçenekle düşünülmezdi. Kadın imkan tanımasa orada olmayacak gibilerdi. Saf, kıfayetsiz, çapsız ve meteliksizlerdi ama saldırgan değillerdi. Ya da bir "Karagöz" sempatisi gösteriliyordu diyelim. E kadın okur da yoktu veya kadınların ne hissettiği hiiç hesap edilmiyordu.
Sonra sonra maganda, zonta filan diye diye abazan gençler ve lümpenler aynı mizah dergilerinde "dövülmeye" başlandı. Aylaklıktan dahi korkulur oldu, insanlar evlerine sığındılar, sokak özgürleşmenin değil tehlikenin membaı oldu. Karagöz filan değil de bildiğin tehlikeydi o insanlar... Doksanlara gelmiştik.
Not: Argo bahsinde bir not düşeyim, yetmişli yıllarda, manzara değil de, "sinema seyrediyorum" denirdi. Seyir halini, sinema bütünüyle fethetmişti artık.
Çarşamba, Ekim 16, 2024
Ayı, Ataç ve Ankara
[Ataç söyleniyor, 10
Temmuz 1955, Günce 1, Can
Yayınları, İstanbul 1998 (2. Basım)]
Salı, Ekim 15, 2024
Levendddd
Pazartesi, Ekim 14, 2024
Baksınlar
Üniversite ne öğretir insana... Tabii ki tek cevabı yok bunun.... Bir ruh olarak, farklılığı ve farkındalığı anlatır, yol arkadaşlığı eder size... Eleştiriyi, dünyaya farklı bakmayı “öğreten”, birarada yaşamayı gözeten, dünyada tek siyaset ve tek doğru olmadığını anlatmaya çalışan bir ruhtan söz ediyorum. Peh diyebilirsiniz, hiç öyle değil, liseden farkı yok, nerde yaşıyorsun şu bu… Yanlış olması, eksik olması veya hiç olmaması o ruhun, o esasın olmadığını ve olamayacağını göstermez.
Bir sınıfa girersiniz, sınıfta Kürt de vardır, Kürt düşmanı da, Alevi de vardır, Alevi nefreti de, Müslüman da vardır, Müslüman olmayan da. Taşralı da vardır, hiç büyük şehirden çıkmamış da. Hep beraber, hukuk, izan, vicdan, demokrasi, özgürlük, otorite, baskı, etik ve çoğulculuk tartışırsınız. Tarih, yanlış yapan sayısız bürokrat ve siyasetçiyle doludur, en çok orada ve o yaşta öğrenirsiniz. Sebepler, kırılmalar, yakınlıklar ve uzaklıklarla ilk kez orada yüzleşirsiniz.
Hitler nasılgüzelgelmişti Almanlara ... dersiniz mesela… Hayret edersiniz. Şaşırırsınız, irkilirsiniz. Zaman uzar kısalır, hayat büyür küçülür. Bağıranların ne niyetle bağırdıklarını anladığımız yerdir üniversite… Vatan, millet, demokrasi, hürriyet derken nasıl da dayak atıldığına şahit olursunuz…
Şu hayatta, hemen hiçbir yerde kurulmayan eşitliğin, inanın romantize etmiyorum, kurulabileceği tek yer üniversitedir, imkandır.
O eşitlik içinde, o öğrenciler isyan ederek olgunlaşırlar, beğenmeyerek eleştirerek… hiç de öyle değil diyerek… farkına vararak, farkında olarak… o zaman dünyaya yaklaşılır, o zaman o öğrencilerin hocaları “genç” kalırlar.
Yukarıda imkandır dedim, ihtiyaçtır, lazımdır… Aşağıya da yukarıya da bakacaklar, elzemdir, yeter ki baksınlar…
Hayal kurmadan hikayeniz olmuyor.
Not: Yazıyı bitirince tekrar okudum, iyimser ve "ılımlı" oldu be, o dangoz faşist de seni çok anlardı hissine kapıldım, oysa "ilke" konuşuyorum, haksızlık edilen meselenin hayati önemini hatırlatıyorum. Gerginlik bizi öyle belirliyor ki, ne söylesek eksik kalıyor.
Pazar, Ekim 13, 2024
Ahmet Ayık ve büyük bahşiş
Cumartesi, Ekim 12, 2024
Çakmak ve kül tablası
O akıl, normali de etkilediği için haliyle "eleştirilmeli"... Çünkü eleştirilmediği sürece bir farkındalık yaratamayız, saçma der, "pulp" der, geçer gideriz.
İki tane kitsch örneği paylaşacağım, itiraf ediyorum, bu türden zevzek ürünlere meraklıyım... Kadınlar genellikle güzel, narin, uysal ve itaatkar temsil edilirler, cinsel cazibeye indirgenirler filan... Yukarıdaki işçiliği hoş olan ahşap bir kül tablası, alttaki ise döküm çakmak... İkisi de "erotik" bir niyetle, erkek müşterinin ilgisini çekecek biçimde tasarlanmış...
İlkine külünüzü çırpıyor, cuaranız biteyazdığında o kadın vücuduna bastırarak ateşini söndürüyorsunuz. Hastalıklı bir şey ve hiç anlaşılır gibi değil...Tek kelimeyle düşmanca duruyor. İkincisinde ise tuşa basınca kadının kasıklarından "ateş çıkıyor", sigaranızı yakıyor, tellendiriyorsunuz. Ateşli kadın tahayyülünden yola çıkılmış olmalı... "Kadın yanıyor" filan derler ya, galiba o hesap... Fallik bir sembol sayılan sigarayı yaktığına göre! Neyle neye gönderme yapıldığını, bilenler bilmeyenlere anlatsın.
Cuma, Ekim 11, 2024
Boy Fukarası (!)
Sosyal medyada insanlar birbiri hakkında pervasızca, belki şaşırtmak belki cesur görünmek için benzer türden aşağılayıcı nitelemelerde bulunuyorlar... Ayıp mayıp desek de şaşırmıyoruz, normalimiz çoktan şaştı. Geçen bir arkadaşım, bu dil nerden çıktı, nerden serpildi filan diye hayret ederek konuşuyordu. Ben de ona magazin gazetecilerinin aynen böyle yukarıdan, yüksek perdeden konuştuğunu, o dil ve pozla haber yazdıklarını, hiiç de sorgulanmadıklarını anlatmıştım. Ona da gönderdim tabii haberi...
Perşembe, Ekim 10, 2024
Çadır Tiyatrosu
Çarşamba, Ekim 09, 2024
Salı, Ekim 08, 2024
Edip Cansever'in Antikacı Dükkanında
Konuşmada ilginç bir bölüm var, kendime yakın bulduğum için paylaşacağım. Fethi Naci, Cansever'in şiirinde ve konuşma dilinde "ya da" yı çok kullandığını söylüyor, fark etmiş...
Cansever şöyle yanıtlıyor: "Aynı şeyi Melih Cevdet de söyledi. Bence bu şundan ileri geliyor. Önceki şairlerin dünyaya bakışlarında bir kesinlik vardı: her şeyi çözmüş gibi bir hal, bir konu alıp onu işliyorlardı. Bunu yaparken dünyayı yorumlayışlarında bir donma vardı denebilir. Oysa ben sürekli olarak kavrama halinde sayıyorum kendimi."
Ne diyordu Çehov, "gerçek ikisi arasında bir yerde..." Öyle kolay olsaydı, di mi yani?
Not: Ve... ile başlayan ne çok dizesi var şiirimizin... Ya da'ya gelene kadar...