Epey bir zamandır üniversitede Uygarlık Tarihi dersi veriyorum. Globalleşme bahsine geldiğimde, ister istemez, sermayenin dünyanın her yerine (herhangi bir toplumsal, idari ya da yasal kısıtlama olmaksızın) akabilmesinden söz ediyorum. Lafı parası olan herkesin istediği ülkede yatırım yapabilmesine-mülk satın alabilmesine getiriyor, örnekler veriyorum. İlk anlattığım zaman tepkiler karşısında şaşırmıştım, şimdilerde hazırlıklı konuşuyorum, çünkü pek şaşmıyor, her defasında tekrarlanıyor. Öğrenciler, yabancıların gelip en güzel sahil beldelerimizden mal mülk satın aldığını ama sıra bizim başka bir ülkeden ev ya da arsa almamıza geldiğinde, yasak ve sınırlamalar getirildiğini iddia ediyorlar. Buna göre yabancılar (Almanlar, Ruslar, Yahudiler ve diğerleri) şehvetle ve üçer beşer sahillerimizi parselliyorlar. İddialarının doğru olmadığını, her TC vatandaşının mevcut kurallara riayet ettiği sürece her yerden mülk alıp yatırım yapabildiğini örnekler vererek anlatıyorum. Öğrencilerin hiçbir ülkeyi-etnik topluluğu sevmediğini, onları efelenerek, celallenerek, kahırlanarak, nefret ederek, bıkkınlıkla konuştuğunu insan ta ilk günlerden keşfediyor ama yine de bu habasetin nerden faş edeceğini kestiremiyor.
Globalleşme bahsinde meselenin yabancı düşmanlığının test edildiği bir tartışmaya dönüşeceğini hiç tahmin etmemiştim örneğin. Geçtiğimiz yıl bu tartışma uzayınca, dersi tekrar ettiğim bir başka bölümde bu iddialar yinelenmesin diye onları da içerecek biçimde bir özet yaptım. Globalleşmenin bir sonucu olarak yabancı düşmanı reaksiyonlar oluştuğunu anlattım. Diğer bölümde yaşanan tartışmaları da bu bağlamda değerlendirdim. Ders arasında birkaç öğrenci yanıma geldi ve biri, yaşadığı Ege şehrinde yabancılara bağ, bahçe ve ev satılmadığını kurumlanarak ileri sürdü ve ekledi: “Bizim orda hiçbir Kürt ev bark alamaz hocam, satmazlar”. Hal bu olunca, ders boyunca tartışılan yabancı kavramından ne anlaşıldığını irkilerek fark ediyorsunuz.
Tomlinson’u izleyerek söylersek, kültürün sınırları tehdit altında olduğunda, sınırların korunması politik bir mücadeleyi gerektirmektedir. Kültürel sınırları kurmaya/korumaya yönelik her türlü eylem politiktir. Kültürün sınırları, kültürel farkı kuran ayrımlarla açığa çıktığına göre, kültürel farkın inşası da politiktir. Çevremizde, medyada, geniş anlamıyla kamusal alanda itham eden, ne çare ki küfreden, kaşını kaldıranı hainlikle, işbirlikçilikle suçlayan birilerinin olması ve bu insanların rağbet görmeleri rastlantı değil. Global sermaye akışının, söz konusu hezeyanların ve politik deveranların tetikçisi olduğu da söylenebilir. Az ya da çok, bu hatip ve romantiklerin ürkütücü olduğu, bu tekinsiz öfke siyasetinin kültürel ürünlerle gündelik hayata çöreklendiği, yaygınlık kazandığı, sınır ve ayrımların onarılamaz mesafeler yarattığı görülebiliyor. Kurtlar Vadisi dizisi, Sabetayistler edebiyatı, Efendi’ler ya da Hitler’in Kavgam kitabı hep bu yüzden popüler oldular, -kem gözlere şiş- çok sattılar, satıyorlar.
Almanya’da O Günlerde…
Kavgam’ın çizgi roman uyarlamasının yayınlandığını duyduğumda rahatsız olmadım desem yalan olur. “Bir düşüncedir, katılmayabiliriz ama dinlemeliyiz” müsamahası gösterilmemesi gereken tehlikeli bir kitaptan söz ediyoruz. “Kavgam” kadar “Kavgam’ı” yaratan koşullar özellikle önemli. Bilindiği üzere Birinci Dünya Savaşı ertesinde gerçek bir savaş deneyimiyle cepheden dönen askerler, kendileri gibi savaşmayan kadınlara, entelektüellere, yabancılara, azınlıklara yönelik -başlangıçta- pek de açıkça ifade edilmeyen bir garez duydular. Ahir günlerde sus pusu unutup cayır cayır ilendiler. Örneğin Almanya onlar yüzünden yenilmişti, Britanya bu nedenle asker kaybetmişti, Fransa halen tehdit altındaydı vs. Bu askerlerin ekseriyeti yeni kurulan sağ partilerde saf tuttular. Hitler de bunlardan biriydi. Başlangıçta alelade bir üyeyken kolektif hıncı bağırarak dillendirmesi, hatipliğinin serpilmesi ve kalabalıkları yönlendirmeyi öğrenmesiyle parti liderliğine yükseldi. Hapis cezası almasına karşın toplumun geniş kesimlerinde haksızlığa uğradığı hissini uyandırdı. Ajitatif ve saldırgan tutum sahiplerinin, özellikle ırkçı düşüncenin kendisini bir mağduriyet içinde göstermesiyle ilgili tipik bir örnektir bu. Hitler, hapisteyken yazıyor Kavgam’ı. Savruk, özgün olmayan, mevcut anti-semit metinleri yineleyen bir kitabın bu ölçekte popüler olması, Nazilerin iktidara gelmesiyle ilgili. Sahiden okundu mu belirsiz, parti pratiği, gündelik hayat ve siyaseti dönüştürüyor çünkü. Günümüzde Kavgam, anti-semit ve en hafif ifadesiyle İsrail karşıtı kesimler tarafından sahiplenilen bir kitap. Yahudilerin güçlü lobi ve propagandaları sayesinde marjinalize edilen, gerçekleri dillendirmesine rağmen yaftalanan, haksızlığa uğramış bir başyapıt olduğu düşünülüyor bu kesimlere bakılırsa. Yahudi soykırımına inanılmıyor, altı milyon insanı yakacak fırın olmadığı dahi ölçüp biçiliyor. Sapla samanı karıştırmamak lazım.
Yanlış Soru: Hitler Olmasaydı…
Kavgam Manga, Türkçede daha önce yayınlanan Kapital Manga’yı (Yordam Kitap, 2009) hazırlayan ekip tarafından anti-faşist bir duyarlılıkla hazırlanmış. Bu sebeple sadık bir uyarlamadan ziyade belli ölçülerde kitabı da kapsayan Hitler’in (bir dönemini anlatan) biyografisi olarak tanımlanabilir. Çizgi romana bakıldığında hikâye akışına ket vuran bir belge(sel)cilik yapılmamış. Dramatik bir eksende kısmi psikolojik göndermeler kullanılarak Hitler’in başka türlü bir hayat ve kişilik olabileceğine dair yorumda bulunulmuş. Babasıyla ilişkisi farklı olabilseydi ya da sanatçı olarak kabul görseydi “kıyım olmazdı”, “savaş çıkmazdı!” iddiasını taşıyan beyhude (ve spekülatif) tarih yorumları vardır. Uyarlamada bu çıkarım kendini hissettiriyor. Parti içinde yükselirken ilk bölümlerdeki masum ve kandırılmaya müsait kişiliğini göremiyoruz. Bu duygusal uçurum doğal olarak mübalağalı ama çizgi romana özgü bir agrandize değil. Hitler literatüründe benzer nitelikte eşik ve kırılma anları (What if) çeşitli biçimlerde kullanılmış, onun insani yüzünü göstermek iddiasıyla anlatılara başka türlü bir gerçeklik (vehmi) katılmaya çalışılmıştır. Hâlbuki biliyoruz ki mesele Hitler değil bütün Almanya’nın “milli hisleri galeyana gelerek” günah keçisini bulması, herkesin haklı (ve normal) bulduğu bir tepkiyle eyleyeceğini eylemesidir. Yahudiler ve diğer milli olmayanlar öldüğünde Almanya’nın düze çıkacağına inanan bir çoğunluk olduğu, herkes birbirinin bekçisi kesildiği ve şiddetli bir vicdan tutulması yaşadığı için Hitler varolabilmiştir. Kavgam Manga’da başrolün Hitler’e verilmesi ve onun şeytanla eşleştirilmesi itidalli bakabilmeyi engelliyor. Şöyle bitireyim, otuzlu yıllarda Yahudilere yönelik hücumlarda gözetim ve koruma yapan Alman polisine “Yahudi dostu” diye bağırıyormuş saldırganlar ve en çok da bu “haksız ithama” üzülüyormuş Polisler.
Kavgam-Manga, İsrail ile yaşanan krize denk düşen bir zamanda yayınlandı, ilgiyi nasıl etkiledi ayrıca merak ediyorum.
12.6.2010 Birgün Kitap