Çok değil, bir on beş yıl önce, dünyanın pek çok
ülkesinde yapılan anket, tartışma ve tepkiler gösteriyordu ki, büyük bir
çoğunluk medyayı inandırıcı bulmuyordu; “yalan yazdığı”, abarttığı, yapılan
haberlerin medyanın ticari çıkarları ve sahip olduğu ideoloji dolayımıyla
biçimlendiği, tutarsız ve çelişkili olduğu, taraf tutmasına rağmen nesnellik
iddiasında bulunduğu, sadece sansasyon peşinde koştuğu söyleniyordu. Hakkındaki
handiyse kemikleşen tüm bu olumsuz kanaatlere rağmen, büyük bir çoğunluğun
birincil haber kaynağının medya olması da ilginç değildi kuşkusuz. Medya tüm hayatımıza dâhil oluyor ve
gündelik olanı önemli ölçüde yönlendiriyordu. Öyle ki medya, ortak iyi ve
kötüyü, yanlışı, çirkini, ahlak dışı olanı da işaret ediyor, belirginleştiriyor,
işin tuhafı, kimi zaman da görmezden gelebiliyordu. Düşman kadar kahraman da
üretiyordu. Medyayı güvenilir bulmadığını beyan eden toplumların sevip saydığı,
güven duyduğu kişi ve kurumları da hemen her zaman medya ve medya seçkinleri
üretiyordu. Sayısız ülkede rüşveti reddeden bürokratlar, yolsuzluk ve kanun
dışılıkları açığa çıkaran mali ve adli denetçiler, ekonomi elitleri, mafyaya ya
da geniş ölçekli bir örgüte direnen savcılar medya aracılığıyla
kahramanlaştırılıyorlar. Manşetlere taşınıyor, eylemlerini sürdürmelerini
kolaylaştıran kamuoyu desteğini önemli ölçüde medyadan sağlıyorlardı. Bir başka
ifadeyle medyaya güvenmeyen toplumlar medyanın kahramanlarına inanıyorlardı.
Üstelik bu kahramanlar bir süre sonra gündemden silinebiliyor veya birer “halk
düşmanı”na dönüştürülebiliyorlardı. Medyada iyi ile kötünün rol değiştirmesi
gerçek hayatta olduğundan çok daha kolay(dı).
Medyanın
kendine rol olarak seçtiği ve itibarını arttırmak için olur olmaz zikrettiği
kamu adına denetleyicilik (watchdog) ideali de bu kahramanlar ve onların
yaratım süreciyle pekiştiriliyordu. Yaratılan kahramanlara verilen destek,
medyanın itibar tazelemesini sağlıyordu. Hakeza, kahraman - düşman dualizmine
dayanarak üretilen stereotiplerle korku ve güvensizlik duygularını canlı
tutarak, egemen ideolojinin işleyişine de katkı sağlıyordu. Elbette medya bunu
tutarlı ve tek biçimli yapmıyor; bütünlüklü olarak bakıldığında medya
birbiriyle çelişen bir içerikle var oluyordu. Örneğin Türkiye’de anaakım
medyaların bir sayfasında devlet göreve çağrılırken, diğer sayfasında
neoliberalizmin öngördüğü yeni sosyal politikalar savunuluyordu. Hal böyle
olunca, anaakım medyanın tutarlı bir yayın politikası olduğundan söz etmek
mümkün değildi. Konjonktüre, güç ilişkilerine ve ticari kaygılara göre
biçimlenen bir yayıncılık anlayışından söz etmek daha doğru görünüyordu.
Bugün, Türkiye’de
yazılı ve görsel medyanın içinde bulunduğu durumu, düşen satış rakamlarını, televizyonların
sahiplik ilişkilerini ve denetleyicilik işlevini yerine getirmemeyi tercih
etmelerini hesap edersek…bir güven sorunu kalmadığını teslim etmek gerekiyor.
Medya tartışması artık yapılamıyor, demokrasinin işleyişiyle ilgili bir sorun olduğu
kadar, etkisi de o denli önemsenmiyor. Siyasetin vardığı bir nokta da olabilir
bunun bir nedeni… ama gazeteden veya televizyondan haber alma imkanı ve
beklentisi kalmadı sanki.
Hobsbawn’ın deyişiyle yirminci yüzyıl, sıradan insanların
yüzyılıydı ve onların ürettiği, onlar için üretilen sanat bu yüzyıla hâkim
olmuştu. Birbirleriyle bağlantılı iki araç, sıradan insanın dünyasını ilk kez
bu kadar görünür ve belgelenebilir hale getirdi: röportaj ve kamera. Berlin
Duvarı’nın yıkılmasıyla nihayetlenen Soğuk Savaş döneminin etkileri en çok ve
bir kez daha gündelik yaşama sirayet eden teknoloji ile kendini gösterdi. Cep
telefonları ve internet bu yeni dönemin simgeleri oldular. Cep telefonları
sayesinde kolaylaşan ses ve görüntü kayıtları internet aracılığıyla global
ölçekli olarak dolaşıma girdi.
Ve biliyorsunuz, artık sosyal medya çağındayız. Sıradan
insanların kamerası, mikrofonu ve “kalemi” geleneksel medyadan çok daha etkili…Veya etkili olduğu fantezisi içindeyiz... Sıradan insanların önemsendiği, muhabirleştiği, medya seçkinlerine dönüştüğü... kaotik
bir biçimde güven sorununun mirasçısı da olduğu bir evre diyelim buna...… Internette yazılana
güvenmiyoruz…
Başa dönüyoruz yani…Medya ve demokrasi tartışmalarının hem yenilenmesi hem hatırlanması hem popüler kültürün hem de kamusal alanın anlaşılabilmesi için önemli...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder