Klasik
bir soruyla başlamak istiyorum: Çizgi roman merakınız nasıl başladı? Ve bu
merak, nasıl oldu da akademik bir kariyere dönüştü?
Sondan başlayayım, 2007′de
Üniversiteden istifa ettim, o bakımdan akademi benim için geçmişte kaldı.
Doktora yaptığım için geri dönebilirim ama artık böyle bir niyetim yok. Çizgi
romanla hep ilgiliydim, çizgi roman senaristi olmak, geniş anlamıyla yazar ve
senarist olmak gibi bir hayalim vardı. Korku dergisinde, o günlerin Alfa
Yayınlarında benim yazdığım çizgi romanlar yayınlandı. 1985 yılıydı, otuz yıl
olacak. Sonra 90′ların başında Korsan ve Koloni isimli çizgi roman fanzinleri
çıkarttım, mektup arkadaşları, yazarlar çizerler, koleksiyoncular, çok insanla
o yıllarda tanıştım. İnsan sevdiği şeyin itibarsız sayılmasına üzülüyor,
hırslanıyor. Mesela o zamanlar insanlar çizgi roman yerine Teksas Tommiks
derdi, illet olur düzeltirdim. 1992′de çıkardığım Koloni fanzinini dağıtmak
üzere İstanbul’a geldiğimde çizgi roman satan tek bir yer yoktu. Hayat ne kadar
değişti. O dönem, hırs ve iştahla, çizgi romancılarla röportajlar yapmaya,
malzeme toplamaya, kütüphanelerde çalışmaya başladım. Türkiye’de çizgi roman hakkında
bir kitap yazdım. O çalışma bana üniversite yolunu da açtı, asistan
oldum. Çoğu insan çizgi roman hakkındaki çalışmalarımın yüksek lisans ya da
doktora çalışmam olduğunu sanır, halbuki hiç birisi akademik bir amaçla
yazılmamıştır.
Sizin
çizgi roman tarihiyle ilgili yazdığınız kitapların yanı sıra, ara ara dizi
senaryoları da yazdığınızı biliyorum. Dumankara’yı okurken, “bu hikayelerden
oluşan bir dizi yapılabilirmiş” diye düşünmüştüm. Galip Tekin’in, Tuhaf
Hikayeler serisi gibi. Siz hiç böyle bir şey düşünmüş müydünüz? Ya da, o
hikayelerden bazıları, hayata geçmemiş dizi senaryolarının çizgiye dökülmüş
hali olabilir mi? Dünya sineması artık neredeyse tamamen çizgi roman senaryoları
üzerine dönüyor. Emanet Şehir’de de güzel bir dönem filmi havası sezdim. Bu
konuda herhangi bir çalışmanız ya da girişiminiz olacak mı?
Birbirlerinden çok farklı
alanlar, arz ve talebin başka biçimlerde şekillendiği yerler. Pek çok yapımcı,
yönetmen ya da kanal yöneticisi benim çizgi romanla ilgili olduğumu bilmez. İyi
senaryo yazıyorsanız varsınız, yoksa yok…İyi senaryo ne demek onu tartışmıyorum.
Bir yıl önce konuşsaydık size kendi filmimi çekmek için para biriktirdiğimi
anlatırdım. Bu yıl uluslararası bir film için senaryo yazdım ve o noktada film
çekmemeye karar verdim. Oradaki üretim mantığı, festivaller bambaşka bir ilişki
ağı ve tecrübe gerektiriyor. Benim gibi haftada 2,5 gün evinden dışarı çıkan
bir adama göre değil bu işler dedim, yapamayacağımı anladım. Bu hikayelerden
film olabilir ama bir talibinin olması gerekir, dizi işi karışık, mainstream
kalıpları çok etkili. Ben onları grafik roman olarak düşünerek yazdım. Kimseye
proje olarak götürmek gibi bir niyetim olmadı. Zaten yapımcılardan ya da
kanaldan gelen teklife göre yazıyorum. Ha, Dumankara için de Deli Gücük için de
teklif geldi ama doğrusu ciddiye alınacak şeyler değildi. Herkes film ya da
dizi çekmek istiyor ama herkesin yapabileceği bir şey değil. Üstelik her
bakımdan güvenilmez bir piyasa bu. Büyük yönetmen, büyük yapımcı dediğiniz
insanların nasıl neşeli dolandırıcılar olduğunu bilseniz şaşarsınız.
Türkiye’nin
çizgi roman tarihiyle ilgili bir çizgi roman senaryosu yazmayı hiç düşündünüz
mü?
Doğrusu çok istiyorum, şimdi
yazdığım bir senaryoda kısmen değineceğim ama ilk çizgi romancılarımızı anlatan
bir İstanbul hikayesi aklımda geziniyor. Sahiden çok istiyorum. Nasip diyelim.
Bu
hikayeyi, başka dillere çevirtip yurtdışında yayımlatmayı düşünüyor musunuz?
Daha yazmadım :) Ama
haklısınız, bazen yurt dışını düşünerek hikayeyi kurmanız gerekebiliyor. Ben
editör ve senarist olarak her zaman istediğim işleri yapabiliyorum diyemem. En
azından grafik romanlarımda hayal ettiğim hikayeleri anlatabileyim istiyorum.
Çeviri işi de başka bir çaba istiyor, benim şöyle bir hissiyatım var, bir iş
bitince geride kalıyor, önümüzdeki maçlara bakıyorum. Geriye dönemiyorum.
Dumankara yerel bir iş, Emanet Şehir yine başka türden yerellik içeriyor ama
daha çevrilebilir nitelikte. Bunun için farklı bir yoğunlaşma gerekiyor, galiba
adamakılı bir hevesim yok. Bunu sadece birlikte çalıştığım arkadaşlar için
isteyebilirim. Mesela Berat, hem iyi bir çizer hem de daha da iyi olacak.
Emanet Şehir’in çevirisi ona yarasın isterim.
Klasik
[birçok defa sorulmuş olacağını düşündüğüm] bir soruyla da bitireyim:
Ankara-İstanbul kavgası, bir nevi ezeli rekabet gibi, hiç bitmeyecek tartışmaların
kaynağıdır. Ankara’yı İstanbullulara anlatmak ya da Ankara’yı İstanbullulara
sevdirmek gibi bir hisse kapıldınız mı bu kitapları yazarken?
Böyle bir arzum yok, buna
yönelik bir çabam da yok. Vakit ve enerji kaybı olur. Ben insan hikayesi
anlatıyorum, bu hikayelerin Ankara’da geçmesi ilgi çekebilir ama ben bu ilgiden
faydalanmak adına yapmıyorum bunu. Hayat İstanbul üzerinden aktığı için söylüyorum,
bilmediğim bir şehri anlatamam. Bildiğim sokaklara ve yakından bildiğim
hayatlara yöneliyorum.
Emre Yavuz ile pelerinli.com için söyleşmiştik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder