Perşembe, Haziran 26, 2014

Emanet Şehir Röportajı




Klasik bir soruyla başlamak istiyorum: Çizgi roman merakınız nasıl başladı? Ve bu merak, nasıl oldu da akademik bir kariyere dönüştü? 
Sondan başlayayım, 2007′de Üniversiteden istifa ettim, o bakımdan akademi benim için geçmişte kaldı. Doktora yaptığım için geri dönebilirim ama artık böyle bir niyetim yok. Çizgi romanla hep ilgiliydim, çizgi roman senaristi olmak, geniş anlamıyla yazar ve senarist olmak gibi bir hayalim vardı. Korku dergisinde, o günlerin Alfa Yayınlarında benim yazdığım çizgi romanlar yayınlandı. 1985 yılıydı, otuz yıl olacak. Sonra 90′ların başında Korsan ve Koloni isimli çizgi roman fanzinleri çıkarttım, mektup arkadaşları, yazarlar çizerler, koleksiyoncular, çok insanla o yıllarda tanıştım. İnsan sevdiği şeyin itibarsız sayılmasına üzülüyor, hırslanıyor. Mesela o zamanlar insanlar çizgi roman yerine Teksas Tommiks derdi, illet olur düzeltirdim. 1992′de çıkardığım Koloni fanzinini dağıtmak üzere İstanbul’a geldiğimde çizgi roman satan tek bir yer yoktu. Hayat ne kadar değişti. O dönem, hırs ve iştahla, çizgi romancılarla röportajlar yapmaya, malzeme toplamaya, kütüphanelerde çalışmaya başladım. Türkiye’de çizgi roman hakkında bir kitap yazdım. O çalışma bana üniversite yolunu da açtı,  asistan oldum. Çoğu insan çizgi roman hakkındaki çalışmalarımın yüksek lisans ya da doktora çalışmam olduğunu sanır, halbuki hiç birisi akademik bir amaçla yazılmamıştır. 

Sizin çizgi roman tarihiyle ilgili yazdığınız kitapların yanı sıra, ara ara dizi senaryoları da yazdığınızı biliyorum. Dumankara’yı okurken, “bu hikayelerden oluşan bir dizi yapılabilirmiş” diye düşünmüştüm. Galip Tekin’in, Tuhaf Hikayeler serisi gibi. Siz hiç böyle bir şey düşünmüş müydünüz? Ya da, o hikayelerden bazıları, hayata geçmemiş dizi senaryolarının çizgiye dökülmüş hali olabilir mi? Dünya sineması artık neredeyse tamamen çizgi roman senaryoları üzerine dönüyor. Emanet Şehir’de de güzel bir dönem filmi havası sezdim. Bu konuda herhangi bir çalışmanız ya da girişiminiz olacak mı? 
Birbirlerinden çok farklı alanlar, arz ve talebin başka biçimlerde şekillendiği yerler. Pek çok yapımcı, yönetmen ya da kanal yöneticisi benim çizgi romanla ilgili olduğumu bilmez. İyi senaryo yazıyorsanız varsınız, yoksa yok…İyi senaryo ne demek onu tartışmıyorum. Bir yıl önce konuşsaydık size kendi filmimi çekmek için para biriktirdiğimi anlatırdım. Bu yıl uluslararası bir film için senaryo yazdım ve o noktada film çekmemeye karar verdim. Oradaki üretim mantığı, festivaller bambaşka bir ilişki ağı ve tecrübe gerektiriyor. Benim gibi haftada 2,5 gün evinden dışarı çıkan bir adama göre değil bu işler dedim, yapamayacağımı anladım. Bu hikayelerden film olabilir ama bir talibinin olması gerekir, dizi işi karışık, mainstream kalıpları çok etkili. Ben onları grafik roman olarak düşünerek yazdım. Kimseye proje olarak götürmek gibi bir niyetim olmadı. Zaten yapımcılardan ya da kanaldan gelen teklife göre yazıyorum. Ha, Dumankara için de Deli Gücük için de teklif geldi ama doğrusu ciddiye alınacak şeyler değildi. Herkes film ya da dizi çekmek istiyor ama herkesin yapabileceği bir şey değil. Üstelik her bakımdan güvenilmez bir piyasa bu. Büyük yönetmen, büyük yapımcı dediğiniz insanların nasıl neşeli dolandırıcılar olduğunu bilseniz şaşarsınız. 

Türkiye’nin çizgi roman tarihiyle ilgili bir çizgi roman senaryosu yazmayı hiç düşündünüz mü? 
Doğrusu çok istiyorum, şimdi yazdığım bir senaryoda kısmen değineceğim ama ilk çizgi romancılarımızı anlatan bir İstanbul hikayesi aklımda geziniyor. Sahiden çok istiyorum. Nasip diyelim. 

Bu hikayeyi, başka dillere çevirtip yurtdışında yayımlatmayı düşünüyor musunuz? 
Daha yazmadım :) Ama haklısınız, bazen yurt dışını düşünerek hikayeyi kurmanız gerekebiliyor. Ben editör ve senarist olarak her zaman istediğim işleri yapabiliyorum diyemem. En azından grafik romanlarımda hayal ettiğim hikayeleri anlatabileyim istiyorum. Çeviri işi de başka bir çaba istiyor, benim şöyle bir hissiyatım var, bir iş bitince geride kalıyor, önümüzdeki maçlara bakıyorum. Geriye dönemiyorum. Dumankara yerel bir iş, Emanet Şehir yine başka türden yerellik içeriyor ama daha çevrilebilir nitelikte. Bunun için farklı bir yoğunlaşma gerekiyor, galiba adamakılı bir hevesim yok. Bunu sadece birlikte çalıştığım arkadaşlar için isteyebilirim. Mesela Berat, hem iyi bir çizer hem de daha da iyi olacak. Emanet Şehir’in çevirisi ona yarasın isterim. 

Klasik [birçok defa sorulmuş olacağını düşündüğüm] bir soruyla da bitireyim: Ankara-İstanbul kavgası, bir nevi ezeli rekabet gibi, hiç bitmeyecek tartışmaların kaynağıdır. Ankara’yı İstanbullulara anlatmak ya da Ankara’yı İstanbullulara sevdirmek gibi bir hisse kapıldınız mı bu kitapları yazarken? 
Böyle bir arzum yok, buna yönelik bir çabam da yok. Vakit ve enerji kaybı olur. Ben insan hikayesi anlatıyorum, bu hikayelerin Ankara’da geçmesi ilgi çekebilir ama ben bu ilgiden faydalanmak adına yapmıyorum bunu. Hayat İstanbul üzerinden aktığı için söylüyorum, bilmediğim bir şehri anlatamam. Bildiğim sokaklara ve yakından bildiğim hayatlara yöneliyorum.

Emre Yavuz ile pelerinli.com için söyleşmiştik.
link 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder