Çizgili sanatlar açısından yılın en önemli olayı sanıyorum, Milo Manara'nın Umberto Eco'nun ünlü eseri Gülün Adı'nı çizgi romana uyarlaması oldu. Albümü çizgi olarak değerlendireceğim, çünkü henüz ilk bölümü yayımlansa da romanın ağır bir malumatçı tarafı var, sadakatli bir uyarlama gibi durmuyor, Avrupa'daki albüm anlayışına uygun az sayfalı bir format seçilmiş... Diğer yandan Manara o kadar özenli çalışmış ki, magnus opus dikkati ve özverisi göstermiş, uzun süredir (hatta hiç) bu kadar güzel çizmemişti diyorsunuz. Yine de ezber bozabilirmiş, Adso'nun karşısına çıkan kızı daha sıradan, daha yerli ve gerçekçi çizebilirmiş örneğin... Bayağılığı hiç aklına getirmemiş, film uyarlamasını dikkate almış Connery yerine Brando'yu seçmiş mesela, oradaki Vargas'ı modelleyebilirmiş veya onunla inatlaşabilirmiş pekala...Bildiğini, kırk yıldır gözü kapalı çizdiği kadını yinelemiş. +++ Göz alıcı bir çalışkanlığı var Selçuk Demirel'in. Bu kadar çok çizmesi, yinelenen esprilerini de gösteriyor, göze çarpan takıntılarını...Demirel çok "göz" çizen bir sanatçı. Görememek, göstermemek, başka türlü görmek, göz hapsinde tutmak, göz ardı etmek onun çalışmalarında sıkça karşımıza çıkıyor. Gösteri, bu tema etrafındaki epeyce çalışmasını derlemiş bir albüm.
Günlük Ritüeller, "büyük eserlerin yaratıcıları nasıl çalışır?" altbaşlığıyla yayımlanmış bir geeker kitabı... Ara ara okunan, karıştırılan-dallanan kitaplar var ya onlardan...Hafif dedikodu, hafif abartı ve bolca magazin malumatı diyelim. Hakkını teslim edelim, güzel yazılmış, kolay okunan, neyi iyi yaptığını bilerek yazılmış bir çalışma. Hayatımı yazarak sürdürdüğüm ve geçindiğim için ister istemez başka bir gözle okuduğumu, çalışma rutinimi, takıntı ve saçmalıklarımı başka yazarlarla kıyasladığımı fark ettim. Yazmak sadece ilhamla olmuyor, yüksek bir disiplin ve hayattan kopmayı gerektiriyor çünkü... +++ Dip, nedenini bilemiyorum, atlamışım, ancak on yıl sonra okuyabildim, Hakan Tacal'ın İstanbul'un yeraltı dünyasıyla mitolojiyi harmanladığı bir "kıyamet eşiği" hikayesi. Haraç için gittikleri pavyonda cadıların esiri olan mafyacı arkadaşların esaretten kurtulmalarını anlatmış Hakan... Her zaman erkek gösterilerine kinayeyle yaklaşan bir dili vardı, yerel arayışları olurdu, Dip'te bunu sürdürmüş. Futbol fanatizmi bence hikayesini komikleştirmiş, başka bir çözüm değil de bunu seçtiğine göre mizahi bir tonu olsun istemiş. Finaldeki mutsuz kadının gergin tutumu ve dırdırı, sağ koluna dönüşen eşcinsel koruması bence ironiye gayet güzel katkılar sağlamış... Ötesi, bana fazla geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder