Pazartesi, Nisan 24, 2023

Bozkır soruları

[Üçüncü sezon olacak mı?] Benlik bir durum değil, seyirci ilgi gösterirse, BluTv isterse olur… Dördüncü sezonu yazar mıyım bilmiyorum ama üçü yazarım demiştim zaten.

[İlk sezonla ikinci sezon arasında ne fark var?] Beş yıl var öncelikle esprisi yapacağım. İkinci sezonda daha katmanlı bir hikaye anlatmaktı niyetim, içiçe geçen ve tamamlanan bir şimdiki zaman resmi vardı aklımda. Şehirde geçmesini istiyordum. En temel fark bu diyebilirim.

[Nuri Pamir niye yok?] Ekin’in ailevi dertleri vardı, öyle de olmayabilirdi, mesleki olarak başka bir meselesi de olabilirdi, hakkıdır anlamında söylüyorum bunu, oynamak istemedi, ben de başka bir karakteri Payidar’ı kattım. Değişikliğe gittik. 

[Katili neden en baştan gösterdiniz?] Bu hep soruluyor ama finale geldiğinizde başka bir şey görüyorsunuz, bir twist yapmak istedim. Bazen katilin kim olduğunu merak ettirirsiniz, bazen katili bilir nasıl yakalanacağını izlersiniz. Polisiye klişelerini kullanıyorum ama ben asıl olarak bir ruh hali, bir dönem panoraması anlatıyorum.

[Polisiye] Eski polisler, şimdi cinayet çözmek öyle kolay ki diyorlar, her yerde kameralar var, her temas artık bilimsel olarak  tespit ediliyor filan. Bizde çözülmüş cinayet dosyalarını okuyorum, bizim polisler ya sahiden rastlantılarla bir şeyleri fark ediyorlar ya da zanlıyı saatlerce sorguluyorlar filan... E hikayede başka zorluklar gerekiyor bize... hem kolay olmaması lazım hem de o sorgu seyirciyi sıkıyor. Benim kurmak istediğim gerçeklik vehminde hiçbirinden geri durmadım, hepsini kullandım. İlk sezon daha slow burn bir işti, ikinci sezonda özellikle son üç bölümde daha yüksek tempo ve o temponun içinde polisiye bir çözülüş kurdum.

[Nordic] Yıllardır suçlu profillerini okuyorum, aynı katil hakkında o kadar değişken hikaye ve yorumla karşılaştım ki, neden sonuç ilişkisi zihin açıcı olsa da verili "gerçekten" şüphe etmem gerektiğini anladım. Amerikan polisiyesi daha net şeyler söylemekten yana, Nordic tahkiyesi bana daha yakın geliyor. Seyfi'nin finaldeki sözleri profilci Amerikan basitleştirmesine yönelik bir eleştiri.

[Alevileri neden hikayeye katma gereği duydunuz?] Özel bir şey yapmadım, cami görünce bu soru sorulmuyor mesela, Aleviler hayatın içindeler, hiç yoklarmış ki gibi davranılıyor, varlar… Mesaj vermeye çalışmıyorum, bu kadar basit bir meselenin arkasında başka bir niyet yok… Alevi değilim. Ha şu var, bizim hikayelerimizde deprem veya covit de yok. Sakıncalılar listemiz epey uzun… 

[Akif Emre kim?] Özel birisini işaret etmiyorum, taşrada yaşayan, metropolde taşralı hallerini sürdüren epey akademisyen ve yazar tanıyorum, onların bir ortalaması diyelim.

[Göndermeler] Yapıyorum ama bunları konuşmak istemem, oyunbozanlık gibi geliyor bana. Kolay anlaşılan bir tanesi, ilk bölümün isminde var, Aliço’nun Dirliği… Fakir Baykurt’un Irazca’nın Dirliği romanına gönderme mesela…

[Ailenin iç ilişkilerini neden göstermediniz] Ben popüler kültürün imkanlarını kullanarak yaşadığımız zamana muhalefet ediyorum. Göstermek üzerine kurulu bir sistemin içindeyim, her şeyi açıklamanızı istiyorlar. Bu faslı anlatmamayı, insanların hayal gücüne bırakmayı tercih ettim. Kaldı ki epeyce done verdiğimizi düşünüyorum.

[underrated bir dizi olması…] Ben öyle düşünmüyorum, bir dizinin beş yıl sonra devamı çekiliyorsa o iş underrated olamaz. İnsanlar, bir hikayeyi sevdikleri zaman onun çok konuşulmasını, harcadıkları vaktin değer kazanmasını istiyor, hayıflanarak ilgi görmediğini söylüyorlar. Popüler kültürün işleyişi böyledir. Tüketiciler o rekabete dahil ederler kendilerini. İşte Amerikalılar yayımlasaydı şöyle konuşulurdu gibi gibi… Önce kendi tarafımdan anlatayım, beni herkesin bilmesini değil bilenlerin bilmesini tercih ederim. İstanbul’da yaşamamayı isteyen benim, o dağı ve gürültüyü biliyorum. Hayıflanmıyor ve üzülmüyor, kaybettiğim bir şey olduğunu düşünmüyorum. 

[Netflix’e iş yapsanız keşke…] Benim “keşkem” farklı… keşke HBO olsa da onlara çalışsaydım, iki Amerikalı arasındaki farkı bilenler bilmeyenlere anlatsın…BBC de olur… Mavra yapıyorum elbette, arada geçişler olsa da her platformun hikâye tercihleri var, kimisi hamburger yapıyor, kimisi masada oturmayı gerektiren yemek… Netflix’e senaryo yazabilirdim, üç kere teklif geldi, baştan reddettim, birinde sözleşmem gereği olacaktı, onda da ben huysuzluk ettim, film senaryomu geri çektim, seyretmeyecektim çünkü… Benim açımdan mesele, hikayeme ne kadar müdahil olunacağı ve ne anlatabileceğim, neye ne kadar izin verileceği ile ilgili…Kahramanlık hikayesi gibi anlaşılmasın, şartlar benim lehime değişirse yazarım, Netflix’e iş yapamadım diye üzülüyor filan değilim yani. Bugüne kadar bana özgürlük sağlayan-ihtimam gösteren insanlarla çalıştım ayrıca. Bu işlerde günü yaşıyorsunuz, sonraki günlere dair bir endişem yok.  Hayat kısa, mutlu olacağım işler yazmak ve gerçekleştirmek istiyorum. Yapamazsam da dünyanın sonu değil, kendime yeni patikalar bulabilirim.

[Geniş maddi imkanlar elinizde olsaydı neler yapardınız?] Gerçekten bilmiyorum, Amerikalılar, geçenlerde yerli bir dizinin sadece prodüksiyonuna 17 milyon dolar harcamışlar filan. Çok da şaşırıyorum bu kadar para harcanmasına. Birlikte çalışacağım insanların hayatını kolaylaştırabilir ama motivasyonum para değil, sahiden sadece hikayeyle ilgileniyorum.  O kadar para nasıl harcanır bir fikrim yok ayrıca. Ben böyle deyince senin hayal gücün yok filan diyerek çevremdekiler gülüyorlar bana...

[Neden yönetmenlik yapmak istediniz?] Benim bu türden bir arzum vardı diyemem, BluTv “Showrunner” olarak çalışmamı istiyordu, o beni düşünmeye sevk etti, bizde pek bilinen bir çalışma biçimi değil, önce cesaret edemedim, örneğin bunu Yeşilçam’da da yapabilirdim, yapımcılar da yönetmenler de böyle bir çalışmaya alışkın değiller. Bir dirençle karşılaşacağımı, set tecrübesi olmayan biri olarak bana karşı bir refleks göstereceklerini, mutsuz olabileceğimi düşünüyordum. Bozkır daha uygundu benim için, daha özgür olabileceğimi bildiğim bir ortamdı. Başta iki bölüm yönetmek istediğimi söyledim, 1 ve 8’i çekerim gibi geliyordu. Oyuncu programlarının karmaşıklığı, hızlı çekmek zorunda olmamız, önhazırlık yapamamak filan derken bölümleri içiçe çekmek durumunda kaldık, öyle olunca baştan sona içerde kaldım.

[Nedir showrunnerlık?] Yapımda benim onaylamadığım herhangi bir şeyin olmaması üzerine kurulu bir sistem düşünün, itiraz hakkım da var, baştan sona içerdesiniz. HBO esasen böyle bir sistemi istiyor ve uygulattırıyor, yazarlarla ilerleyen yeni bir eğilim. Biz, yönetmenin tek adamlığına inanan, idari yapımcıların kolaylaştırıcı gibi çalıştığı, asıl olarak ışık ve ses grubunun kontrolünde gelişen bir sistemle ilerliyoruz. Senaristlerin sette hükmü var denemez. Onlara arada sorular sorulur, genellikle mekanla ilgili, maliyet düşürücü detaylardır bunlar. Aslına bakarsanız özel bir sözleşmeyle sınırların belirlenmesi gerekiyor, benimkisi bütün tarafların varlığımı ve seçme hakkımı onayladığı bir sözlü anlaşmaydı. Ben seçimler yapmak üzere oradaydım, itiraf edeyim önce biraz turist gibiydim ve sadece sahne istifi ve oyunculara nasıl oynamaları gerektiğine dair yorumlarda bulundum. Benim konumum herkes için zordu, bir gerilim olduğunda yönetmen ne diyor diye bakmaya alışmış bir kalabalık var. Eğer işinizi seviyor ve herkes kadar çalışıyorsanız, set size daha kolay alışıyor.

[En büyük sorun neydi?] Sete gitmeden önce iyi bildiğim bir şey vardı, yaptığım iş benim için çok önemliydi ama çalışanların yüzde doksanı için herhangi bir işti, parasını alacak ve bir sonraki işe geçecekti. Oran olarak işi sevenleri çoğaltabilirsem iyi olurdu. Onun dışında sanat yönetmeni ve sahne tasarımına takık birisiyim, onu bir parça değiştireceğime inanıyordum. Asıl sorun, sorunlarla nasıl başedeceğimi bilmememdi, öğreniyorsunuz, hızlı öğrenirim, çünkü işimi seviyorum. İnsanlar sizin iyi niyetinizi anlarsa her şey daha kolay gelişiyor. Ha bir de, hasta olmaktan korkuyordum, en az on dört saat süren bir mesai, zor koşullar, sürekli zaman kayıyor, gece gündüz dönüyor, yoruluyordum ve bağışıklık sistemim beni korumayabilirdi, bu kadar insan bana güvenmiş, çat yatağa düşüyorum, Ankara’ya dönüyorum filan, bu ihtimaller beni geriyordu, hiç istemiyordum çünkü, çok şükür kazasız belasız hastalanmadan süreci atlattım. 

[Showrunner olmak ve yönetmenlik yapmak size ne kattı?] Asıl amacım, auteur alanımı genişletmekti… Dijital platformlarda bir şey üreteceksem bana bu alanı açacak insanlarla devam etmek istiyorum. Ne yapabileceğimi göstermek istedim. Onun dışında bu deneyimin senaryo yazarken katkıları mutlaka olur.

[İlk sezonla ve başka dizilerle karşılaştırılmak…] İnsanlar ikili-dualistik ayrımlarla düşünürler, biri iyi diğeri kötü derler, ben sahiden böyle şeylere kafayı takmam, önemli olan üzerine koymak. Bozkır beş yıl sonra yayınlanabildi, seyirci istemese ve seyretmese ikincisi çekilemezdi. Üçüncüsü olursa ikincisi başarılı olmuştur, çok basit aslında. Başka dizilere gelince, popüler kültür böyle işler, herkesin bildiği popüler olduğu için popüler olanla karşılaştırılırsınız, True Detective taklidi deniyor mesela, polisiye onunla başladı sanılıyor çünkü… Bozkır’ı ilk yazdığımda ünlü bir televizyoncu okudu ve beğenmeyerek bana dedi ki, ben True Detective arıyorum… Herkes bir şey söylüyor aslında. Çevreden ve sektörden yorumlar duyuyorum ama sosyal medyada diziyle ilgili yazılmış herhangi bir şeyi okumadım, çok doğrudan bana yazılmış ve gönderilmiş bir şey değilse görmüyorum yani.

[Bir senaryom var, okur musunuz?] Hayır, bu işe başladığım ilk günden itibaren bir başkasının yazdığı senaryoyu ilke olarak okumuyorum, değil bana kimseye göstermeyin, çalışmalarınızı doğrudan yapımcılara gönderin derim. Ortada bu kadar para ve popülerlik olunca, dedikodusu ve haseti bol bir çevrede çalışıyorsunuz demektir, “asla okumam” bununla ilgili bir önlem.

[Senaryo ekinizde sizinle birlikte çalışabilir miyim?] Bir ekibim yok, üstelik  işlerimi kolaylaştırıcı biri bile olsun istemiyorum artık, denemedim değil, piyasa madden belirsiz olduğu için birlikte çalıştığım insanların geçim sorumluluğunu düşünüyorsunuz, üstelik yaratıcı insanların narsizmi de var, aşılmayacak şeyler değil ama zor oluyor.   Dijital platformlara çalıştığım için kabul edilebilir ve üstesinden gelinebilir uzunlukta işler üretiliyor, tek başıma yazabilirim demek bu. İlk zamanlarda yazarken-çalışırken biriyle konuşmam gerekiyor gibi hissediyordum, çok az insan gördüğüm bir hayat sürdürüyorum çünkü, sonra anladım ki, ihtiyacım olan şey, mesai arkadaşı değil, sosyalleşmekmiş … 

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Levent abi merhaba. Dizide, otel seçiminizi merak ettim. Ali İsmail'in katledildigj sokak orası... O dönem kamera kayıtlarını vermedi o otel... Siz iyi bilgi de aldınız, kayıtları da...😄😄😄

Related Posts with Thumbnails