Dikkatli okuyucu,
yerlilik bahsinde CHP’nin geniş yer tuttuğunu fark etmiştir. Genelde sağ
tarafta, solla özdeşleştirilen ve özellikle ’60’lı yıllardan sonra bizzat CHP
tarafından da sol olarak tanımlanan Kemalizm ve Tek-Parti döneminin “sol” olup
olmadığını tartışmayacağım. Diyeceğim şu: Sola dönük yerli olmama ithamında
Marksizm kadar Tek-Parti elitizminin ağırlığı gözardı edilmemeli.
Özetle, sağın solla
ilgili eleştirileri Millîlik, halk, taşra ve hattâ sınıfsal farklılıklarla
ilgili. Başlangıçta yerlilik eleştirisinin dayanaklarını iki ayrı bölümde
sorgulamaya çalışacağımı yazmıştım. Bu sebeple, aynı ithamların
izdüşümleri üzerinden sola bakabiliriz. Solun başka bir mecrada kendisiyle
ilgili benzer bir sonuca ulaşması, dahası bunu değiştirmeye çabalaması önemli.
Şevket Süreyya, ’20’li yıllarda, hapiste, ülkeyi kurtaracak olanın
Millî-Komünizm olduğuna inanıyordu. Türkiye ayarındaki birçok azgelişmiş
ülkenin Marksizm adı altında modernleşmesi , bu inancın birçok yerde “yerli”
entellektüellerce vakt-i zamanında paylaşıldığını göstermekte. Millî sol,
millîyetçi sol gibi yaklaşımlar da belirli bir zaman dilimiyle sınırlanmaktan
çok, süreklilik arzediyor. Halkı için yaşayan, halka danışan, halkıyla iç içe
ve onun için savaşan bir sol miti hep mevcut oldu. Yön Dergisi,
Doğan Avcıoğlu, THKO kökenli hareketler, Mehmet Ali Aybar, Millî Demokratik
Devrim, vs. bu çizginin çeşitli isimleriydi. Bildiriler genellikle “Halkımıza”
hitabıyla başlıyor, anti-emperyalist ve anti-oligarşik halk hareketinden
bahsediliyordu: “Faşizme ölüm halka hürriyet”.
Türkiye’de sol
düşüncenin kitleselleştiği ’60’lı yıllardan itibaren yerlilik, sol için daima
merkezî bir önem taşıdı. Son Komintern’in İspanya iç savaşına ilham veren “halk
cephesi” önerisi, dünyada solun yerlilik sancısına, öncelikle teorik düzeyde
ilaç olabiliyordu. Buna göre, faşizm dalgasını durdurmak için sosyal
demokratlar, liberaller ve tüm iyi niyetli insanların biraraya geldiği geniş
bir “halk cephesi” oluşturulacak; devrimci sol, işçi sınıfı ile köylülerin
örgütlenmesini sağlayacaktı. Böylelikle onların mücadeleri yönlendirilerek,
öncülük edilecekti. Stalin’in Troçkist enternasyonalizme karşı sunduğu
millîyetçi yan anlamlarla yüklü “tek ülkede Sosyalizm” tezi debunda işlevsel
oldu. Böylelikle, devrimci sol, hem halkıyla birarada yaşayacak, faaliyet
sahasını onların yaşadığı yeri esas alarak düzenleyecek hem de devrimi bir halk
hareketi olarak gerçekleştirecekti. ’60’lı yıllarda TİP’liler radyo
konuşmalarına “Maraba!” diye başlıyorlardı. Gecekondu yıkımlarında ahaliyle
birlikte hareket edilerek, direniliyordu: “Gecekondu Yıkılmaz Halk Bunu
Unutmaz!”. Yayınlar, “işçilerin ve köylülerin gazetesi-dergisi” ibaresiyle
takdim ediliyordu. Sonraları üniforma biçimini alan parka, kot, bot ve kısa saç
bile “halkla uyum, halk önünde kıyafete özen” düsturundan çıkmaydı. Halk,
aşkın-kutsal bir anlam öbeği, temizlik ve saflıktı. Ve bu halk, başkalarına
zulmetmeyi meşrû gören zihniyetteki faşist azınlığın baskısını yaşıyordu,
faşizme karşı korunması gerekiyordu. Yerli olmayan, faşistlerdi; kendi halkına
zulmeden, sömüren, başkalarına peşkeş çeken o halktan olamazdı. Nâzım Hikmet, “hiçbir
korkuya benzemez/halkını satanın korkusu” diyerek bir sağcıyı
anlatıyordu. Devrimciler halkın arasında, onların bir parçasıydı. Gülten Akın,
öldürülenler için “Halkın bağrından biçtiler/birer birer hepimizi” diyordu.
Hasıl-ı kelam,
yerlilik, sağ ya da sol için durdukları yere göre halk ya da milletle
özdeşleştirilerek kullanılan, içi doldurulan, kimin elindeyse onun şeklini
alabilen bir kavram. İçeriği çok geniş ve herkesin üzerinde uzlaşabileceği bir
tanımı yok. Her şeyi içerecek çağrışımları var, ama işaret ettiğine yaklaştıkça
ele gelir kavram olmadığı anlaşılan bir muğlaklık. Kapsamı bir kavrama hayat
veremeyecek kadar manipülatif, geniş ve belirsiz. İdeolojik ve kutsal. Neyi,
kimi, hangi duruşu ve nasılı anlatmasa da her türlü aşkınlık ve kutsallık
yüklenmiş özlemlerin ifadesi. Karşıtını ihanet tonunda adlandıran çatışmacı.
Yerlilik, her
isteyenin istediği gibi donatacağı, istediği muhtevayı verebileceği zengin bir
ideolojik mühimmat içeriyor. Ama aynı mühimmat, öncelikli olarak, millî
kimliğin devamlılık arz eden düzenleyici düsturlarından biri. Solda ya da
sağda, yerli olmak iddiası, iddia sahibini ister istemez milliliğin gereklerini
yapmaya zorluyor ve iddianın kapsamını yerelleştiriyor. Bunu diğer adı: ideolojik
stilizasyon, folklorik bir yeniden-üretim. “Saz”ın kullanımı üzerinden
düşünüldüğünde bile yerlilik; sahiplenme, yer alma, elde etme mücadelesi. Solun
millî demekten imtina ettiği “o” kimliğin dönüştürülme uğraşı. Bu mücadele,
kültürel yenilenmelerin ilhamı, motoru da bir yerde. Anadolu-Pop için yerli
değildir diyebilir miyiz? Ya “Klark Bıyıklı” Ayhan Işık? Veya “Ya Sev Ya
Terket”e verilen tepkiler, o “yüzde yüz yerli ve millî” slogandan sanki daha mı
az yerli?
Yerlilik, insanın
yaşadığı yerin dili, belki şivesi, alışkanlıkları, mitleri ve sembollerine
duyulan bir aidiyet aynı zamanda. Siyasî ya da etnik bir azınlık için “kayıp”
bir tarihi keşfetmek, onları muhafaza etmek, hâkim olana karşı direnmek
çoğunlukla. Her insanın varlık dünyasıyla tinsel kaynaşması için, kendini
mutlaka bir etnik kökene bağlaması gerekmez elbette, ama varoluşsal açıdan
mutlaka bir gruba dahil olması şarttır. Açık ifadesi: Bir yerli olmayan,
olamaz; daha da açığı: “kendimi bir yere ait hissetmiyorum” savı hikâyedir.
İnsan, öncelikle şunu söyleyebileceği birilerine ihtiyaç duyar. Biz olmadan ben
olamaz. Bu, her insan tekinin kimlik krizine getirdiği çözümdür de.
Biliyorum,
anlatılan yerlilik, millîyetçilikle aynı durakta halk otobüsünü bekliyor
görünebilir. Hattâ gelen otobüsün şöförünün muhtemelen bıyıkları sarkıktır onu
da biliyorum. Biletimi atar, arka sıralara geçerim. Kimileriyle merhabalaştığım
tanıdık yüzler, bildik konuşmalar, mırıltılar, duvar yazıları vardır
koltuklarda. Cam kenarları çoktan dolmuş. Dünyayı bilmem, ama otobüsümü
anlatabilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder