Salı, Temmuz 05, 2022

Bahçelerde arzular

Ankara’da yaşadığım yer olan Güzeltepe, yeşili bol bir mahalle, yaza girerken dalları meyvesiyle dolup taşan sayısız ağaca rastlıyorsunuz. Her gün evden ofise giderken, ofisten eve dönerken, canımın çektiğini yol üstünden birer ikişer koparıyorum, çocukluktan kalma bir alışkanlık... bahçelere dalarak büyümüşüm...

Ne ki, her yıl şaşırıyorum, benden başka bu işlere gönül indiren "çocuk" yok sanki... Dallardaki meyveler öylece duruyor… Kimsenin ağaçlara çıktığını, bahçelere daldığını, meyveleri topladığını görmedim... Dünya kadar çocuk ve genç var, Vallahi tillahi biri olsun buna teşebbüs etmiyor... Erikler ve kaysılar kızarıyor, dutlar dökülüyor, önce bademler sonra kirazlar dalında kuruyor, düşünüyorum da çağlayken talan ederdik biz...

Bu durumu kime anlatsam, laf genellikle sokakta büyümemiş çocuk, çocuk değildir yargısına varıyor... yani demek istiyorlar ki "biz çocuktuk" bunlar "yazık yazıkk"... Ben bu türden hayıflanmaları pek sevmiyorum, asıl meseleden uzaklaştırıyor bizi. Niye arzu duymuyorlar ben onu merak ediyorum, yazıklık bir durum olduğunu düşünmüyorum. 

Çocukluğumda, aileler ancak önemli günlerde dışarıda yemek yedikleri için yılda bir ya da iki kez İskender yiyebilirdim, Uludağ Lokantasına gidilirdi, yediğim şeye bayıldığım için o gidişlerin tekrarını heves ve heyecanla beklerdim. O lezzet ve "alay-ı vala" beni o kadar etkiledi ki, yaşadığım her sıkıntı sorasında, anne ya da babamın ameliyatları filan geçtiğinde mesela, hastaneden çıkıp doğruca Uludağ'a gider, kendime İskender ısmarlardım.  Uzun yıllar yaptım bunu. Oğlumun ya da onun yaşıtlarının bu seremoniyi anlaması kolay değil, İskender özel bir şey değil artık, yemekçiler adım başı her yerdeler, telefonlardan iki dakikada sipariş veriyorsunuz, dışarıda yemek yiyebilmek büyük bir lüks sayılamaz vs vs...

Bir arkadaşıma, dallar meyvelerle dolu, biri bile almıyor dediğimde bunlar eksiklik bilmiyor ve özlem duymuyorlar, ulaşabiliyorlar filan diyerek uzun bir açıklamaya girişti... İktisatçıdır, kısmen katıldım, ona da söyledim, kısmen ezber buldum söylediklerini... İnsanları ve toplumları dönüştüren ve alt üst eden en önemli "şey" bence arzu... Ki arzu dediğimiz kolay bulunmayacak, rekabetçi ve itibarlı görünecek,  taze anlamında genç ve tüketilmemiş, az bulunur olacak bir şey...

Çocukluğumu düşünüyorum, mahallede sadece bir tane manav vardı, market mefhumu akla dahi gelmiyordu, haftada bir gün pazar kurulurdu, meyveyi orada görür, satın alırdık. Benim arzularım tabii ki farklı olacak... 

Sorun, asıl olarak o arzunun nasıl dindirildiğiyle ilgili, tam da orada işler karışıyor çünkü. Sokak röportajlarında kenardan ortaya seyirten amcalar "yima! içma! alma la alma" filan diyorlar ya o öyle kolay bir şey değil... telefonlarda harca butonu var, indirimli yemekler, sepette sürprizler... 

İktisatçı arkadaşım, sen ben lokantadan yemek yemeyebiliriz ama bu çocuklar bunu yapamazlar, lokantadan yemek yememenin bir tasarruf ve tercih olduğu hayatı bilmiyorlar diye ısrar etti... Ananem, "fakirlik değil, zenginken fakir olmak zordur" derdi, arkadaşım biraz onu anlatmak istiyordu. 

Bence en büyük sıkıntı, birinin yemesi diğerinin yememesinden çok, birinin yediğinin hayal edilmesinden çıkıyor. İşte arzu tam da böyle bir şey, dinmiyor, durmuyor, ele avuca sığmıyor...hayal kırıklığının tarihini yazıyor. 

4 yorum:

Sadece C. dedi ki...

Ben izninizle bir başka açıdan bakacağım.
Münih'te yaşadığım yerde de meyve ağaçlarından meyve toplayan sayısı az. İlk geldiğimde şaşırmış hattâ balkonuma tırmanmış olan erik ağacından reçel yapıp komşulara dağıtmıştım. Kimsenin aklına gelmemiş o ana dek.. Bunlar benim sizin nesliniz insanlar. Gençler biraz daha farklı, doğaya meraklılar ve ilgileniyor öğreniyorlar ama bir sanat eseri gibi, dokunulmaz, kırılgan bir şey gibi düşünüyorlar doğayı. Bunda tabii çevre sorunlarının etkisi var. Fakat ben şunu gözlemledim; daha çok da mülkiyet, şehirleşme, bireyselleşme kültürünün getirdiği "bu benim değil, bu başkasının, dolayısıyla yasak" mantığı var. Kızım mesela 8 yaşında, bir daldan asla bir meyve kopartamaz, korkar, ya başkasınınsa, bana ait değil, çalıyorum vs. Aşırı yoğun bir kurallar, yasaklar ve korku bilinci var yeni nesilde. Sanki en basit güdümüze; ödül-ceza güdümüze geri dönmüş gibiyiz insanlık olarak. O yasak bu yasak, buna kızarlar, şunu yapsam ayıplarlar. Biraz acaba bu da "içgüdü" ya da "tutku"larımızın önünde set oluşturmuyor mu? Artık büyük şehirlerde, bireysel değil toplumsal değerlere göre yaşıyoruz..

Levent Cantek dedi ki...

Doğayla ilişkide sanat eseri-müze vurgusu zihin açıcı oldu bana, teşekkür ederim... Yasak meselesi ise bence çok karışık, yasak varsa arzu yükselir, kaçınılmaz bir çelişki... Kızınızı eşitlerinin yanında, tek başınayken ya da kimsenin görmediğini düşündüğü bir anda görmek lazım :)) Şöyle anlatayım, Tuna için her okula gittiğimde öğretmenleri abartılı bir biçimde "fair" ve "correct" olmasından söz ediyorlardı, çok ölçülüydü, nerde yetişmişti filan, farklı okullar ve öğretmenlerden duydukça illet olmaya başladım. Bana normal geliyordu ama demek ki çocuk, akranları ve eğiticileri nazarında başka bir biçimde görülüyordu. Spor yapmasını istiyordum, yüzme iyi olur gibi geliyordu, bir spor hocası dedi ki, sakın bunu yapmayın, bu çocuğun faul yapmayı öğrenmesi lazım... Basket oynamaya başladı. özel olarak çalıştırıldı, gücünü rekabet içinde kullanmayı öğrettiler. Laf lafı açtı, arzu hikayesinin dışına çıkmış gibi görünüyorum ama faul yapmasını öğretmek, arzu etmesini sağlamak gibi bir yoldu bence... "winner" olmak arzuya hükmetmek ve esir etmek gibi ya... Çok selam

Adsız dedi ki...

Sadece C ye katiliyorum.Bir de bunu yapmak evlerden irak,varosluk olarak gorulur kazara bir cocuk yapsa akranlari tarafindan.

Levent Cantek dedi ki...

Varoş vurgusu da doğru, haklısınız

Related Posts with Thumbnails