Çocukken yattığım odanın hemen dışında tırnak büyüklüğünde bir gece lambası vardı, o ışığın varlığı beni rahatlatır, o güvenle daha kolay uyurdum. Sanıyorum her çocuğun böyle bir hikayesi vardır, küçük bebeklere, yastıklara ve türlü güzel şeylere sarılarak, "öcülerden" kurtuluruz...
Korktuğumuzda, endişeyle ne yapacağımızı bilmez olduğumuzda emniyetli bir şey istiyoruz, endişemizi azaltacak, acizliğimizi unutturacak, paniğimizi bastıracak...bir tutacak dal, bir sığınak... Şimdilerde insan kendini terapi etmeli filan deniyor, eskiden "kafayı dağıtmak" derdik, içki içerken "felekten bir gece çalmak" da denirdi, rutinin dışına çıkmak anlamında... kurtulmak!
Doksanlı yıllarda gündelik dile dahil olan "stres atmak" da bunun bir parçası... İşte insanlara büyük şehrin baskısından kaçın, yürüyüş yapın, hareket edin, oksijen alın türü küçük büyük reçeteler verilir olmuştu. Ben günlük tutan, dertleriyle yazarak hesaplaşan biri olarak galiba "streslerimle" yazarak başediyordum. Otuz yıl önce yazdıklarıma bakıyorum da ebeveynlerimle yazarak kavga etmişim, günlüğüm ve yazdıklarım benim yeni gece lambam olmuşlar.
Bazı insanlar alışveriş yaparak rahatladıklarını söylerlerdi, küçümserdim, şimdilerde az bulunur kitapların, orijinal çizimlerin peşine düşerken, garip fotoğrafları toplarken (satın alırken) rahatladığımı fark ederek, alışverişçilere karşı eskisi kadar zalim olamayacağımı anladım. Bir ara hiç yürümek istemezdim, bir yılı geçti, her gün bir beş kilometre yürüyorum, yok eğer yürümezsem korkunç bir mutsuzluk çekiyorum. Bana benzemeyen (benim işimi gücümü bilmeyen) insanlarla sohbet ederdim, küçük kaçamaklar gibi onlarla muhabbet açar, işim ve rutinimle ilgili gerginliği geçici olarak unutur, askıya alırdım. Bugün, hala sıkı bir muhabbetçi olsam da, eskisi kadar sarmayabiliyor insanlar beni... Çevremde çok sayıda geeker vardı, konudan konuya atlayan, siyaset ve edebiyat magazini bilen, "şunu duydun mu?" diyen birileri, hoşuma giderdi duymak, haberdar olmak... Şimdi o derece aktüel yaşayamıyorum. Geek muhabbeti bende kaçma isteği uyandırıyor. Televizyon izleyemiyorum, neler olup bittiğini takip edemiyorum filan...
Demek ki, insanın kendini tarif ederken söylediği pek çok şey değişiyormuş, bedensel ve zihinsel hazlarla, rahatlama yollarıyla ilgili takıntıları farklılaşıyormuş...
Geçen şunu fark ettim, rahatlama biçimlerimi neden anlatma gereği duyuyorum diye kendime sordum. Bakın nasıl mutluyum demek için mi? Başardığımı göstermek için mi? İnsan, rahatsız bir hayvan olduğu için... ve bu mesele hepimizi kıstırdığı için mi? Hepsinden önemlisi, nasıl rahatladığımı anlatarak bir zafer gösterisi yapıyor olabilir miyim? Performatif bir şeyden söz ediyorum.
Hayat, galiba diyorum bir rahatlama arayışı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder