Cumartesi, Şubat 22, 2020

Savaş Başlarsa Yasa Susar


Çizgi romanların kapaklarına dikkat eder misiniz bilmiyorum. Genellikle bir aksiyon sahnesine dayandırılarak çizilirler. İç sayfalarda anlatılan hikâyenin göz alıcı bir bölümü kapağa taşınmıştır. Kahraman kötü adamla savaşmaktadır, esir düşmüştür, çaresizdir vs… Bana ilginç –değişmez mi demeli yoksa- gelen şey arkada parlayan güneş ya da yükselen ayın hiç eksik olmayan varlığıdır. Hele ki kahraman şaha kalkmış bir atın üzerindeyse hemen gerisinde çeşitli ölçeklerde bir daire görürüz. Ay ve güneş çizilmesini olmazsa olmaz bir aksesuar ya da gelenek sayabiliriz. 19.yüzyıl illüstrasyon tarzını milad alırsak ilk popüler çizgi romanlardan bu yana arkaplandaki ay ve güneş pek değişmemiştir diyebilirim.

Bir parça kinik olduğunu kabul ediyorum ama bu daireleri görünce “çizer spotları açmış” demeden edemiyorum ve bu tür kapaklar bana bütünüyle arkaik geliyor. Gerektiği için çizmek, bu geleneğin farkında olarak çizmek, bir tür saygı gösterisinde bulunmak ya da ironiyle kullanmak ayrı şeyler… Pek çok çizerin bu tekrarı sorgulamaması tuhaf gelmesin… Endüstri beğeniyle karşılandığını, ticari olarak cazip olduğuna inandığı her şeyi yineler. Önemli olan sürekliliktir, yenilikçi estetik arayışlar için zaman ve enerji yoktur. Geniş bir pulp evreninden söz ettiğimizi unutmayalım. Çok sevdiğim çizgi romancı ikili, senarist Berardi ile çizer Milazzo’nun Filipin’de Bir Adam adlı bir albümü yayınlandı. Kapağındaki arkaiklik veya mainsteram tercihi gözüme battığı için yazdım bunları.

Berardi-Milazzo ikilisinin ortak çalışmaları, özellikle Ken Parker, kapak, format ve sunum itibarıyla ticari çizgi romanların tipik bir örneğidir. Ama anlattıkları hikâye, bu ticari sınırları zorlayan, çizgi roman olamayacak kadar norm dışı duran meseleler içerir. Hikâyeler sinematografiktir, edebiyata yakın duran temalar kullanılır. Asıl maharetleri insanın içine işleyen, vicdani itirazlarla yüklü dokunaklı mesajlarındadır. Görünürdeki ticari kıstaslara rağmen bilinçli bir kaçamak yapmaktadırlar. Filipin’de Bir Adam da bunun tipik bir örneği. Çalışma son sayfada atılan imzaya göre 1979 tarihli olmalı. Kapağın eskiliğini ayrıca açıklayabilir bu tarih.Albümün üretildiği yıllarda emperyal-sömürge dönemine yönelik eleştirelliğin yaygınlaştığı, siyasi atmosferin çizgi romanları da etkilediğini söylemek mümkün. Berardi, bu tür politik ihtilaflara oldukça duyarlı bir yazardır. Albümde, Amerika’nın ilk emperyal deneyimi sayılan Filipinler’de geçen bir savaş suçu hikâyesi çıkartmış ortaya. Tarihsel örneklere bakılınca kolaylıkla fark ediliyor, sömürgeciler her nereye gittilerse yerel alışkanlıkları kısa süre içinde değiştirmeye başlarlar. Batılı aklın rehberliğinde doğuya bakar ve kategorileştirmeler yaparlar. Batılı olmayan her şey, Batılı olamayacağı için medeni de olamaz buna göre. Filipin’de, Çin’de, Hindistan’da, Cezayir’de sömürgecinin karşılaştığı insanlara layık gördüğü şey, mükemmel medeniyetinin bir yansımasından fazlası değildir. Norm, kayıtsız şartsız, o ülkeye gelen beyaz adamdır. Diğerleri ona benzediği ölçüde medeni ve anlaşılabilir olabilecektir. Berardi, sömürülenlerin dünyasına daha yakından bakmayı denememiş, ama işgalcilerin turist gibi gezdikleri, küçümsedikleri, şaşırdıkları, korkup çekindikleri duygu ve ruh halini bütün hikâyeye nüfuz ettirmiş. Bir başka deyişle Conradvari bir tahlile girmemiş, tek bir meseleye, etik bir tutarlılığa yoğunlaşmaya çalışmış, bir Amerikan idealistinin demokrasi argümanlarıyla hikâyenin dramatik eksenini kurmuş. Filipin’de Bir Adam başlangıçta bir yol ve ziyaret hikâyesi gibi dursa da bir teftiş ve tetkik yolculuğu olduğu sonradan anlaşılıyor. Hikâyenin yaşlı kahramanı ordunun imajına zarar verip vermediğini soran bir gazeteciye, “kirli çamaşırlarını herkesin gözü önünde yıkamaya cesareti olan bir ulus” olma imkânının getirilerinden söz açıyor. Gerçi Berardi, o demokrasi iyimserliğinin çok yaşamadığına inanıyor olmalı ki zamansal (üretildiği dönem için aktüel) bir sıçrama yaparak askeri yargılamaları Vietnam’la eşleştirerek “değişmeyen bir emperyal hırsa” ve “savaş suçlarının sürekliliğine” işaret etmiş.

Filipin’de Bir Adam’ın Kıyamet (Apocalypse Now, Yön. Coppola, 1979) ve Avcı (The Deer Hunter, Yön. Cimino, 1978) gibi dönemin ünlü politik savaş filmlerini izleyen bir yönü olduğu anlaşılıyor. Onlara göre daha hızlı ve tek etkiye odaklanmış bir hikâyeye sahip. Mutlak bir karamsarlığı yok ama iyimser olduğu da söylenemez. Pulp formatına rağmen, genç erkek kahraman yüceltilmesine yer vermiyor; kamusal bir soruna bireyci bir çözüm önermiyor. Bireycilik, çizgi romanların da dâhil olduğu popüler anlatılarda geniş yer tutar. Kişisel sezgiler, kolektif eğilimlerden çok daha önemlidir. Doğruluğu kendinden menkul değerlerle bir kahraman öne çıkar, engelleri birer ikişer geçerek yanlışları düzeltir. Bu hikâyede ne öyle bir muktedir ne de özdeşleşmeye müsait bir rol modeli mevcut. Uzun lafın kısası, modası geçmiş kapağına ve endüstriyel ihtimamlarına rağmen Filipin’de Bir Adam anlamlı bir çizgi roman. Berardi-Milazzo ortaklığı her zaman iyi hikâyelerle hatırlanır. Boşuna değildir bu… Anayolları değil patikaları severler…

[Bu yazı daha önce Radikal Kitap'ın 4 Mart 2011 tarihli sayısında yayımlandı.]

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails