Cumartesi, Ocak 18, 2020

Grev


Fotoromanlar bir dönemin en popüler yayınlarıydı, öncesi de var ama matbaa teknolojilerinin değiştiği 1960'larda ilk önemli çıkışlarını yaptılar. İlk kez o yıllarda ülkenin en çok satar yayınları oldular. Benim hatırladığım örneğin Hayat Resimli Roman yüzbinin üzerinde satıyordu. Yetmişli yıllarda çıkan cep fotoroman serileri de daima yüksek satışlarda seyretti. Kadın okura yönelik ilginç ve incelenmesi gereken bir başarı kazanmışlardı. Seksenli yıllarda Yeşilçam'ın düşüşüyle birlikte büyük gazeteler ünlü oyuncularla, hiç de fena olmayan bütçelerle fotoroman yayımlamaya başladılar filan...Kayboluşları televizyon kanallarının artmasıyla oldu, eğlence değerleri kalmamıştı... Kadın okura yönelik "Beyaz diziler" de o yıllarda gaiplere karışmıştı, tesadüf bir denk düşme değildi. Ha, diğer yandan fotoğraf az bulunur bir şeydi, ucuzladıkça, tür de cazibesini yitirdi.

Fotoroman okuyucusu olmadım, görmemek veya karşılaşmamak imkansızdı ama çok az okuduğumu, hayatımda (rağbet gördüğü zamanlarda) tek bir sayı satın almadığımı itiraf edeyim.

Yıllar sonra, akademik bir merakla yeniden baktım elbet...Popüler kültür tarihimizde, bir çeyrek asır çok etkili oldu fotoromanlar. Bir "tür" popüler olduğunda onu kontrol ve tanzim etmeye, evirip çevirmeye yönelik bir iştah ve azim zuhur ediyor, işte o benim ilgimi çekiyor. O yıllarda sağcısı, solcusu,esnafı, sanatkarı fotoroman çektiler. Ne bileyim, Bugün gazetesini açtığınızda anti komünist ve İslamcı bir fotoroman görebiliyordunuz veya Okey'e baktığınızda erotik bir başkasını...Oynamayan veya çekmeyen yok gibiydi.

Yukarıda kapağını gördüğünüz Grev, 1978'de cep boyutunda çıkmış bir dergi/kitap. Fotoromanın yönetmeni Muharrem Gürses... İsmini görünce duraladım zaten... Bence MG'nin benzeri olmayan bir melodram "gözü" vardır, Arap filmleri etkisi, mutlaka ağlatma arzusu ve ne anlatırsa anlatsın, tahkiyenin belli yerlerinde bir kanırtma refleksi...Hepsinden derlenmiş bir garip içgüdü... Finalde ölümleri sever ama araya da illa ki yürek parçalayan bir başka ölüm daha katar. Doğumda anne ölmüştür, iyi kalpli birisi öldürülür, çocuklar sokağa düşer, sevenler kavuşamaz, engeller bir türlü bitmez filan...

Grev, haliyle diyelim, Gürses'in etkisiyle melodramatik vurgularla dolu... Doğrusu ajit prop bir anlatı bekliyordum, MG olunca beklediğim gibi çıkmadı, aralıklarla hatra gelen bir siyaset ve mücadele fikri olsa da ortaya başka bir şey çıkmış, final şöyle bitiyor örneğin...


Esas kız, sevmediği zengin bir çocukla evlenmek üzere ama bir yandan da sevdiği işçi gençten haber bekliyor... İşçinin beklediği ise patronla yapılan sözleşme görüşmelerinin sonuçlanması... İşte, o sonuçlanırsa grev bitecek... Maaşlar artacak, koşullar değişecek vs... Grev bitince çocuk evlenmek üzere olan sevdiği kızın yanına koşacak... Kızın evlenmesine gerek kalmayacak, mutlu mesut kaçacaklar... MG, kamerasını bir fabrika önüne bir düğün evine çeviriyor. Grev bitse de gelin kızımız, gerdek ile grev arasındaki gerilime  daha fazla dayanamıyor, melodramın hakkını vererek, bileklerini kesip intihar ediyor. İşçi Erol, müjdeyi vermeye geldiğinde sevdiği kadının cesediyle karşılaşıyor, intihar etmiş genç gelini kucağına alıp evden çıkarıyor... "Grev bir kurban daha aldı" filan diyor...

Nereye varmak istenmiş, mesaj neymiş, o fasıl karışık...


Gürses, geçmişte ne anlatıyorsa, nasıl biliyorsa öyle anlatmayı sürdürmüş...Kavuşamayan aşıklar fikrini yinelemek için bu kerre işin içine Grev meselesini katmış... Sene 1978, her yerde grevler, hak arama tartışmaları var, ticari olarak faydalanmak istemişler... Kapak zaten bunu anlatıyor.

Yine de ilginç diyelim.

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails