Cuma, Ocak 31, 2020

Arif Payaslıoğlu


Lisansta, mutsuz bir üniversite öğrencisiydim, okulumu, genel olarak arkadaş çevremi sevmiyordum. Yazıp geçiyorum şimdi ama o yıllar, bana zor geliyordu, eh ergenlikte mutlu büyüme hikayesine az rastlanır... Homurdanmak, tıslamak, ikrah etmek işin doğasında vardır. Baş edemiyordum demek istiyorum.

Seksenli yılların sonuydu, dersin adını dahi hatırlamıyorum, yeni bir hoca geldi, ODTÜ İİBF'den emekliymiş, önemli bir akademisyenmiş filan... Diğer yandan o okulu bıraktığında öğrenciler eğlence gecesi dahi düzenlemişler, notu kıtmış, huysuzmuş, müşkülpesentmiş şu bu...Hepsini o gelmeden duyduk...

Arif Payaslıoğlu, tip olarak Salvador Dali'ye benzerdi, akıllı, nezaketli ama bitirim (ya da bıçkın)  tarafı olan alelacayip bir hocaydı...Bilkent'i ve "o zengin çocuklarını" sevmiyor, genel olarak sınıfı cahil buluyor, bize bunu hissettiriyordu.

Mutsuzluğuma ve huysuzluğuma denk düştüğü için sevdim Hocayı... Hiç ders kısmından bakmadım doğal olarak, konuşurken verdiği edebi örnekler şunlar bunlar... hoşuma gitti adam...

Bir gün, bir soru sordu, dedi ki bilene 500 lira vereceğim...

Halen ayıp mı desem, tuhaf mı adını koyamıyorum, yaptığı şey -o gün de bugün de- yanlış geliyor bana, hocalık yaptım, öğrenciyle böyle bir ilişki kurulmamalı bence... Tahkir edici çünkü... Ama Arif Hoca, sınıfı zenginlerle özdeşleştirdiği için olabilir, bize bunu çok yaptı...Dersle ilgili olmayan, okur yazarlık gerektiren bir edebiyat sorusu sorardı ve bunu yaparken de (inatlaşır gibi) cebinden bir para çıkartıp sallardı...

Sınıfın kötü öğrencilerinden biri olmakla birlikte sorularını her defasında bildim. Tabii ki "parayı ancak hatıra olarak alabileceğimi, hatta imzalarsa sevineceğimi" söyledim. 19 yaşında filanım, az buz racon değil yani... Hoca'nın hoşuna gitti, paraya imza atmanın suç olduğunu filan söylese de, attı bir paraf...

Görseldeki para, işte o para... Kafka ile ilgili bir şey sormuştu...

Sonradan bir tür arkadaş olduk, bana (Turgut Beşiktaşlı mahlasıyla) yazdığı iki kitabını imzalamıştı. Biri bozkır hakkındaydı, hoşuma gitmişti yazdıkları, üstelik aynen benim gibi hasta Beşiktaşlıydı... Kitaplar ofiste bir yerlerde olmalılar, imzalarken bana "genç yazara" gibi bir ithafta bulunmuştu... Aklımda kaldığına göre hafif tertip gururlanmışım.

Yıllar sonra denk geldim, ODTÜ onun hakkında bir belgesel yaptırmıştı, başka bir dille, hak ettiği ölçüde itibarla anlatılıyordu, bilmediğim biri hakkındaymış gibi izlemiştim... Disiplini, yöneticiliği, ısrar ve inadı, demokratlığı şu bu...

Bir sürü insanla karşılaşıyor ve hepsiyle ayrı ayrı hikayeler yaşıyoruz, onları  o hikayelerin kahramanları gibi sabitliyoruz...Halbuki sadece o değiller, onlarca başka hikayenin de kahramanı olarak başka başka şeyler yaşıyorlar... Hatta bazen yancısı, bazen figüranı oluyorlar.

Benim için Arif Hoca, epeyce tuhaf, edebiyat konuşabildiğim, öfkeli, hatta kırık bir sohbet arkadaşım olarak kalacak...

Kendisinden kazandığım ilk parayı sakladım ama diğerlerini harcadım tabii... Fena paralar değildi çünkü...Öğrenciydik, kitaplar pahalıydı...

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails