Mizah dergilerinin geçmişte yazı
ağırlıklı olduğu, kadrolarında edebiyatçılara daha geniş yer verdiği,
entelektüel bir derinlik taşıdıkları iddia edilir. Bu olumlu sayılagelen tablo yıllar
geçtikçe azalarak değişmiş, hatta Gırgır’la
büsbütün kaybolmuştur vs. Kapı Yayınları’ndan Said Coşar’ın hazırladığı Karikatürün Aynasında Edebiyatçılar adlı
bir çalışma yayınlandı. Coşar, sanırım hepsi daha evvel neşredilmiş
makalelerini biraraya getirmiş. Doğum tarihlerine göre en yaşlısı Abdülhak
Hamit, en genci Orhan Veli olan 14 edebiyatçıyı ekseriyetle mizah dergilerinden
izleyerek haklarında yazılıp çizilenleri derlemiş. Coşar, bir varsayım olarak yukarıda yazdığım
iddiayı yineliyor ve diyor ki, Gırgır
çıktıktan sonra edebiyatçılar mizah dergilerinde handiyse görülmez oldular. Ben
katılmıyorum bu iddiaya, edebiyatçıların mizah dergilerinden uzaklaştığını
düşünmüyor aksine çok sayıda yazar çıkarttıklarına inanıyorum. Onları
tipleştirmek, komikleştirmek yapılmaz olmuştu, dergicilik anlayışı değişmişti o
ayrı. Evet, ilk mizah dergilerimiz yazı ağırlıklıydılar, görsellik çok
sınırlıydı ama bu, mevcut matbaa teknolojilerinin bir sonucuydu, bütün gazete
ve dergiler yazı ağırlıklıydı. Gazete ressamları az bulunuyordu, fotoğrafçılar
hiç yok gibiydi. Gazete satışları düşük olduğu için görsellik maliyet
artırıyordu ve riskliydi, baskıda sorunlar çıkabiliyor, yayını geciktirebiliyordu.
Şunu demek istiyorum, ticari ve teknik şartlar, yayınların yazı ağırlıklı
olması sonucunu getiriyordu. Kaldı ki yazı, başlı başına entelektüel bir
derinliğin garantisi olamaz. Ne/nasıl yazdığın daha önemlidir.
Peki, edebiyatçılar eski mizah
dergilerinde daha çok mu görülüyordu sahiden? Mizah dergileri popüler olanla
ilgilidirler, haliyle popüler olan edebiyatçıları, kamusal bir tartışmaya dâhil
olan yazar ve şairleri konu etmişlerdir. Bunun dışında bir ilgileri olduğunu iddia
etmek çok doğru olmaz. Ha şu var, Türkiye’de mizah dergiciliğinin yaklaşık
yarım asır boyunca omurgası olan Akbaba’nın
sahibi-yöneticisi olan Yusuf Ziya Ortaç, kendisini mizahçıdan çok şair ve
başmuharrir, bir edebiyatçı olarak görüyordu. Onun edebiyatçılara ilgi
gösterdiğini söylemek mümkün ama bunu yaparken de çekince koymak gerekiyor.
Ortaç’ın hiç hatırlamadığı, hiç mühimsemediği veya ısrarla belirginleştirdiği
isimler var çünkü. Karikatüristlere esprileri verdiği, pek çok fıkra ve anekdotu
kendisi yazdığı için Ortaç nasıl bir edebiyat resmi çizdirmiş-çizmiş hayli
önemli. Bana göre mizah dergilerindeki edebiyatçıların temsilinde Ortaç’ın
keskin bir belirleyiciliği var.
Niyetim, Coşar’ın kitabını vesile
ederek Ortaç’ın edebiyatla ilgili tercihlerini tartışmak. Kitabı büsbütün
unutamıyorum çünkü kitaptaki edebiyatçılar, Ortaç’ın da edebiyatçı nitelemesine
giren isimler. Ayrıca söylemeden edemeyeceğim, yazar tercihidir diyemiyor, kitapta
yer verilen Hüseyin Cahit’i ve Falih Rıfkı’yı edebiyatçı sayamıyorum. Siyasal
romantizmleri, ajitatif dilleri, kimi zaman romanesk ve şairane görünebilir ama
bu onları “romancı” ya da “şair” yapmaz. Hele Falih Rıfkı, edebiyattan
hazzetmediğini defalarca yazmıştır da. Hüseyin Cahit’e hiç girmeyelim. Coşar’ın
seçtiği edebiyatçıları Ortaç’ın gözünden bakmaya çalışarak anlatayım. 1923’te
cumhuriyet ilan edildiğinde, Ortaç ve ortağı, bacanağı Orhan Seyfi Orhon, Refik
Halid’in Aydede’sini alıp Akbaba olarak sürdürürken, Babıali için
çok genç bir yaştaydılar. Ortaç 28, Orhon 33 yaşında, sonradan Beş Hececi olarak birlikte anılacakları
iki yakın arkadaşları, kitapta da yer verilen Faruk Nafiz 25, Halit Fahri ise
32 yaşındaydı. Bu yaşlar niye önemli? Bir kuşağı işaret ediyor; yaşıtlar var,
kendilerinden önceki itibarla anılan bir başka yaşlı kuşak var. Bugün
yaşamadıkları için hepsi aynı yaştalarmış gibi bir algı oluşabiliyor. 1923’te
mizah gazetelerinde de yazan Süleyman Nazif 53, Rıza Tevfik 54 ve Ahmet Rasim
59 yaşındalar. Büyük yaş farkı var değil mi? Cevdet Kudret’in yazdıklarına
göre, Ortaç, Kurtuluş Savaşı sorasında Anadolu hareketine katılmak istemiş,
seciyesiz (karaktersiz) sayılarak kabul edilmemiş. Dönemler ve insanlar
değişirler ama şurası kesin ki Akbaba’nın
ilk yıllarında Ortaç’ın itibarlı ya da popüler bir yazar ismi yok. Siyaset ve
edebiyatta bilinirliği yok. Bugünden bakıldığında edebiyat tarihimizde yeri
olan, hatırlanan bir eseri de yok. Deyim yerindeyse şair ve yazar, edebiyatçı
Ortaç, Akbaba olmasa akla gelmeyecek.
Ortaç’ın edebiyatçı seçimleri
işte bu yüzden ilginç… Arkadaşlarını ve değer verdiklerini, kendinden yaşlı
olan büyüklerini ve rahmetli olanları resmettiriyor ama bazılarını ya hiç
görmüyor ya da sadece eleştiriyor çünkü. Örneğin Halide Edip, Hüseyin Rahmi
veya Tanpınar’a hiç değinmiyor. O kadar çok isim var ki unutulan, hele
Ortaç’tan genç olanlar… Baş muharrir olarak Hüseyin Cahit’i hep takdir etmiş
biri, onun her devirde ayakta kalmayı başaran coşkun pragmatik kişiliğini
dikkatle ve imrenerek takip ettiği anlaşılıyor. Yaşıtı Nurullah Ataç’ı sevmiyor
çünkü Ataç onu edebiyatçı saymıyor. Orhan Veli’yi hiç sevmiyor, çünkü
kendisinden yirmi yaş küçük, popüler bir şair, çünkü Ataç’ın onu himaye
ettiğini düşünüyor. Orhan Veli meşhur olduğunda onu taklit ederek Nurullah
Ataç’a şiirler gönderiyor, “bu kadar kötü şiiri mutlaka beğenir” diye. Ataç da
şiirlerinden bir kaçını okur köşesinde yayınlıyor. Taklit ya da öykünme hali
bana kalırsa isimler değişse bile hep sürüyor. 1920’li yıllarda şiirleriyle
Süleyman Nazif’i düz yazılarıyla Ahmet Rasim’i taklit ettiğini düşünüyorum.
Kırklı yılların genç şairleri Ortaç’ın ümid vaad eden şair olarak anılmasından
sarakayla söz ediyorlar. 1895 doğumlu Ortaç istediği edebi başarıyı bir türlü elde
edemiyor, ne zamanı ne de genç okuru yakalayabiliyor. En iyi yazdığı metinler,
sanıyorum ki Akbaba’nın başyazıları. Doğal
olarak bu durum, Ortaç’a yetmiyor. O yazıların daha çok konuşulabilmesi için
ahlakçılık yapmaya, teşhir edici bir dil kullanmaya girişiyor. En önemlisi bir
“yaşlı adam” gibi konuşmaya yöneliyor. Tecrübeli, olgun bir bilen olarak
kendini tasarlayarak tarihten, gelenekten, eski adamlardan söz ediyor, Başbakanlara
hiç cevap alamadığı mektuplar yazıyor. Tasarlamak sözcüğünü boşuna seçmedim,
yazıp çizdiği onca şeyi bir kenara koyarak yarattığı en önemli edebi karakterin
bizatihi kendisi olduğunu iddia edeceğim. Ortaç’ın görmüş geçirmiş, hakbilir,
usta edebiyatçı, başyazar, cömert yayıncı ve tek kelimeyle seciyeli ve büyük yazarı
Yusuf Ziya Ortaç’tan başkası değil. Said Coşar’ın çalışması, keşke şu soruyu
tartışsaymış. Niye bu isimler, örneğin Faruk Nafiz ilgi çekmiş ve dergilerde
yer almış da başkaları örneğin gençler, 1923’te çocuk olan edebiyatçılar rağbet
görmemişler. Edebiyatın envayı çeşit yüzü var, sevilen-sevilmeyen, yok sayılan
ve göklere çıkartılan onca yazar ve kitap. Geçmişe bakarken bugüne aksedenlere
ve aksetmeyenlere biraz daha dikkat kesilmeliyiz.
Radikal Kitap, 17 Ocak 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder