Büyüdüğüm mahallede Akbulut diye biri vardı, kendini jiletlerken görmüştüm, on yaşında falanım, halen çok güçlü bir hatırası vardır bende....Yolum değiştirecek kadar korkardım ondan. Babasını dövmüş, babasını dövmüş... Deli Mete vardı, bir başkası, başkomserin oğluydu, elinde sapan dolaşırdı, çat çat yaralardı bizi, o gelirken saklanırdık, çocuksun anlamıyorsun...Dövüp dururlardı, tınmazdı...
Öfkenin neyi ortaya çıkardığını az çok biliyoruz da neyi bastırdığını kolay anlayamıyoruz.
Ben azla yetinmenin büyük bir öfke ve haset yarattığına inanırım, sınıfsal bir nefret de diyebiliriz buna. Fakir sümüğü derler, inatla dayak yemeyi umursamadan direnen ve meydan okuyan, hayat memat kavgası yapan birileri olur, şaşırtır, korkuturlar...
Fotoğraftaki kardeşler, enikonu tedirginler aslında, fotoğrafın kendisinden, akıl veren fotoğrafçıdan, çevredekilerden... Gülememişler endişeden, azarlanacaklarını düşünmüşler, utanmaktan korkmuşlar, başaramayacaklarını filan...Deryayı bilmeyen balığın tuhaflığında... En iyi bildiklerini yapıp dikenleri sivriltmişler.
Not: Fotoğrafı Haluk Ecevit gönderdi, Trakya'dan köylüleriymiş, biri Ramazan'da davulculuk yaparmış... Davulun vur ha vur temposu ona iyi gelmiş midir acaba?
1 yorum:
Fotoğraftan farklı olarak değinmek istediğim bir mesele var "akran zorbalığı" Nice potansiyel, yetenek, kabiliyet bu zorbalıklardan, travmalardan ötürü tozlu sandıklarda bekliyordur. Aslında insanın geleceğini büyük oranda şekillendiren etmenler bunlar.. Küçükken aldığı dersler... O yüzden Türkiye, akranın akrana, yetişkinin yetişkine zorbalıklar yaptığı dev bir potansiyel öğütücüsüdür.
Yorum Gönder