Romandan söz etmeyeceğim, Hüseyin Rahmi'nin tatlı bir gevezeliği vardır, yazarken iştahlanır, birini sever, onun peşinden bizi sürükler, iki kişiyi konuşturur, lafı çok başka bir meseleye getirir... Roman biter, e peki biz o kısımları niye okuduk deriz... Bunun en temel sebebi, yazarımızın esasen tefrikacı olması, aralıklarla yazması, bile isteye uzatması veya nereye bağlayacağını "henüz" bilmediği için vakit kazanması olabilir...
İşte o kısımlardan birini anlatacağım, romanda haliyle öldürülen biri var, onun kat'li araştırılıyor, adam evinden çıkmış, bir arabaya binmiş bilinmeyen bir yere gitmiş, polislerimiz o arabacıyı bulmak için gazeteye beş yüz lira ödüllü bir ilan veriyorlar... Bu ilan meselesi, o dönemde polisiye türünü taklid ve inşa eden yazarlarımızın çok sık aklına gelmiş... Gazeteler o denli etkili değil halbuki. Artık ne ise, nasılsa, romanda arabacılar gazetedeki ilanı okuyor, duyuyor ve emniyete başvuruyorlar...
Tam da bu noktada Hüseyin Rahmi devreye giriyor ve en iyi yaptığı şeyi yaparak, para için taklalar atan, yalan söyleyen, kurnazlık eden alt sınıflardan insanları konuşturuyor. Arabacılar, ödülü alabilmek için yalan üstüne yalan söylüyor, iki hafiyemizi kandırmaya çalışıyorlar. Hatta bir tanesi, bir İnekçi ile anlaşıp metruk bir evde cinayet mekanının tasarımına bile kalkışıyor, yerde kanlı kemikler şunlar bunlar istifliyor... Neler neler…
Kapak resminde Münif Fehim'in çizdiği sahne de öyle... Sarhoş Nafiz, paraları tüketmiş ve zilzurna bir halde, kaynanasının gönlünü almak için satın aldığı lahanayla birlikte eve dönerken kuyuya düşüyor, işte adamcağızı oradan çıkarmak için toplaşanlar, aralarındaki konuşmalar filan bizi "kıkır kıkır" güldürürken... lahana sanılan kesik bir baş çıkıyor ortaya...
Yani laf "ebeliğiyle" dolandırıyor Hüseyin Rahmi, gezdirip duruyor bizi...İddialı bir cinayet, zeki bir katil, işini iyi yapan polislerden çok o gezintiyi okuyoruz, polisiyeyi mahalleye, arabacıya, lahanaya, kaynanaya getirmek...ben seviyorum, hoşuma gidiyor o ayrı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder