Pazar, Nisan 02, 2017

"Onlara başka türlü bakıyorum"


Ötekileştirmek, diye bir kelime var dilimizde, son zamanlarda hayatımızda da sıkça karşımıza çıkıyor maalesef. Çalışmalarınızı incelerken de varlığını bana sıkça hatırlattı bu kelime. Yazdıklarınızda ‘ötekileştirmeye direniş’ buldum çoğunlukla, bu konuda ne söylemek istersiniz?
İnsan, insanı iyileştirir fikrine inanırım, kişilik olarak sertlikle bakamıyorum dünyaya, işkenceci bir polis tanımıştım, çocuklarıyla ilişkisi inanılmaz güzeldi, iyi bir babaydı. Hep aklımda tutarım bu tezatı. İyiler ve kötüler sertliğinde bir algım yok, bazen olması gerekiyor. Mağdur ediliyorsunuz, faili biliyorsunuz, haksızlık ve kötülüğü görüyorsunuz ama sakin kalmaya odaklanıyorum. Hayatta tek doğru, tek hakikat, tek siyaset, tek tarih, tek edebiyat yok. Mesaj vermekten özellikle uzak duruyorum ama anlattığım her şeyde bunu işaret etmeye çalışıyorum. Hissiyat olarak dışlananlara, azınlıklara, azınlıkların azınlığına yakınlık duyuyorum diyebilirim. Yaptığım işin doğasında bu olmalı bana sorarsanız. Geniş anlamıyla edebiyatın ve sanatın çıkış noktası, varoluş nedeni, oksijeni bu bence.

Türkiye’de Çizgi Roman’ın önsözünde çizer-yazar olmaya doğru giden yolunuzdan bahsederken, çocuk yaşlarınızda ‘kahraman’ olmak istediğinizden, ‘kahraman’ olamayınca da ‘kahraman yaratıcısı’ olmaya karar verdiğinizden bahsediyorsunuz. Yazmak, çizmek ya da farklı şekillerde oluşturulmuş ‘yaratma’ eylemleri, ‘olamadığımız kahramanlar’ı edebiyat ya da sanat aracılığıyla meydana getirerek bu şekilde tatmin/mutlu olma çabamız diyebilir miyiz?
Olabilir, etkilemiştir elbette. Nasıl bir çocukluk yaşarsanız, öyle bir insan oluyorsunuz. Bir roman, bir hikâye, bir çizgi roman okuyorsunuz, bir film seyrediyorsunuz. Herkes bunları farklı biçimde alımlıyor. Sonuçları yine farklı olmuştur herkes üzerinde. Bugün çok erkek, çok sert, çok milliyetçi bulduğum bir şeyi başka türlü sevebilmişim. Aynı şeyleri seven ve izleyenlerle konuşunca daha iyi anlıyorum bunu. Kanarak okumak ve kanarak okuduğunuzu anlamak farklı türlü aydınlanmalar. Büyüyorsunuz. Arthur Penn diye ünlü bir yönetmen vardır. Çocukken filmleri kim yönetmiş çok bilmiyorsunuz, bir gün bir baktım, beni çok etkilemiş pek çok filmin yönetmeni meğer oymuş. Şaşırmış, bütün filmlerini izlemiştim. Bir yakınlık kuruyorsunuz, ilginizi çeken bir yönü oluyor. Ama o yaşta tam anlamlandıramıyorsunuz. Çizgi romanlar iyilik ve kötülük ekseninde net çıkarımlarda bulunurlar. Böyle söyleyince basit görünebilir ama tek tek her üretici farklıdır, her hikâye farklıdır. Yine sonra anlıyorum ki o günlerde de edebi tortusu olan, muhalif tınısı olan şeyleri sevmişim. Sadece kahramanlık değil, iyilikle bakmak, iyiliğe bakmak, merhamet duygusunun gelişmesi bakımında çizgi romanlar bence ilginç mecralardır.

“…Daha ne kadar yaşayacağımı bilmiyorum. Hayallerimi gerçekleştirmek için çok az zamanım kalmış olabilir.” diyorsunuz 2013 yılı Mart ayında yaptığınız bir söyleşinizde. Oldukça aktif birisiniz, ömrünüze daha neler sığdıracağınız merak uyandırıyor, bu yüzden hayallerinizi duymak isterim? Ayrıca Dumankara’ya baktığımda öykülerin sonunun genelde mezarlıkta bittiğini görüyorum. Ölüm temasını fazla mı düşünür Levent Cantek?
Oğlum doğana kadar ölümü pek akla getirmezdim, herkese oluyor, bir noktada ben ölürsem, ailem nasıl yaşayacak diye düşünüyorsunuz. Bir de yaşınız ilerliyor, hiç olmayacak bir şey değil artık diyeceğiniz bir döneme giriyorsunuz. Ölüm meselesini hırgürden, benim için saçma olan tartışmalardan uzak kalmak adına söylerim. Hayat çok kısa. Boşa geçmesin günlerim istiyorum. İnsanlar genellikle üretmeyip üretilenleri eleştiriyorlar veya sadece tek bir iş yapıp dönüp dolaşıp onu konuşuyorlar. Enerji kaybına yol açan anlamsız kavgalara giriyorlar. Bir ay sonra, bir yıl sonra unutacağınız bir kavgaya girmeyeceksiniz. Yaptığınız işle övünmeyeceksiniz, geride kalmış bir şey çünkü. İşinize gücünüze bakacaksınız. Uzak duracaksınız. Hayaller olabilir, olmayabilir, oldurmaya çalışırsınız, hayalleri çok paylaşamıyorum. Olmazsa diye sakınıyorum, eskiden beri böyledir bende. İşin romantize bir tarafı var,  aslolan çalışmak ve üretmek. Çocukken sanat dergilerinde çizgi roman hakkında yazılar çıksa ne güzel olur derdim kendi kendime. Çizgi romanın sanat olduğunu göstermek istiyordum. Yüzlerce yazı yazdım artık bu bir hayal değil. Gurur filan da duymuyorum bundan. Çalıştım oldu, çalışırsanız olur. İnsanlar haksızlığa uğradıklarını, kendilerine değer verilmediğini düşünerek üzülür, sinirlenirler ben bunu da enerji kaybı sayıyorum. İşinizi yapacaksınız, takdir ve tekdir başkalarının işi, yola devam edeceksiniz, hani futbolcular diyor ya “önümüzdeki maçlara bakacağız” diye… Türkiye’de herkes Orhan Pamuk’u eleştirir, onun kadar çalışan kaç yazar var. Sahi söylüyorum, kaç kişi var? Büyük laflar etmeye odaklanmış bir toplumuz, hepimiz bundan etkileniyoruz ama bir de işin çalışma faslı var. Ne dersek diyelim üretimler kalacak geriye.

Bir tarafta yazar kimliği diğer tarafta editörlük mesleği… Yazarlık ve editörlük kimliklerinizin çatıştığı oluyor mu? Özellikle editörlük yönünüzü kullanırken. Ayrıca size ulaşan çalışmaların ‘basılabilir nitelikte’ olup olmadığına karar verirken kullandığınız temel bir ölçütünüz/ölçütleriniz varsa bunlardan bahseder misiniz?
Yok, hayır bir çatışma oluyor diyemem. İkisi birbirinden farklı şeyler. Birinde ben iyi hikâye arıyorum, yazar arıyorum, ortaya çıkan iş iyi olsun istiyorum. Yazarlara yol arkadaşlığı yapıyorum. Diğeri kendi dünyama ait bir çaba. Bazen senaryo da yazıyorum, onlar kolektif işler oluyor ve işin doğası gereği başkalarıyla uyumlu olmak zorundasınız, ona göre ilerliyorsunuz. Karışacak bir durum yok yani. Yayınevine dosyalar geliyor, yayınevi üzerinden gelmeyen bir şeyi ilke olarak okumuyorum, çünkü yetişemiyorum. İnsanlar sosyal medyadan bana ulaşıp yazdıkları bir romanın bir bölümünü ya da bir hikâyelerini okumamı istiyorlar, bunu yapmıyorum, çünkü gerçekten yetişemiyorum, zaten mesaisiz bir hayat sürdürüyorsunuz. Bizde sistem şöyle, gelen dosyaları benden önce arkadaşlarım okuyorlar, onların olumlu raporladıklarını okuyor ve son kararı veriyorum. Ölçütünüz nedir demişsiniz, çok tarif edilebilir değildir böyle şeyler, okudukça ki ister istemez çok okuyoruz, farklı bir dikkat gelişiyor. Ben hikâyeye odaklanırım, hikâye konuşmayı severim, eskiden beri böyleydi. Yazarla uyum yakalarsanız, yazar isterse, size inanırsa daha verimli olabiliyor. Genç yazarlar daha farklı. Temel motivasyonum genç yazar ve ilk kitap çıkarmak, taşradan yazar çıkarmak. Onlara başka türlü bakıyorum. Yaptığım iş eleştiriye açık, cevap imkânınız da yok.

‘İyi editör’ kavramının içini doldurabilmek için bu konuyla ilgilenen kişiler nasıl bir yol izlemelidir, kişilerin bu izlediği yolda kendi imkânları doğrultusunda çalışmaları yeterli midir ya da üniversitelerde bu konuda bir bölüm bulundurulması ve bu konuda eğitim verilmesi daha mı iyi olurdu dersiniz?
Bu tür sorulara biraz mesafeliyim. Üniversiteden bile isteye ayrıldım, eğitim, pedagoji, kurumlar dendiği zaman hafiften geriliyorum. Eğitimi nasıl olurdu veya olmalı mı düşünmedim. Editörlük ağır bir iş, harala gürelesi çok yüksek, hep bir şey yetiştiriyorsunuz, hayatınızın her anında birileri sizden bir şey istiyor, belli bir zaman aralığında filan çalışmıyorsunuz. Çok fazla mail ve telefon alıyorum, onlara cevap vermek yoğun bir mesai gerektiriyor. Gösterdiğiniz emekle kıyaslandığında yaptığınızın işin maddi karşılığını da alamıyorsunuz. Sanıldığı kadar çok yayınevi yok. Türkiye’de editörlük çok iş yapmak demek, kolektiflik pek mümkün olmuyor. Bunun temel nedeni yayın dünyasının ve kitap satışlarının yüksek olmaması.

Editörlük yönünüzü geliştirmek için neler yaptığınızdan bahseder misiniz?
Böyle bir formül var mı bilmiyorum. Türkçe edebiyatla ilgili bir cevap verebilirim. Çok okumak şart, sabırla dikkat kesilmek ayrıca önemli. Ben birlikte çalıştığım arkadaşlarla hikâye konuşmaya çalışırım, birlikte okumuşuzdur, konuşuruz, bu tartışmalar çok yararlıdır. Deneyim ve fikir paylaşmak iyidir. Bunu birlikte seyrettiğimiz filmler ve diziler için de yapmaya çalışırım. Başka alanlardan beslenmek lazım… Editörlük sevdiğiniz kitapları yayımlamak demek değildir. Tek edebiyat olmadığını bilerek çevreye bakacaksınız. Özel hayatımda Türkçe roman okumuyorum,  çok okumak zorunda kaldığım için bıkkınlık olmasın istiyorum, mutlaka her gün bir film seyretmeye çalışıyorum. Zaten sürekli çizgi roman okuyorum. Bunlar bir formül demek değil elbette. Ben editör olmadan da böyle yaşıyordum, aşağı yukarı bir on beş yıldır bu tempoyla yaşıyordum, editörlük bunun içine girdi. Her yayınevinin editöryal tercihleri var. Zamanla oturan bir tarz aslında. Hem bunu kollamak hem de hafiften süregelen anlayışın dışına çıkmalısınız.

Yayınevlerine bağlı editörler nasıl çalışıyor? Yıllık ya da aylık olarak basılacak olan kitap sayısı önceden sınırlandırılıyor mu ve yayınevine yılda ortalama kaç eser ulaşıyor, rakamların oldukça fazla olduğunu duymuştum.
Her yayınevi farklıdır, dönemlere göre değişkenlik gösterir. Memleket bir süredir gergin olduğu için gelen dosya sayısında bir azalma oldu. Mutsuzuz öyle anlaşılıyor. Son üç yıla bakarak söylersem her ay 50 ile 70 arasında yeni dosya geliyor. Biz ayda üç Türkçe edebiyat kitabı çıkarıyoruz. Her zaman altı ay sonrasının kitabını hazırlama çalışıyorum, öyle bir tempoyla gitmek istiyorum. Yıllık olmasa bile her ay 8 ay sonrasının planlamasını yapıyorum. Uzun vadeli programlar hem iyidir hem de rasyonel olmayabilir, araya bir şey girebilir, girmelidir de… Revizyonlar yapmak gerekir. Okur, genellikle popüler olanı konuşur, kitap değil isim okur, popüler isimlere-kitaplara takılarak sizi eleştirir. Siz buna takılıp kalmayacaksınız. Ayda üç kitap hazırlıyoruz, insanlar ayda üç kitap okuyor mu diye sormanın bir anlamı yok veya sadece popüler olanlar konuşuluyor huzursuzlanmanıza da gerek yok. Bunlar hep olacak şeyler ve bu işin bir parçasıdır. Bir editör için aslolan devamlılıktır.

Kuş Eppeği’ni yazmak fikri nasıl oluştu ve yazacağınız isimleri nasıl belirlediniz? Kitabın ikincisi gelmeli diye düşünüyorum çünkü kitap bitince Türk edebiyatı için önemli olan bazı isimler belirdi kafamda, mesela Ömer Seyfettin, Peyami Safa, Duygu Asena gibi isimler. “Bu isimler neden yok acaba, yoksa ikinciye mi sakladı?” diye düşündüm. Devamı gelirse eğer lokmalar büyür mü, yoksa kuş eppeği olarak mı kalır?
Zaten yazdığım şeylerdi, Resimli Türkçe Edebiyat Takviminde bir kısmını kullanmıştım. Doğrusu bu biraz genç işi kitap, öyle de olmalı, iştah açıcı bir şey vardı kafamda. Merak uyandırmak veya. Devamını yazarım, var aklımda bir şeyler ama… Nasip diyelim.

Kuş Eppeği ile nasıl bir boşluğu doldurdu Levent Cantek?
Boşluk deyince korktum biraz. Bir boşluğu doldurduğumu düşünmüyorum, tek diyebileceğim, kendi adıma severek yazmış olmam.
 

Bir söyleşinizde hiç şiir yazmadım, herkes kadar bile, diyorsunuz, Kuş Eppeği’nin dili oldukça şiirsel. Kaleminizden şiir de çıkar mı ve çıkarsa bizler okur muyuz?
Hayır, imkânsız.

Kuş Eppeği’ne baktığımızda anlatmaktan çok merak uyandırıp “portreleri aktarılan bu isimleri araştırın, öğrenin” der gibisiniz, kitabınız okuyucudan emek istiyor, sanırım pasif okuyucu istemiyorsunuz.
Biraz var öyle bir şey, eğer benim sözlerimden merak ederek bir şeyler keşfederse insanlar, mutlu olurum.

Yaptığınız bütün işleri düşündüğümüzde çok yönlü biri olduğunuzu görüyoruz. Çalışmalarınız içerisinde sizi tam olarak yansıtan bir çalışmanız var mı, “beni tanımak isteyen bu çalışmamı mutlaka okumalı” dediğiniz bir çalışma… Sizi bir yönünüzle sınırlandırmak istemem elbette fakat diğerlerinden önde olan bir tarafınız vardır diye düşünüyorum.
Grafik romanlarımı seviyorum galiba. Çok yönlü olduğumu düşünmüyorum. Çok okumak, çok seyretmek, yeni şeylerle karşılaşmak bana güzel geliyor. Aziz Nesin, “ben iyi yazar değilim, çalışkan bir yazarım” derdi, çok severim bu lafı. Hayat zor, herkes kendine göre bir yol tutturmuş, benimki de böyle. Başka türlü katlanamıyorum galiba.

Son sorum biraz farklı olacak, altı yıl sonrası için kendinize bir notunuz var mı? Varsa eğer altı yıl sonra size ileteceğim.
Çevremdekilere çok söylüyormuşum bunu, kendime söylemiş olayım, bunlar dert değil, Allah dert vermesin, işimize bakalım.

Söyleşi: Munise Bayer/Son Gemi

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails