Romancılığıyla bildiğimiz Tom McCarthy’nin Tenten’le ilgili bir kitabı yayımlandı. Eksik söylemiş oldum, kitap sadece Tenten’i
içermiyor; bir yandan çizgi romanın klişelerini, hikaye izleklerini ve
değişimini anlatırken diğer yandan yazarın “Hergé üzerine yazarsam
Freud, Derrida ve daha bir sürü insan üzerine yazmış olurum; ayrıca
öylesi daha eğlenceli olacaktır,” fikriyle ele alınmış bir deneme. Çizgi
roman, en çok edebiyata ve sinemaya benzetilir. Söz sanatlarını
kullanmakla birlikte edebiyat değildir. Sahne istifi, ardışıklık ve
kurguyu kullanma tarzı onu sinema da yapmaz. Çizgi romanın melezliği
kolay anlaşılmayabiliyor, pek çok “yazar” benzerlikleri yeni
keşfedercesine abartabiliyor. McCarthy’nin denemesi o gözle okunmalı
demeyeceğim, biraz makyajlı ama yazdıklarının zihin açıcı tarafları
mevcut. Sinema eleştirisi nasıl edebiyat sosyolojisinden beslenmişse,
Türkçedeki yoksunluğu hesap ederek söylüyorum, çizgi roman yorumu benzer
mecralardan çıkabilmeli. McCarthy’nin Tenten yorumu bu yönüyle değerli, çünkü edebiyat eleştirisini temel alıyor.
Tenten,
Frankofon dünyanın popüler ikonlarından biri; hakkında onlarca kitap,
yüzlerce makale yazılmış önemli ve itibarlı bir anlatı. Dizinin yaratıcı
Hergé (Georges Remi) deseni ve sayfa tasarımıyla, “ligne-claire”
denilen (açık berrak/temiz çizgi) biçemiyle çizgi romanı dönüştürmüş,
tarzını “okul” olarak yaygınlaştırmış bir büyük usta. Tenten ve Hergé,
bu kadar sevilip bu kadar modellenince dizinin mazisine ilişkin teşhirci
bir şayia silsilesi de oluşmuştur. Hergé’in ilkgençliğindeki sağcı
eğilimleri, Nazi işgali sırasındaki boyun eğici suskunluğu yıllardır
konuşulur örneğin. Tenten serüvenleri tek tek incelenerek,
ırkçı ve oryantal tutumu deşifre edilir. Yıllar içinde Türkçede bile
çıkmış onlarca yazı ve haber sayabilirim. Garip bir ifşa iştahıyla
aralıklarla konuşulur bu meseleler, McCarthy de yapıyor bunları. Hergé,
savaş sırasında çizmeye devam ettiği, üstelik bunu sofu-sağcı bir
yayında sürdürdüğü için “hain” olarak yaftalanmıştır. Yaşlandıkça
siyaseten liberter eğilimler gösterir ve ikrar ettiği geçmişine dair
savunmalar yapar, haksızlığa uğradığını düşünmektedir. Ona göre, işgal
yıllarında, pek çok kişi gündelik hayatın sürebilmesi için çalışmaya
devam etmiştir: “Bir makinistin tren sürmesini herkes normal karşılarken
gazeteciler ‘hain’ damgası yedi!” diye şikayet eder. McCarthy, “bu
argüman, insanı hayrete düşürecek kadar naif görünebilir,” diyor ve
ekliyor, “çünkü gerçekten de hayret edilecek kadar naiftir.” Hergé’in
mantığını anlamış olmakla birlikte bana yukarıdan bakıyor gibi geldi,
ihtimamsız buldum yazdıklarını: “Sanatçı, bir zanaatkar ya da teknisyen
kadar saf ve basittir,” fikrine inanmasını akıldışı sayıyor: “Hergé bu
önermeyi savaş sonrasında, Profesör Turnesol figürü üzerinden sonuna
kadar dayatacaktır.”
Popüler kültür üreticileri, hele çok satanlar, hitap ettikleri
kitlenin nabzına veya arzularına göre bilerek, planlayarak üretmezler.
Genellikle ürettikleri şeylere izleyicileri kadar inanır, inandıkları
şeyleri anlatır, öyle üretirler. Tenten, ilk yıllarında, ırkçı
veya anti-komünist unsurlar içermiştir, çünkü o serüvenin yayımlandığı
yıllarda, ülke iklimi, popüler kültürün nefes alıp verdiği aura, ırkçı
ve anti-komünisttir. Tenten, o normalliğin sınırları içinde yayımlanmış,
ancak o şekilde popüler olabilmiştir. Zaman ve popüler kamusallık,
popüler kültürün asal belirleyenidir, o popüler ürün, zamanı
yakalıyorsa, aktüel olabiliyorsa yaşar, aktüel kalabiliyorsa daha çok
yaşar. Zaman değişir, geçmişte kullanılan ve normal sayılan ifade ve
eğilimler değişebilir, yanlış bulunabilir. Günümüzün popüler kültür
ürünleri, illa kendilerini açıklamak durumunda kalırlarsa, siyasi
angajmanlarla değil, geniş bir insancıllık kavramsallaştırmasıyla
konuşurlar. Bu insancıllığın içine hoşgörü, yardımseverlik, dostluk,
paylaşma, özveri gibi şeyler katılır. Bütün uzun ömürlü kahramanlar gibi
Tenten de bu yöne evrilen bir süreç geçirir. Irkçılıktan, sağcılıktan,
emperyal kibirden uzaklaşarak siyaseten doğrucu bir yönseme içine girer.
Milyonlarca hayranı olan bir çizgi roman ancak böylesi bir ortak
paydada varlığı sürdürebilir zaten.
Hakkında
yapılan çalışmalara, verdiği röportajlara bakılırsa eğer Hergé, pek çok
bakımdan evhamlı, siyasetle ya da entelektüellerle ilişkisi sınırlı
biri. Buna karşın özenli, popülerlik için nelere hassasiyet göstermesi
gerektiğini bilecek kadar da akıllı. Kendini geliştiren ve değiştirmeye
çalışan, öğrenmeyi seven biri. İlginç bir anekdot anlatılır, kitapta da
yer verilmiş. Üniversiteden bir okuru, Hergé’ye mektup yazıyor ve
duyurusunu yaptığı Uzakdoğu serüveninde klişeci ve oryantal vurgular
kullanmaması konusunda onu uyarıyor. Çinli bir öğrencisini yanına
gönderiyor. Hergé, böylelikle, sonradan yakın arkadaş olacağı genç ve
yetenekli bir Çinliyle tanışıyor ve önyargılarından epeyce sıyrılıyor,
başka bir yola giriyor. Girmeyebilirdi. Şunu demek istiyorum, McCarthy,
hem Hergé’i bir biçimde naif buluyor hem de onun üretimlerini
önemseyerek Barthes’çı bir yorum yapıyor, Derrida’dan ve Freud’tan
kavramlar alarak serüvenleri yorumluyor, Balzac ile koşutluklar kuruyor.
Tenten’i konuşmak için kuramcıları vesile etmiyor, tersini yapıyor.
McCarthy, derdi bu değilmiş gibi görünmekle birlikte Hergé’i azımsıyor
ve bu bana çelişkili bir mesafe kaybıymış gibi geliyor. Yazar dikkat
çekici biçimde şunu yapmıyor, tarihsel bağlamı kesin biçimde göz ardı
ediyor. Hergé’yi bugünden bakarak irdeliyor. Bireylerin hangi etkiler
altında nasıl biçimlendikleri, tercihlerini nasıl yaptıkları, nasıl ve
neden sevindikleri, üzüldükleri, anlatılarını neden şu veya bu biçimde
ürettiklerini anlamak zor olsa da böylesi bir farkındalık, toplumları,
edebiyatı veya popüler olanı anlamak adına çok önemli bana kalırsa.
Okura not: kitaptaki yorumları anlayabilmeniz için Tenten serüvenlerini bilmeniz gerekiyor, açıklayıcı olmak gibi özel bir kaygısı yok yazarın. Romancı McCarthy’yi denemeci olarak, iddia ettiği kadar eğlenceli bulmadım diyerek sözü bağlayayım. Kitabın sonunda çevirenin notu başlığı altında Türkiye’de Tenten serüvenlerini kopyalayanların listesi verilmiş, o ayrıca ilginç olmuş. Kaynak belirtilmediği için tek tek ayrıntısına girmeyeceğim ama çok fazla isim yazıldığını düşünüyorum. Farklı yayınevleri de olsa baskı klişeleri alınıp satılıyordu. Örneğin Ali Recan, Burhan Şener’in kalıplarını satın almıştı, yeniden kopyalamamış, kısmen düzeltmiş, yenilemiş, üstelik bunu da kendisi yapmamış, isimsiz gençlere yaptırmıştı.
Sabit Fikir, Eylül sayısında yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder