Medenileştirme
Vazifesi, Mustafa Suphi'nin 1911 ve 1912'de yazılmış biri uzunca üç
makalesinden oluşuyor, kısacık bir kitap. Doğrusu Mustafa Suphi'yi alıntılar
dışında hiç okumuş değildim. İyi bir aileden geldiğini, İstanbul'da hukuk,
Paris'te siyaset okuduğunu biliyordum. Fransa'da okuyan her öğrencimiz gibi
İttihatçı olmuş, dönüşte Akçura ve Ağaoğlu ile birlik olup muhalefete katılmış,
sonra ilk fırsatta sürgüne gönderilmiş. TKP ileri gelenleri Suphi’nin o
dönemini liberal ve saltanatçı sayar.
Metinleri biraz da o
gözle okudum, ne kadar sağcıymış diye incelediğimi fark ettim ve saçma buldum
yaptığımı... Mustafa Suphi, sürgündeyken Sinop'tan Rusya'ya kaçıyor örneğin, bu
bile Akçura ve Ağaoğlu gibi Rusya'dan kaçan Türk-Tatar entelektüellerden farklı
olduğunu gösteriyor aslına bakarsanız... Gerçi 1905 sonrasında Rusya çok
karışık, mesele sadece "eski arkadaşlarının kaçtığı yere kaçmak"
değil yani... Rusya, tek kelimeyle serüven demek...
Yıllar önce Tom
Reiss’in Oryantalist isimli kitabını yayına hazırlamıştım, Lev
Nussimbaum’un hayatını anlatıyordu. Geçen yüzyılın hemen başında, kozmopolit
Bakü’de doğan biri Nussimbaum… Babası zengin bir petrolcü, annesi ise komünist
sempatizanı… İyi eğitim alıyor filan ama ruhunu asıl besleyen şey macera… Bütün
hayatı alavere dalavereyle geçiyor. Yukarıda “Rusya serüven demek” dedim ya o
bakımdan söylüyorum bunu. Nussimbaum , çok da önemli biri olmamakla birlikte o
yıllarda nerede bir hararet var adamı orada görüyorsunuz… Kendini Müslüman
sayıyor örneğin, halbuki Yahudi, Bakü’den çıkıyor, geziniyor, Almanya, orası
burası, tuhaf tuhaf düşünceler, poz ve palavra dolu bir hayat,
İstanbul’da bile konferanslar veriyor. Yalnızca o yıllarda –ve o topraklarda–
var olabilecek olağandışı bir kişiliğin, romantik bir “Doğulunun”
hayatını okuyorsunuz… İnsanların kafası o kadar karışık ki… Bunu niye
anlattım, savaşlar ve olağanüstü olaylar herkesi savuruyor, başkalaştırıyor.
Mustafa Suphi de etkileniyor o kaos yıllarından…
Mustafa Suphi,
okuduğum makalelere bakarak söylüyorum tabii ki komünist değil, maceracı hiç değil,
nasıl desem, bir Fransız serinliği var, makaleler sakin bir dille
yazılmışlar, fikirlerin akademik bir mesafesi var, hatta Trablusgarb'ın
işgaline tepki göstererek yazdıkları hiç de millici bir refleksle yazılmış gibi
durmuyor... İşgalin ve savaşın kendisini değil de sömürgeciliği tartışıyor,
akıl yürütüyor, nomotetik bir üslup arıyor…
Sonra anlaşılan o ki
yetmiyor Mustafa Suphi’ye… Yaşıtları ve dönemdaşlarına da yetmiyor, herkes
herkesi etkiliyor… Benzememeye çalışıyorlar, oysa çok da benziyorlar
birbirlerine… Mustafa Suphi, Rusya’ya gittiğinde Gaspıralı'yı buluyor,
Gaspıralı Yusuf Akçura'nın kızkardeşiyle evli... Gazetelerde yazılar yazıyor,
Savaşa girmemizi istemeyen bir tutumu var o yıllarda. Sarıkamış'tan sonra
tutuklanıyor, Fransızca dersleri vererek geçiniyor...1917'den sonra Moskova
filan... Sonra bizim en çok bil(me)diğimiz ve çok speküle ettiğimiz bir biçimde
Kurtuluş Savaşı sırasında, savaşa katılmak için Trabzon’a geldiğinde
arkadaşlarıyla birlikte öldürülüyor. Kim öldürdü oraları karışık…
Yanlış anlaşılmamak
adına “altını çizeyim”, doğru-yanlış analizi yapmıyorum, okuduğum Mustafa
Suphi, bana serüvenci değil akademisyen geldi, sahiden olabilirmiş, çok öğrenci
yetiştirirmiş ama başka bir şey olmak istemiş… Zaman ve o zamanı yaşayan neslin
zihniyeti bizi-hepimizi illa ki dönüştürüyor.
Kapaktaki tanklara ise takılmadım desem yalan olur, ilgisiz duruyor, ilk olarak 1915’te test edilmiş çünkü…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder