‘Ne Tanrı Ne Efendi’ sloganını duymuş, protestolarda, pankartlarda, duvar yazılarında ve sair yerlerde görmüş, okumuş olabilirsiniz. Kimin söylediğinin önemi olmayan zamana sirayet etmiş sözler vardır, yaygınlaşıverirler. Bu da onlardan biri... 19. yüzyılın efsanevi devrimcisi Auguste Blanqui’ye ait bu slogan, aynı isimle bir dergi de çıkarmıştı. Dünyayı değiştirmek için, hemen şimdi, mevcut adaletsizliğe son vermek gerekiyordu. Muktedirlere biat etmeye, hiyerarşiye teslim olmaya gerek yoktu, kurtuluş, inkârla reddederek gelebilirdi.
Blanqui, bizde, Marksist literatür içinde Marx gibi öncüllerin nitelemesiyle hatırlanan, romantize edilerek anlatılan ve işin doğrusu, pek de bilinmeyen bir eylemci, bir siyasetçidir. Büyük bir hatip, usta bir polemikçi, karizmatik bir sokak eylemcisi, her zaman genç kalan enerjik birinden söz ediyoruz. Ömrünün kırk üç yılını hapiste geçiren, Fransız hükümetlerinin tekinsiz bulduğu, alenen çekindiği bir devrimci, üstün zekâlı bir heccav, hudutsuz bir cesaret timsali de denilebilirdi. Polemikleri, genç ve iddialı fikirleri, sokağı ve devrimi resmeden özgürlükçü yazıları kuşaklar boyunca Fransızları ve bütün radikalleri etkilemiştir.
Blanqui hakkında biyografik bir çizgi roman yayımlandı geçenlerde. Güzel çizilmiş, iyi hikâye edilmiş başarılı bir çizgi roman olduğunu hemen söylemek gerek. Blanqui, dört duvar arasında yaşamak zorunda bırakılan, yazarak kendini ifade eden biri olduğu için biyografik bir anlatının hantallaşması, doğal ve yüksek bir ihtimaldir. Albümün üreticileri Kournwsky ve Le Roy, bunun üstesinden gelmişler. Akıllı bir tercihte bulunup, tarihî bir gelişmeyi, Blanqui‘yi Fransa’ya daha yakından tanıtan bir röportajı çıkış noktası olarak kullanmışlar. Blanqui, bir düşünce suçlusu olarak habire hapsedildikçe, modern gazeteciliğin liberter eğiliminin ilgisini çekmeye başlamış ve daha yaşarken merak edilen, siyaseten romantik bir muammaya dönüşmüştür. Mecliste, gazetelerde, okullarda, siyasetin ziyadesiyle çok konuşulduğu her yerde ismi zikrediliyordur. Ölümünden birkaç yıl önce gazeteci Marcadet, gerekli izinleri alarak onunla cezaevinde görüşmeye gider. Blanqui, ilk günlerde gazeteciye soğuk davransa da giderek kendisiyle ilgili merak edilen soruları cevaplamaya, siyasi hatıralarını anlatmaya başlar. Marcadet’in yazdıkları, onun ağzından çıktığı için, bugün dahi biyografisinin temelini oluşturmaktadır.
Kournwsky ve Le Roy, fikir olarak bu röportajı, tanışma faslını, gazeteci ile Blanqui arasında gelişen ve dostluk içeren hasbihâli çizgi romanları için maharetle temellendirmişler. Hızlı bir hikâye olmuş, konuşurken hatibe, yazarken feylesofa dönüşen Blanqui’yi süratle anlatmak az şey değil. Blanqui gibi hemen akla gelen eylemcilerin dikkat çekici ortak bir karakteristiği var: davaya adanmışlık. Hapse giriyor, yazı yazıyor, sokakta eylem yapıyor, cevap yetiştiriyor ve direniyorlar, bunları yaparken aileleri, aşkları, yakın çevreleri çoğu zaman önemsizleşiyor. Siyasi mücadeleleri hemen her şeyin önüne geçiyor. Blanqui’nin severek evlendiği karısı kısa sürede, o hapisteyken hastalanarak ölüyor, öksüz kalan oğlunu annesi büyütüyor. Yıllar sonra hapisten çıktığında, köyde mütevazı bir hayat sürdüren oğlu, ondan yanına yerleşmesini ve siyasetten uzaklaşmasını öneriyor: ‘Politika anlamsız bir iş, sonsuz bir zaman kaybıdır. Bırakın onu, ben size bakarım.’ Blanqui, bir cevap veriyor ki bu cevap, bence albümün okuru etkileyen başarılı bir sahnesi: ‘Yapamam, yapamam.’ Tutku dolu marazi bir inadı, belki başka türlü bir hayatı bilmemenin tedirginliğini işaret eden bir cevap bu… Belki teslimiyet de içeriyor, geçiştiriyor zira. Bir başka güzel sahne, Blanqui hapisten kaçtığında yaşanıyor. Bütün hayatını halka adayan, kendini proleter sayan Blanqui, karşısına çıkan bir balıkçıdan yardım istiyor. Balıkçı, yardım edeceğini söyleyerek önce onu güvenli bir yere götürüyor ve sonra askerlere ihbar ediyor. Hayal kırıklığı bundan daha iyi anlatılamaz. Şuna da yarıyor: Halkla bir tür aşk-nefret ilişkisi yaşayan bir devrimcinin savruluşunu isabetle betimliyor. Biyografiler, ekseriyetle başarı hikâyesine dayanırlar; her türlü zorluğun üstesinden gelen önemli adamların hayat hikâyeleri bu yüzden sevilir. İlginç olan ve anlatıya derinlik katan şey ise onların zaafları ve kapıldıkları hırsı sorgulayan, deyim yerindeyse insan olduklarını gösteren lahzalardır. Bu anlatılabilirse, o biyografi güçlenir.
Önsözü Le Roy yazsa da Kournwsky çizgileriyle albümde daha belirleyici olmuş. Hikâyenin sessizlik kareleri göz alıyor, bazen hareket halindeki karakterleri başka türlü mizansen edilebilirmiş hissi vermekle birlikte o eskizvari çinilemeler, okuru etkileyerek belirlemeyi başardığı için bir devamlılık sorunu yaratmıyor. Çizgi roman için basit bir kuraldır, üreticisi kendini unutturabiliyor ve okurunu hikâyesiyle baş başa bırakabiliyorsa o çizgi roman başarılıdır, başarılı da olur. Metinle, çizgiyle, mesajla biteviye ‘ben buradayım’ demek, hikâye için handikaptır; çok az yazar-çizer böylesi bir sorunun üstesinden gelebilir. Seyirci kamerayı fark etmemeli gibi bir şeydir bu… Ne Tanrı Ne Efendi, tempolu, yalın anlatımlı başarılı bir çizgi roman.
Radikal Kitap, 18.3.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder