Yüz yıl önce diyelim, matbaa teknolojisinin yetersizliği nedeniyle
gazeteler-dergiler pek fotoğraf kullanamaz, basın ressamlarına başvurur, onların
ürettiği görsellikten faydalanırlardı. Gazete-dergi dağıtımı ülke çapında
yapılamadığından satışlar yüksek değildi ve bu durum ressamlara ödenen telifi
doğrudan etkiliyordu. Hemen bütün ressamlar bir gazeteye ve birden fazla
dergiye iş yetiştirmek durumundaydı. Seri üretim yapabilen, o disiplini
gösterebilen ve o profesyonelliği başarabilen ressam sayısıysa çok fazla
değildi. Yayıncılar, onlara mecbur kalmamak içim profesyonellerin
alternatiflerini arıyor, yetenekli gençleri, akademiden öğrencileri, meraklıları
devşirmeye çalışıyor, ucuz maliyetli isimler bulmaya uğraşıyordu. Bu çerçevede
her dönem sürekli çalışan isimlerin yanında piyasaya girip çıkan pek çok ressam
namzedi oluyor, çoğu sebat etmiyor, kaybolup gidiyordu. İzzet Ziya, geçen
yüzyılın ilk yarısında çalışmış, sonradan kaybolup gitmiş basın
ressamlarımızdan biri. Taha Toros ve Nüzhet İslimyeli'nin yazdıkları dışında
hakkında doğru düzgün bir malumata dahi sahip değildik. Bahriye Çeri ve Ali
Birinci, onun hakkında kıymetli bir albüm-kitap yapmışlar. Kitap, İzzet
Ziya'nın dergilerde kalan ilüstrasyonlarını ve biyografik nitelikli ayrıntılı bir
önsözü içeriyor.
Öğreniyoruz ki, bir dönem saray ressamlığına kadar
yükselen İzzet Ziya, cumhuriyet'te de nitelikli bir devlet memuru olmaya devam
etmiş; az çizmesinin, geniş aralıklarla üretmesinin gerekçesi böylelikle
anlaşılıyor. Babıali'nin nekes patronlarından sıtkı sıyrıldığında kaçıp
gidebiliyormuş, 'la havle' çekip devam etmek zorunda kalmıyormuş. İzzet Ziya'nın
1919-1936 yılları arasında çizdiği kimileri karikatür, çoğunluğu hikâye-roman
resimlemelerinden oluşan albüm, basın ressamlığı bakımından zihin açıcı bir
panorama oluşturuyor. İzzet Ziya, 1935'te, Yedigün'de
yeniden çizmeye başladığında 52 yaşındaymış, o yaşta tazelenmek-iştahlanmak
takdire şayan. Çizmeyince bileğiniz kütükleşir, eskisi gibi çizebilmek,
kıvraklık kazanabilmek için tekrar ve tekrar çalışmanız gerekir. İzzet Ziya,
bunu göze almış, üstelik yirmili yıllarda çizdiklerine göre daha olgun
çalışmalar çıkartabilmiş. Vefatında Ankara'da yaşadığına göre, çizdiklerini
İstanbul'a postayla gönderiyor olmalı.
Basın ressamlığı, endüstriyel üretim anlamına gelir, sanattan çok popüler beğeniye ve önemli ölçüde taklide dayanan bir tekrar içerir. Onar yıllık aralarla basındaki görsellik incelenirse popüler ve taklit edilen bir üslup olduğu, bunun tekrar edilerek yaygınlaştırıldığı görülebilir. Her yeni gelen çizerden o popüler-hâkim üsluba benzeyen üretimler istenir. Örneğin bizde 1920'li ve 30'lu yıllarda Fransız gazeteleri ve orada hâkim olan görsellik taklit edilir. Dergi ve gazetelerimizde imzaları farklı olmakla birlikte birbirine benzeyen ilüstrasyonlar görürüz. Benzeşme derken 'Parisienne' bir üslup, belirginleştirilmiş bir kibarlık, elegant kadın ve erkekler resmediliyor demek istiyorum. En fazla iki kişinin, ekseriyetle bir kadın ve bir erkeğin yan yana, göz göze, 'ruhen' yanak yanağa getirildiği mizansenler de denebilir çizilenlere. Arka plan ve bir iç derinlik yoktur. Sessiz sinema tasarımı kadın ve erkekler tek bir duyguya odaklanmış biçimde ağlamaklı ve endişeli ifadelerle bakınırlar... Az sonra büyük bir sır ifşa edilecek, ayrılık olacak, kavuşamayacaklar, hüsran, facia, bedbahtlık vs yaşanacaktır sanki.
Basın ressamlığı, endüstriyel üretim anlamına gelir, sanattan çok popüler beğeniye ve önemli ölçüde taklide dayanan bir tekrar içerir. Onar yıllık aralarla basındaki görsellik incelenirse popüler ve taklit edilen bir üslup olduğu, bunun tekrar edilerek yaygınlaştırıldığı görülebilir. Her yeni gelen çizerden o popüler-hâkim üsluba benzeyen üretimler istenir. Örneğin bizde 1920'li ve 30'lu yıllarda Fransız gazeteleri ve orada hâkim olan görsellik taklit edilir. Dergi ve gazetelerimizde imzaları farklı olmakla birlikte birbirine benzeyen ilüstrasyonlar görürüz. Benzeşme derken 'Parisienne' bir üslup, belirginleştirilmiş bir kibarlık, elegant kadın ve erkekler resmediliyor demek istiyorum. En fazla iki kişinin, ekseriyetle bir kadın ve bir erkeğin yan yana, göz göze, 'ruhen' yanak yanağa getirildiği mizansenler de denebilir çizilenlere. Arka plan ve bir iç derinlik yoktur. Sessiz sinema tasarımı kadın ve erkekler tek bir duyguya odaklanmış biçimde ağlamaklı ve endişeli ifadelerle bakınırlar... Az sonra büyük bir sır ifşa edilecek, ayrılık olacak, kavuşamayacaklar, hüsran, facia, bedbahtlık vs yaşanacaktır sanki.
İzzet Ziya, bu resimlerdeki imzalardan biri… En ünlüsü
değil. Fransız çizerlerini andırıyor, o yılların pek çok karikatürist ve basın
ressamı gibi özgün durmuyor çizdikleri. Neden diğer ressamlarımız kadar
hatırlanmıyor sorusu az üretmesinden, mevcuda yeni bir yorum getirememesinden
kaynaklanıyor bana kalırsa. İzzet Ziya, kendine özgü bir başkalık taşımadığından,
kendisinden talep edileni yaparak, siparişi tamamlayan bir zanaatkâr gibi
duruyor. Münif Fehim, İhap Hulusi veya Ramiz ölçüsünde bir basın ressamı
değildi ama el hak, talebe cevap verebiliyordu. Örneğin elleri iyi çizemiyordu
ama önemli olan eksajere edilmiş yüz ifadesiydi. İzzet Ziya bunu
kotarabiliyordu.
Yirmili yıllarda basınımız için Fransızları modelliyor
dedik, otuzlu yıllarda İzzet Ziya'nın daha olgun ve oturmuş çizgilerini yayınlayan
Sedat Simavi'nin ünlü Yedigün dergisi
frankofon etkiyi sürdürmekle birlikte, başka bir görsel iklimin ve modanın
içindeydi. Amerikanlaşma yaşayan bir Fransa vardı artık, çizgiler de ona göre
değişmişti. (Babıali, Amerikanlaşmayı uzun yıllar Fransa üzerinden takip etti.)
Şevki ve Sururi gibi American Style ressamların
giderek öne çıkması da bu yüzden oldu, tek etkiye değil arkaplan ayrıntısına
dayanan, dekoratif unsurların azaldığı, çizgilerin berraklaştığı, kadınların ve
erkeklerin vücut özelliklerinin daha fazla belirginleştirildiği yeni bir resim
anlayışı oluşmuştu. 'Kamera' daha geriden kuruluyordu artık. Yüz ifadesi kadar mekân
tasviri de önem kazanmıştı. İnsanlar o güzel kadınların nasıl bir mekânda
yaşadığını görmek istiyordu. İzzet Ziya, otuzlu yıllarda daha iyi çiziyormuş
ama yine yeni değilmiş demek istiyorum. Modern üslup, bir kez daha başkaları
tarafından temsil ediliyormuş. İzzet Ziya, yaşasaydı, ne kadar değişirdi, yeni
biçime nasıl uyum sağlardı, kestirmek güç. İyi eğitimli bir saray ressamının,
çini mürekkebiyle ve ucuzcu gazetelerle serencamı hayli ilginç elbette. Çizme
iştahı gösteren arzulu bir adam mıydı yoksa ilerleyen yaşlarında düşkünleşerek
maddi imkânsızlıklar yüzünden, beklenmedik bir ihtiyaçla
Babıali'ye mi gitmişti, bilmiyoruz. Kitaptaki bütün çizimleri incelediğimde
bende kalan tortuyu, melodramatik bir keder olarak tarif edebilirim. Belki
abartıyorum, İzzet Ziya, yalnız ölen ve hatırlanmayan biri, sanki öyle, fazlasıyla
romanesk geliyor bana.
Radikal Kitap, 18.4.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder