Çizgili Tişört, Ersin Karabulut’un yakın dönemde çıkan Sevgili Günlük (2009) ve Amatör (2013)
albümlerinde oluşturduğu dünyanın devamı olmuş. Yine arzu ve kötülüğün
enerjisine, yine yalan dolan, hile ve desisede odaklanıyor ve yine
meselesini bir pembe dizi gerilimi içinde anlatıyor. İlginç olan,
kendisini kahramanlaştırdığı, otobiyografik nitelikli Sandık İçi çizgi romanını dolaylı biçimde hikayesinin merkezine taşıması. (Çizgili Tişört ismi de kendisini çizgili tişörtüyle tipleştirdiği Sandık İçi’nden
geliyor.) Başarı kazanmış çalışmasını her hafta çizmekten sıkıldığını,
sadece onunla anılmak istemediğini, anlattıklarıyla reel hayatının
kıyaslanmasından hoşlanmadığını, köşesini takip edenler,
serzenişlerinden hatırlayacaktır. Tuhaf bir çelişki aslında, popülerlik,
itibar kadar mağduriyet de getirebiliyor. Çizerler eskisi kadar olmasa
da, yayın dünyasının yıldızlarıdırlar, imza günlerinde kuyruklar oluşur.
Önlerinde dizilen hayran kitlesi, doğal olarak imza almakla
yetinmeyebilir, “star”a daha çok yakınlaşmak isteyebilir. Arzunun
biteviye tazelendiği bir hayat yaşıyoruz zira.
Çizgili Tişört, bu meseleyi uzun uzadıya tartışıyor. Sandık
İçi’nin hayranı olan genç bir kadın, sosyal medya üzerinden dizinin
yaratıcısına mesajlar gönderiyor ve arzulanan Ersin, iş hayatının
yoğunluğu, aşk hayatının karışıklığı filan derken bir fırsat yaratıp
onunla beraber oluyor. Bu tek gecelik kaçamak, genç kadının marazi
tutkusuyla birleşince, geçici bir ilişki olarak kalmıyor. Ersin kadından
kurtulmaya çalıştıkça yalanlar söylemeye, durumu idare etmeye, öfke
krizleri yaşamaya, psikolojik olarak çökmeye başlıyor. Genç kadına,
hayranlık duyduğu kahraman olmadığını anlatmaya çalışsa da işler
düzelmiyor, çatallanıyor, devreye kıskançlık ve ego patlamaları giriyor.
Bu kısım bence çarpıcı, Ersin, Sandık İçi’ndeki Ersin’in bir
tahayyül olduğunu bir başka çizgi roman, bir başka tahayyül, bir başka
gerçeklik hiyerarşisi içinde anlatıyor. Yani gerçek hayatı Çizgili Tişört, hayali olanı Sandık İçi
olarak istifliyor. Böyle bir iddianız varsa, hem anlatınızı hem
çizginizi büyütmek, naif görünenden uzaklaştırmak durumundasınız. Ersin,
Çizgili Tişört’ün star-fan ilişkisinde, rolünü oynamayı daha ilk andan itibaren reddediyor. Çizgili Tişört’ün çizgileri bu yüzden fotorealistikler. Sandık İçi’yle kıyaslanırsa sert, bazen sevimsiz ve başka bir kıvamdalar.
Peki, bu yeterli mi? Hikayecilikte gerçek dedikçe, gerçeği sorgulatıp hikayenizi sekteye uğratabilirsiniz. Sonuçta bir tür aldatma-kaçamak hikayesi anlatıyorsunuz. Ne dersek diyelim, ortada bir melodram üçgeni var; iki kadın ve bir erkeği, sadakat sorgusunu, aşkın hezeyanlarını ve mağdurların hiddetini okuyoruz. Tam bu noktada, Ersin farklı bir yola girmiş, herkesi çok konuşturmuş, sürekli bir durum değerlendirmesi ve psikolojik tespitler içeren diyaloglar kullanmış. Suçlayıcı bir ton, sürekli kendisini haklı gören, tahkir edici bir dil var anlatımında. Ersin, bunu yaparak gerçekliği başka bir biçimde kuruyor, herkesin çok konuştuğu, herkesin birbirini haklı ve haksız bulduğu bir şimdiki zaman aurasına başvuruyor. İyi bildiğimiz, her gün şahit ve bazen de tarafı olduğumuz, haberlerin, insanların, olguların tartışıldığı bir söyleme biçimine dahil ediyor okuru. “Kim haklı?” sorusu önce önem kazansa da bu kadar tespitten sonra gereksizleşiyor. Ersin’in iç sesiyle izliyoruz olup bitenleri; iki ya da üç kısa sahne dışında, hikaye Ersin’in devinimiyle yürüyor: Hışımla iç döküyor, biriyle konuşuyor veya mesaj yazıyor vs. Geleneksel çizgi romanda bu devinimin karşılığı, kahramanla özdeşleşmektir. Okur, kahramanı izler, onun eylemlerini kabullenerek tahkiyenin bir parçası olur. Oysa Ersin, bu tür bir özdeşleşmenin mantıksızlığını öfkeyle ifşa eden biri gibi dolanıyor hikayede: “Çizdiğim tip başka, ben başkayım,” diyen birisi kendisine geleneksel bir okur aramıyor demektir.
Albüm bittiğinde pek çok soru kalıyor geriye; hayranı karşısında
kurbana dönüşen Ersin karakteriyle bize ne anlatıldı dedirtiyor veya
Ersin, hayalle gerçeği, dergideki işlerle sergideki işleri, popüler
sanatla yüksek sanatı, aşkla seksi, sıradanlıkla olağanüstülüğü,
sakinlikle öfkeyi niye karşılaştırdı? Hiçbirinin tek bir cevabı yok,
bana kalırsa, olsun da istenmiyor veya Ersin pek de öyle net cevaplara
inanmıyor. Albüme yazdığı sonsözde, hikayeyi çizerken hissettiklerini
artık hissetmediğini söyleyerek bir “twist” daha yapıyor, işinin kölesi
haline geldiğini, sevilen bir şeyi tekrarlamaktan ve yeni şeyler
yapamamaktan dolayı kendisine ve sevilen işine öfkelendiğini anlatıyor.
“Çok şükür ki” artık kendisine ve sevilen işlerine kızmadığını
vurguluyor. Sandık İçi’nde çok gördüğümüz, samimi bir itiraf
bu. Ya da yazarı tarafından bir kez daha istiflenmiş yeni bir oyun!
Samimiyetin veya öfkenin nerede başlayıp nerede bittiğini nasıl
anlayacağız? Ersin, Çizgili Tişört’ün Ersin’i gibi bir kez daha “yalan” mı söylüyor yoksa? Sevgili Günlük’te
arzunun, bastırılamayan egonun negatif ve sıradan çehresini resmetmişti
bize. Amatör’ün kahramanı Yalçın'ın arzuları hitama eremedikçe ikna ya
da yalanla kendisini yeniden tanzim ediyordu. Çizgili Tişört’te yalanlarla egosunu kollayansa, bizatihi çizerin kendisi oldu.
Popüler sanatlarla uğraşıyorsanız, yaptığınız iş sosyal olarak ilgi görüyor ve karşılık buluyorsa, izleyicinin sempatisi kadar nefretine de muhatap olursunuz. Mutlaka tartışılırsınız, üstelik tartışmanın galibi de bellidir, sosyal medya bu mağrur galiplerin kontrolünde nefes alıp verir: İzleyiciler. Ersin, Çizgili Tişört’te bir kahraman ve bir çizer olarak kendisini tartışmaya açıyor, pembe dizi abartısıyla, kazanma ihtimali olmayan bir kavgada kendisini mağlup ediyor. Çizer Ersin, en çok korktuğu şeyin kurbanı oluyor, hayranı tarafından gerçek yüzüyle teşhir ediliyor. Tuhaf bir grafik roman Çizgili Tişört, ağır ve konuşkan, tek kelimeyle şizofren; öte yandan, hakkını teslim edelim, kendisini farklı biçimlerde okutabilen iyi hikayelerin gücünü taşıyor.
Sabit Fikir, Haziran 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder