Yayınevine dosyalar geliyor, okuyoruz, hep söylüyorum, iyi ya da kötü değerlendirmesi yapmıyor, bize uygun olup olmadığına bakıyoruz. Her kitabın bir okuru var, bize değil, bir başka yayınevine uygun olacak kitabı inceliyor da olabiliriz.
Yazar adayları genellikle yayınevi hakkında bir fikirleri olmadan kitap gönderiyorlar, bu bana oldum olası ilginç geliyor. Ben ne yazıyorum, bu insanlar ne yayınlıyor, yazdıklarım bu yayıneviyle uyuşuyor mu diye sorulması gerekmiyor mu...Hiç değilse, aklından geçirirsin...
Bana ilginç gelen ikinci mesele, araya insan sokmak, torpil bulmak, sanılıyor ki, adamını bulmazsan kitabını yayınlamazlar. Bunu hiç anlamıyorum. Bir yayınevi, kitap satarak ayakta kalır, bir tarzı olursa yaşar, bunu sürdürürse nefes alır. Tanıdıkla, hatırla, ricayla minnetle kitap çıkartan bir yayınevi yaşamaz...Bu kadar basit...Oturduğum dalı niye keseceğim alla'sen...
Bir örnek vereceğim, iki yıl önce, bir öykü dosyası geldi, bize uygun değildi, reddettik, altı yedi ay sonra, aynı arkadaş, aynı dosyayı, bir yazarımızı araya katarak yeniden gönderdi, yine kabul etmedik. Aynı dosya, iki hafta evvel, yine geldi, araya bu kez başka bir yazarımız katılarak geldi ama...Yine kabul etmedik.
Neyin inadı, neyin mantığı hiç anlamıyorum...Hadi, kimsem yok, beni kabul etmezler endişesine kapıldın, araya bir abi kattın... E olmayınca ne düşündün, üçüncü hamlende aracı olsun diye başka bir yazara yönelirken ne düşündün... O daha itibarlı, ben burdan yürürüm mü dedin...O iki yazar birbirinden haberdar mı peki...Veya biz o aracılarla yoklanan kaçıncı yayıneviyiz..
Sorsanız, bana taktılar diye anlatabilir. Kayıtlar olmasa, ben yazarın ismini filan hatırlamam, okuyoruz işte... Hatta unutup yeniden okuyoruz...
Sabah siniri, geçer...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder