İşte, medya, “ideolojilerin sonu” ideolojisinin yeniden üretildiği bir mecradır, bu ideolojinin biçimidir. Özellikle televizyonun gün be gün tekrarlanan, en “vahim” olayları bile olağan akışı içindeki vahamet efektleriyle sıradanlaştıran döngüsü, konformizmin en güçlü jeneratörüdür. O vahamet efektleriyle, çarpıcı sunumlarla, dramatizasyonlarla gün be gün tazelediği bir gündemle, heyecan ve merakı da canlı tutan bir rutini çevirir. Gündemin değişim hızındaki olağanüstü artış, rutin format içinde sürekli yeni içerik talebini kışkırtır; bu da belirli bir meseleye, bir soruya, giderek bir fikre konsantre ve angaje olmayı güçleştirir. Televizyonun esas itibarıyla bir eğlence mecrası olması, ister istemez “sulandırıcı” bir iğvanın kaynağıdır. Televizyonun zamansal yoğunluğunun ve hızının, sözün/düşüncenin kısa ve pratik formülasyonunu zorladığını eklemeliyiz buna. Bu vulgerizasyon veya popülarizasyon zorlaması, aynı zamanda konuların ve düşüncenin pratik hûlâsasını çekip çıkartmaya dönük bir zorlamadır, bu bakımdan politikleştirici bir etkisi olacağını düşünebiliriz. Yine, biçimin politik sözü yönlendirici, kısıtlayıcı etkisini görmezden gelmemek kaydıyla…
Medya, bir yanda enformasyon ile reklâmı (infomercials), enformasyon ile eğlenceyi (infotaintment) birbirine karışır hale getirdiği gibi diğer yanda toplumu kaotik ve istikrarsız bir yapıda resmeder, korku ve güvensizlik duygularını sürekli zinde tutarak otoriter zihniyetin yeniden üretimine katkı sağlar. Eğlence ve magazinin rasyonel nitelikli kamusal tartışmanın önüne geçmesi, herhangi bir kamusal meselenin iki görüş arasındaki münazaraya indirgenmesi, kişisel geçimsizlikle tanımlanır hale gelmesi, bu katkıyı pekiştiren bir karakteristiktir. Köşe yazarlarının bu dönemde gösterdikleri tepki ve refleksler çoğunlukla televizyon diliyle uyumlu hale gelir, hatta onunla yarışmaya kalkışır. Duygusal çıkışlar ve sansasyon, akılcı-mantıklı bir müzakereye galebe çalar. Televizyonda elini masaya vurarak konuşan, “dönekler, hainler” türünden ağır ithamlarda bulunan, handiyse ağlayacak kadar duygusallaşan, öfkelenen yorumcu-yazarlar, bu tarzın ustalarıdır. Sözgelimi Yalçın Küçük, bir keresinde, konuşurken elini masaya vurması için televizyoncuların telkinde bulunduğunu beyan ederken, medyanın dilini nasıl oluşturduğuna tanıklı etmektedir.
[MTSD, 9.Cilt, Dönemler ve Zihniyetler için Tanıl Bora ile birlikte yazdığımız yazıdan bölüm, Köşe yazarlığındaki değişim ve politik düşünce vasatı: Şu Köşeden Bu Köşeye]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder