Hasta güzel bir kara hikaye, bilmiyordum, Netflix'te uyarlaması da gelmiş, nasıl derseniz, tahmini zor değil, seyircinin aptallığına inanan platform, son derece açıklayıcı bir istif yaparak başka bir şey çıkarmış ortaya... Kötü diyemem ama sahiden başka bir hikaye olmuş yaptıkları. Grafik romansa başarılı bir muğlaklık, okura bırakılmış "cevaplar" ile her bakımdan daha yeni ve derinlikli duruyor. Marazi erotizmini ve hükmedici zekânın anlatımını çok beğendim. Hikaye, bir aile katliamından kurtulan genç bir erkeğim komadan uyanmasıyla başlıyor. Tedavi sürecine bir terapist ayrıca eşlik etmeye başlıyor. Hatırlamalar, itiraflarla gerçeği öğrenmeye başlıyoruz. Hastamızla Terapist arasındaki çekim, Thomas Harris havasında geliştirilmiş, ergen yalpalaması, cinsel cazibe ve zeka tartımıyla kurulmuş. Yan hikayeler ayrıca ustalıkla işlenmiş. Hasılı, potansiyelli hikayeymiş, hiç şaşmamış, Netflix iki günde unutulacak bir garabete evriltmiş.
Gerçeklik Düğümü, azalan yerli üretimlerimizden biri. İddiasını ve başlangıç fikrini beğendim. Lovecraft havasındaki muamma da başarılı. Edebi olarak, tahkiye olarak
a la mode duruyor, çizgiler ileride daha da mahirane olacak, bunu hissettiriyor... Ne ki albümün total olarak seyrelmesi gerekiyormuş, karakter olarak çok kalabalık ve fazla olay anlatılmış, bu esere güç kaybettirmiş... Slowburn tonunda kalarak dağılmadan karanlık tarafı koyulaştıracak-tek elde güçlendirecek bir kurgu yapılmalıymış, kahramanı çaresizleştirecek bir yöne yoğunlaşılmalıymış. Yapılmamış demiyorum, kötü adam tarafı irrelevant nispette fazlalaşıyor. Lovecraft'ı bunca zaman yaşatan şey tedirgin edici muammasıdır mesela veya yaşadığımız hayatın en güçlü hissi güvensizliktir. Nasıl desem, öyle bir hayat yaşıyoruz ki, kimse kimseye güvenmiyor ve o sebeple "iç ve dış mihraklardan", lobilerden, Amerika'dan şundan bundan konuşuyoruz... Haksızlık etmeyeyim, yanlış da anlaşılmasın, memleket için zor bir şey denemişler, buna rağmen güzel bir ilk albüm olmuş.
Ben Koşarım Aşağlara, Koşarım Tomris Uyar'la eşi Turgut Uyar hakkında yapılmış uzun sayılabilecek bir söyleşi kitabı. İnce bir kitap, söyleşinin hemen arkasına içeride hiç değinilmeyen bir tartışmaya dair yazışmalar eklenmiş. Uyar'ın bir yazısında Kemalizm'i eleştirdiğini iddia ederek Dil Kurumu savunmasını istemiş filan, bağlamsız bir ilave olmuş, en azından bir takdim yazısı eklenebilirmiş. Tomris Uyar ise kocası, arkadaşı ve edebiyatçı Turgut Uyar'ı doğrusu güzel anlatmış. Onun münzeviliği, dostlarıyla ilişkileri, belki ölmeye yatması, belki ilgisizliği ve kızgınlığına dair yorumlarda bulunmuş. Kişisel olarak oğluna kendi ismini vermesi de Tomris hanımın bunu kabul etmesi de bana her zaman garip gelmiştir. Hakeza sürekli kemiklerinin kırılmasına neden olan kazalar geçirmesi de... Bir yaştan sonra ortopedik olarak hayatı güçleştiren, insanı muhtaçlaştıran (haliyle acılaştıran) bir süreç çünkü... Tomris hanımın dışa dönüklüğü, belki flörtözlüğü onu nasıl etkilemiştir merak ediyordum, konuşmalarda bir iki done veriyor. Kıskanmak, kolay baş edilir bir his değil çünkü. Aşkı kollayan ve kovalayan istilacı bir bir duygu. Kitap, Turgut Uyar okumalarına bir başlangıç-bir giriş sayılabilir.
Metin Arditi, bildiğim bir yazar değildi, Babam Omuzlarımda'yı babalık meselesi nedeniyle okumak istedim, iyi ki okumuşum, kaç gündür, kitabı anlatıp duruyorum. Önce tatlı, iyi kurulmuş bir geçmiş ve çocukluk güzellemesiyla başlıyor, sonra yavaş yavaş o hayran olunan babanın bir eksikliğini, bir fazlalığını resmetmeye yöneliyor. Yedi yaşında yatılı okula verilmiş, bir on yıl boyunca eve hiç dönememiş, yalnız büyümüş ve ayakta kalmış bir çocuğun hatıraları bunlar. Büyüdükçe, fark ettikçe, hayranlığın yerini farklı hisler alıyor, serinkanlı ve mesafesini koruyan akıllı bir yazarın buruk iç sesi sizi sürüklüyor. Epeyce yakınlık duydum yazdıklarına, ki bu bir yazarlık mahareti...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder