Cuma, Eylül 13, 2019

Aman ha!


Çok sevdiğim bir western klişesi-hikayesi vardır. Kasabalılar, kötü adamlardan kurtulmak için birleşir, aralarında para toplar ve namlı bir silahşor tutarlar. Gelen kiralık "tabanca" sahiden de kısa zaman içinde kötü adamları tepeleyerek kasabayı dertlerinden kurtarır. İşin ilginç faslı o zaferden sonra başlar. Kiralık şerif, kasabanın hakimi olmuştur veya olmak üzeredir. Varlığı artık kasabalıyı rahatsız ediyor, korkutuyordur, kurtarıcı sayılan kahraman giderek ne yapacağı kestirilemeyen bir kanun koyucuya dönüşmüştür. Neyzen Tevfik'in Tarzan'ı tarif derken söylediği gibi "kurtaran öper" mantığı gerçekleşiyordur...

Western, çata pat, Holivut filan denir ama bu hikaye enikonu bir adalet tartışması anlatır bize.. Siyaset bilimi bölümlerinde, Hukukla ilgili temel argümanlar anlatılırken örnek olarak konuşulabilir gibi gelir bana... Malumunuz kaosu sona erdirmek için bir toplumsal sözleşmeyle gücü birine devredersin...SB 101 dersi.

12 Eylül olduğunda sadece 11 yaşındaydım, o yaşta insan memlekete ne oluyor, biz nasıl büyüyoruz, "yarın" nasıl olacak gibi bir fikir yürütemiyor. Evde, okulda, televizyonda konuşulanlar filan var sadece... Herkesin düşmanı senin de düşmanın oluyor. Doğruyu bildiğini, doğrudan yana olduğunu düşünüyorsun.

Geçen yıl bir yaşıtım, babası hapisteymiş, o yılları nasıl zor geçirdiğini anlattı. İnsanın içini burkan bir biçimde babasız geçen yıllarını resmederken daha dün gibi gözleri doldu.

O yıllarda benim çevremde rejimin hapsettiği birileri yoktu. Doğrudan yoktu demek daha doğru, yoksa hepimiz o süreçten çatır çatır etkilendik. Küçük küçük gibi gözüken ayrıntılardı ama hepimizi bir biçimde dönüştürüyordu. 12 Eylül öncesinde Milliyet alırdık, hemen akabinde Hürriyet ve Günaydın'a geçtik örneğin. Hiç unutmuyorum, 12 Eylül günü gazete bayiilerinde sadece Hürriyet ve Günaydın vardı. Diğer gazeteler öyle her yerde bulunamamıştı. Rejim makbul olanı işaret ediyordu, ikisi de en çok satan iki gazeteydi. Ne sağcılardı ne solcu... Falan filan...

12 Eylülle beraber şöyle şeyler başladı, istisnasız her gün bıktırana kadar "kardeşi kardeşi kırdıran bir dönemden geçtik" diye başlayan bir propaganda dinliyorduk. İhtilal, Türkiye'yi son anda büyük bir infilaktan kurtarmıştı. Tüm ülkenin hayranlık beslediği Kenan Evren radyodan televizyondan konuşuyor, devlet ve millet düşmanlarına kahrederek bağırıp çağırıyordu. Geceleri sokağa çıkma yasağı vardı, evinizde oturun deniyordu. Okulda birdenbire dersler kesiliyor, sınıflardaki hoparlörlerden İnkılap Tarihi dinleyip duruyorduk. Gençlerin siyasetle uğraşması istenmiyordu, kandırılmıştık, kandırılırdık. Aman ha çocuklar deniyordu. Bizi kurtaracak olan sizsiniz denerek kurtarılıyorduk.

Gençlik ibaresi, galiba ilk kez o zaman spor bakanlığına eklendi. Gençlik ve... oldu Spor Bakanlığı. Gençlerin siyasetten uzak tutmak için spor, özellikle bedene dayalı bireysel spor faaliyetleri teşvik ediliyordu. Herkes garip bir biçimde caddelerde koşmaya başlamıştı. Amatör atletler yolda karşılaşınca "sağlıklı yaşam için spor" diye bağırarak  birbirlerini alkışlıyorlardı.

19 Mayıs törenleri için ta şubat ayından başlayarak bir grup öğrenci çalıştırılmaya başlar, derslere filan girmelerine gerek görülmeden defalarca stadyuma taşınırdı. Gösteri derslerden ve eğitimden daha önemliydi. Bu fedakarlığı göstermemiz isteniyordu. Bitmeyen provalar olur, öğrenciler büyük eziyet çekerdi. Yapılan da halka çevirmek, kasadan atlamak, asker gibi yürümek, oturduğun yerden renkli panolar filan indirip kaldırmaktı. Doğu blokuyla alay eden sağcılarımız, askerlerimiz, siyasetçilerimiz onları taklit ettiklerinin farkında bile değillerdi.

12 Eylül ile ilgili iki hatıra...

Birincisi, bizim eve çok yakın olan karakolda işkence gören insanlar hatırlıyorum. Karakolun arka bahçesindeki ağaçlara asılır, sonra gün ışırken tekrar içeri alınırlardı. Erken saatlerde okula gittiğimiz için o ağaçlara asılmış ağzı yüzü mor, yaraları kanayan ve inleyen adamlar görürdük. Bir polis, "korkmayın bunlar kötü adamlar" demişti. Bu kadar basitti.

İkincisi, 1961 Anayasasına göre din dersi zorunlu değildi, isteyen o dersi almayabiliyordu. Velilerden imza mı isteniyordu tam hatırlamıyorum. Bizim okulda 11 ya da 12 yaşında tek bir çocuk, üstelik aynı sınıftaydık, din dersi almak istemediğini beyan etti. 12 Eylül ertesindeyiz... Koca okulda tek bir "mikrop" çıkmıştı. Şu yaşımda düşünüyorum da, okul yönetimi kim bilir nasıl endişelenmiştir. Karakoldan, Valilikten, Sıkıyönetimden, Milli Eğitimden biri gelse şöyle bir baksa listelere o tek çocuğa ne derlerdi?  "Sen o koltukta nasıl oturabiliyorsun müdür efendi, geceleri nasıl uyuyorsun" derler miydi mesela... Biliyorsunuz, sonra o seçme imkanını tamamen yasakladılar. Bitti gitti.

Doğal olarak "Allaha inanmıyorum" diyen çocuğu ikna etmek bir milli vazifeye dönüştü. Gelen giden öğretmen, çocuğu dersten çıkarıp ona Allahın varlığını anlatan diskurlar çekmeye başladı. Onunla da kalmadı. Çocuk sınıftan çıkınca, öğretmenler hepimize hitaben çocuğun yanlış yolda olduğunu anlatıyor. Hep birlikte hareket ederek onu doğru yola getirmemiz gerektiğini söylüyorlardı.

Çocuk, bir hafta içinde kararından vazgeçti. Hepimiz rahatladık. 12 Eylül bizi nasıl kurtardıysa... Biz de el birliğiyle... çocuğu kurtarmıştık. Bir olmuştuk, tek vücut, tek yumruk...12 Eylül olmasa çocuğun tercihi mesele edilmeyecek, belki de bi başına kalmayacak, okuldaki tek mikrop olmayacaktı.

Kurtarmak deyince western filmleri, Neyzen ve Kenan Evren, o sınıf arkadaşım gelir aklıma...

Bakmayın siz, sağcısı solcusu şimdi sallıyor yerden yere vuruyor ama alkışlarla karşılanmıştı 12 Eylül...

1 yorum:

Kaystros Tyrha dedi ki...

Gırgır'ın kapak sayfası dönemi tam olarak anlatmış. Evet, o dönemde Evren'i alkışlamayan yoktu.

Related Posts with Thumbnails