Cuma, Eylül 27, 2019

Döngü


Çok değil, bir on beş yıl önce, dünyanın pek çok ülkesinde yapılan anket, tartışma ve tepkiler gösteriyordu ki, büyük bir çoğunluk medyayı inandırıcı bulmuyordu; “yalan yazdığı”, abarttığı, yapılan haberlerin medyanın ticari çıkarları ve sahip olduğu ideoloji dolayımıyla biçimlendiği, tutarsız ve çelişkili olduğu, taraf tutmasına rağmen nesnellik iddiasında bulunduğu, sadece sansasyon peşinde koştuğu söyleniyordu. Hakkındaki handiyse kemikleşen tüm bu olumsuz kanaatlere rağmen, büyük bir çoğunluğun birincil haber kaynağının medya olması da ilginç değildi kuşkusuz. Medya tüm hayatımıza dâhil oluyor ve gündelik olanı önemli ölçüde yönlendiriyordu. Öyle ki medya, ortak iyi ve kötüyü, yanlışı, çirkini, ahlak dışı olanı da işaret ediyor, belirginleştiriyor, işin tuhafı, kimi zaman da görmezden gelebiliyordu. Düşman kadar kahraman da üretiyordu. Medyayı güvenilir bulmadığını beyan eden toplumların sevip saydığı, güven duyduğu kişi ve kurumları da hemen her zaman medya ve medya seçkinleri üretiyordu. Sayısız ülkede rüşveti reddeden bürokratlar, yolsuzluk ve kanun dışılıkları açığa çıkaran mali ve adli denetçiler, ekonomi elitleri, mafyaya ya da geniş ölçekli bir örgüte direnen savcılar medya aracılığıyla kahramanlaştırılıyorlar. Manşetlere taşınıyor, eylemlerini sürdürmelerini kolaylaştıran kamuoyu desteğini önemli ölçüde medyadan sağlıyorlardı. Bir başka ifadeyle medyaya güvenmeyen toplumlar medyanın kahramanlarına inanıyorlardı. Üstelik bu kahramanlar bir süre sonra gündemden silinebiliyor veya birer “halk düşmanı”na dönüştürülebiliyorlardı. Medyada iyi ile kötünün rol değiştirmesi gerçek hayatta olduğundan çok daha kolay(dı).

Medyanın kendine rol olarak seçtiği ve itibarını arttırmak için olur olmaz zikrettiği kamu adına denetleyicilik (watchdog) ideali de bu kahramanlar ve onların yaratım süreciyle pekiştiriliyordu. Yaratılan kahramanlara verilen destek, medyanın itibar tazelemesini sağlıyordu. Hakeza, kahraman - düşman dualizmine dayanarak üretilen stereotiplerle korku ve güvensizlik duygularını canlı tutarak, egemen ideolojinin işleyişine de katkı sağlıyordu. Elbette medya bunu tutarlı ve tek biçimli yapmıyor; bütünlüklü olarak bakıldığında medya birbiriyle çelişen bir içerikle var oluyordu. Örneğin Türkiye’de anaakım medyaların bir sayfasında devlet göreve çağrılırken, diğer sayfasında neoliberalizmin öngördüğü yeni sosyal politikalar savunuluyordu. Hal böyle olunca, anaakım medyanın tutarlı bir yayın politikası olduğundan söz etmek mümkün değildi. Konjonktüre, güç ilişkilerine ve ticari kaygılara göre biçimlenen bir yayıncılık anlayışından söz etmek daha doğru görünüyordu.

Bugün, Türkiye’de yazılı ve görsel medyanın içinde bulunduğu durumu, düşen satış rakamlarını, televizyonların sahiplik ilişkilerini ve denetleyicilik işlevini yerine getirmemeyi tercih etmelerini hesap edersek…bir güven sorunu kalmadığını teslim etmek gerekiyor. Medya tartışması artık yapılamıyor, demokrasinin işleyişiyle ilgili bir sorun olduğu kadar, etkisi de o denli önemsenmiyor. Siyasetin vardığı bir nokta da olabilir bunun bir nedeni… ama gazeteden veya televizyondan haber alma imkanı ve beklentisi kalmadı sanki.

Hobsbawn’ın deyişiyle yirminci yüzyıl, sıradan insanların yüzyılıydı ve onların ürettiği, onlar için üretilen sanat bu yüzyıla hâkim olmuştu. Birbirleriyle bağlantılı iki araç, sıradan insanın dünyasını ilk kez bu kadar görünür ve belgelenebilir hale getirdi: röportaj ve kamera. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla nihayetlenen Soğuk Savaş döneminin etkileri en çok ve bir kez daha gündelik yaşama sirayet eden teknoloji ile kendini gösterdi. Cep telefonları ve internet bu yeni dönemin simgeleri oldular. Cep telefonları sayesinde kolaylaşan ses ve görüntü kayıtları internet aracılığıyla global ölçekli olarak dolaşıma girdi.

Ve biliyorsunuz, artık sosyal medya çağındayız. Sıradan insanların kamerası, mikrofonu ve “kalemi” geleneksel medyadan çok daha etkili…Veya etkili olduğu fantezisi içindeyiz... Sıradan insanların önemsendiği, muhabirleştiği, medya seçkinlerine dönüştüğü...  kaotik bir biçimde güven sorununun mirasçısı da olduğu bir evre diyelim buna...… Internette yazılana güvenmiyoruz…

Başa dönüyoruz yani…Medya ve demokrasi tartışmalarının hem yenilenmesi hem hatırlanması hem popüler kültürün hem de kamusal alanın anlaşılabilmesi için önemli...

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails