Genellikle, artık yaşamayan,
müteveffa ünlüler anlatıldığı için biyografik hikayeler, tarihten beslenirler.
Hikaye gibi tarih de (story/history) bir kurmacadır. Hikayeci o hayat
hikayesini nasıl yeniden şekillendiriyorsa, neyi anlatıp neyi anlatmayacağını
seçiyorsa, tarihçi de kimi olguları seçer ve kimilerini dışarıda tutarak kendi
metnini (tarihini) yazar. Biyografik hikaye her zaman anlatıcısının dünya
algısına, siyasi ve sosyal tutumuna, aidiyetlerine, edebi meselelerine dayanır.
Bu sebeplerle her biyografi, küçük ortak noktalar dışında farklı hikayeler
içerir. Geçmişi ya da ünlülerin hayatlarını merak eden okur, tarihi ya da o
hayatı anlayabileceğine inanır. Bir biyografide hikaye, mutlaka hayatın önüne
geçer çünkü kronolojik bir sıralamadan daha fazlası istenir. Bir insanın
hayatını o bitip tükenmez gündelik rutinlerle değil mahremine daha çok girerek,
az bilinen taraflarında odaklanarak anlatmak gerekir. Bu tercih ise epeyce
netamelidir; ilgi çekme iştahının, hikayenin ve biyografinin önüne geçmemesi
beklenir. Popüler biyografiler, en azından son çeyrek yüzyılda değişen tarih
algısıyla abartılı, eksik ve tahrif edilmiş kurgular olarak görüldüler.
Anlatıcının kendine göre bir olaylar dizisi ve geçmiş kurgusu tanzim ettiği
fark edildi veya. Popüler biyografiler, sırf bu nedenlerle, mesafeli ve nesnel
bilgiler edinebileceğimiz güvenilir kaynaklardan sayılmaz oldular.
O zaman başa dönerek ilk
cümlemizi soru olarak soralım: Biyografik çizgi romanlar neden çoğalıyor? Veya,
çizgi roman üreticileri, popüler biyografilere yönelik eleştirilerin
farkındalar mı? Çizgi roman, süreli yayın olmaktan çıkıp kitabevlerine,
yayınevlerine dahil olduğundan, “grafik roman” bir tür olarak itibar
kazandığından beri alanın yazar ve çizerleri kitap dünyasıyla başka türlü bir
“ilişki” kurmaya çalışıyor. Görünen o ki, biyografinin popüler ve “çok satar”
aurasına ticari bir akıl yürütmeyle çizgili bir görsellik eklenmek isteniyor.
İlk kez yakın dönemde ünlü biyografi kitaplarının çizgi roman uyarlaması
yapılması veya biyografi yazarlarına senaryo siparişleri verilmesi tesadüf
olmamalı... İkinci neden; üreticiler, ünlü ve popüler bir kişiliği anlatarak
entelektüel bir itibar arıyor ve istiyorlar, bu da fark ediliyor. Diğer yandan
biyografilere yönelik eleştirileri dikkate aldıklarını sanmıyorum ama biyografi
yazarken psikolojiyi içine katarak bir yenilik arandığını teslim edebilirim.
Yakınlarda KaraKarga tarafından bizde de yayımlanan Lennon, buna güzel bir örnek. David Foenkinos’un çoksatar
biyografik romanı, Eric Corbeyran’ın senaryosu, Horne’un çizgileriyle
uyarlandı. John Lennon’ın 1975’ten ölümüne kadar süren New York döneminin
anlatıldığı roman, terapistine yaptığı iç dökmeleri içeriyordu. Terapi,
malumunuz, iyileşme arzusuyla hastanın doktora mahremini anlatmasıyla yaşanır.
Doktorun sorularıyla geçmişe (tarihe), ebeveynlerle ilişkilere, dramatik
olaylara ve çeşitli meselelerin kökenlerine inilir. Hasta ve doktor, birlikte,
neden-sonuç ilişkisi olan bir hikaye üretirler. Hastanın kendini tanıyacağı,
doktorun sorunlara cevap bulabileceği bir özel hikayedir bu. Bir gazeteci
röportajını, mahkeme tanıklığını, bir dost hasbihalini andıran, itiraf ve
ifşayı içeren şaşırtıcı yönleri vardır. Lennon bu bakımdan “yazarına”
geniş bir malzeme sunuyor. John Lennon, iyileşme niyetiyle abartılı hallerini,
arzularını, yanlışlarını birer birer terapistine-okuruna sıralıyor. İyi
düşünülmüş bir romanın uyarlaması olduğu için dili çarpıcı ve mahremi resmetmek
hususunda oldukça nitelikli.
İkisi de Türkçede yayımlanmamış,
iki müzisyen hikayesinden –ilki Kanadalı piyanist Glenn Gould’un (Revel, NBM,
2017), diğeri, ünlü caz şarkıcısı Billie Holiday’in (Munoz-Sampayo, NBM, 2016)
hayatını anlatan– iki biyografik çizgi romandan söz edeceğim. İkincisi, 1991
yılında yayımlanmış olmasına rağmen yenilikçiliği nedeniyle hatırlanarak tekrar
dolaşıma girdi. Billie Holiday’in sert hayat koşullarında geçen, siroz yüzünden
erken yaşta sonlanan yaşamı, “Gloomy Sunday” şarkısındaki gibi kasvetle, son
günlerinde odaklanarak anlatılıyor. İlkinde ise çoğunlukla kronolojik bir
tahkiyeye dayanarak yazarların, eleştirmenlerin, meslektaşlarının görüşlerine
dahi başvurulan, enformasyonun daha önemli olduğu bir anlatı tasarlanmış. Biri yeraltı
dünyasının karanlığında ölüme koşan, diğeri orta sınıf hijyenikliğinde ölüme
direnen iki müzisyen okuyoruz. İkisinin de inandırıcılık düzeyleri, anlatma
biçimleri ve devamlılıkları birbirinden farklı. Anlatılanların doğru olup
olmadığı, hikayeye kapıldıkça, bir de başarılı anlatılmışsa, kolaylıkla
öteleniyor. Çizgi romanlar sanılanın aksine hikaye anlatmaktan uzaklaştıkça güç
kaybediyorlar gibi geliyor bana. Entelektüel biyografi yazmak konusunda pek
donanımlı değillermiş gibi geliyorlar hatta. Hiç yok demiyorum, örneğin bizde
de çıkan, Darrly Cunningham’in Büyük Çöküş: Küresel Ekonomi Nasıl Rehin
Alınır (YKY, 2018), Ayn Rand ile başlayıp iddialı bir dönem yorumu
yapıyor. Çizgiyle ilgili buluşları pek parlak değil ama meselesini iyi biliyor;
Rand’ı, çevresini, dünya algısını, etkilerini, sonrasını başarıyla anlatıyor.
Yakın dönemin biyografik çizgi romanları daha çok –Lennon’da olduğu gibi–
psikolojiden, aile tarihinden, siyasetten besleniyor ama bunu edebiyata
yaklaşarak, sakin bir dille yapıyorlar. Enformasyona daha kolay ulaşılabildiği
için ansiklopedik olmamaya, mahremi iyi hikayeleştirmeye çalışıyorlar. Nasıl
mesaj kaygısıyla ilerlenemezse, enformasyon vereceğim diyerek de hikaye
kurulamıyor. İş, eskilerin deyişiyle hayatını anlatmaktan değil “kalbini
açmak”tan geçiyor.
Bize gelince, biyografik çizgi
romanlar üretmedik değil, bunu hamasetle, epik bir dille ve mutlaka romantize
ederek, hikaye değil sahneler anlatarak yaptık. E bu da tersten okunması
gereken bir başka reçete.
Sabit Fikir, Mayıs 2018.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder