Önce siz senaryosunu yazarak işe başladığınız için ilk
olarak sorayım, neydi 1951’in çıkış noktası?
Levent Cantek- Çıkış noktası asla bir tane olmuyor
galiba, sonsözde yazdım bir şeyler ama yazmadığım bir tanesini anlatayım.
Macera filmlerinde sık olur, yabancı bir ülkede, dilini bilmediğiniz insanlar
arasında başınız belaya girer. Derdinizi bir türlü anlatamazsınız. Ben o
hengâmede yakın birini kaybetmiş bir yabancıyı düşündüm. Yabancı derken Yakup
Kadri’nin kastettiği bir anlamda yabanlığı düşünün. 1951 yılında Ankara’da ne
var ki? Hele bir İstanbullu için? Üç bina üç heves… Kardeşi ölünce Ankara’ya
gelmek zorunda kalan bir İstanbullu düşündüm.
Hiç bilmediği bir yere, evinden uzağa gidiyor, kardeşi ölmüş, yasla dolu
o sürecin içinde kardeşinin hiç bilmediği yönleriyle karşılaşıyor. Onun intihar
ettiğine inanmıyor. Bir şeye inanmazsanız mutlaka bir hikâye geliştiriyorsunuz.
Herkes yapıyor bunu. Vedat da o hikâyenin peşinden gidiyor işte.
Vedat ile Nedim ikiz kadar benziyorlar birbirlerine… Onu
neden tercih ettiniz?
L.C- Benzerliği bir edebi oyun olarak ilginç buluyorum,
birisinin yerine geçebiliyorsunuz, kaldığı yerden devam edebiliyorsunuz. Vedat,
kardeşinin ölümünü araştırırken onun yerine geçmeğe kalkıyor. Muammayı pekiştiren
bir oyun diyelim buna. Gönderme yapıyorum, bu benzerlik işini, bu ikiz kardeş
meselesini serüven edebiyatı çok sever.
1951 için siyasi bir polisiye diyebilir misiniz?
L.C- Polisiye bir devamlılığı var ama polisiye demek
doğru olmayabilir. Ben bir dönem aurası anlatmayı seviyorum. Siyaseti, kültürü,
çatışmayı o auranın içinden anlatmak hoşuma gidiyor. Vedat, kardeşinin intihar
etmediğini düşünerek onun geçmişini ve ilişkilerini araştırıyor, bunu yaptıkça
birileriyle karşılaşıyor. Muktedirlerle konuşmak çok zordur, onlar isterse
sizle konuşurlar, onlarla konuşmaya çalışan siz olursunuz. Vedat, siyasetten,
kardeşinin hayallerinden çok uzak birisi… Hiç bilmediği biçimde sürüklenmeye
başlıyor.
Burada grafik roman vurgusunu soracağım. 1951 neden bir
grafik roman?
L.C- Bu soru bana çok soruluyor, hatta öyle ki grafik
romanı benim uydurduğumu iddia edenler bile çıkıyor. Sadece son beş yılda
Amerika’da ve Avrupa’da grafik romanla ilgili yüzlerce kitap ve makale
yayımlandı. Şöyle anlatayım, çizgi romanlar bir kahramanın serüvenlerine
odaklanırlar, tahkiyeleri iyilerin ve mutlaka ana karakterin zaferine
dayalıdır. Her şeyin çözüldüğü, okurun rahatladığı bir finalleri vardır.
Gerçekçilikle ilgileri bu tahkiyeye bağlıdır. Sert ve şiddet dolu olabilirler,
dilleri argoya dayalı olabilir vs. ama Batman grafik roman olamaz örneğin.
Ayrıksı bir serüven yaşaması bu durumu değiştirmez. Yazarı
çizeri o kitabı kendi imkânlarıyla yayınlıyor diye, küçük bir yayınevi
çıkarıyor veya tek albümde bitiyor diye bir kitap grafik roman olamaz. Çoksatar
kitap olmak, bir mantığı gerektirir, içeriği ta baştan belirler, satar ya da
satmaz o ayrı bir şey. Çizgi romanlar, içerikleri ve finalleri gereği
ticaridir. Grafik romanlar bu bakımdan bir tepkidir ve zaten o refleks, edebi
bir dilin taşıyıcısı olmayı gerektirir. 1951, sürüklenen bir kahramanı, muğlak hikâyesi,
siyasetle kurduğu ilişki ve edebi tavrı nedeniyle grafik romandır. Önemsiyor,
sahipleniyor ve kendimce gürültüsünü çıkarıyorum grafik romanın.
Çizimle ilgili sormak istiyorum, bir şehir ve dönem
atmosferi kuruyorsunuz. Bildiğim kadarıyla Adanalısınız, Ankara’da geçen bir
öykü çizmek kimi açılardan sizi zorlamış olmalı…
Sefa Sofuoğlu- Evet Adanalıyım, Adana’da yaşıyorum… Dönem
atmosferi kurmak her zaman zordur. Adana-Ankara olması fark etmiyor… O döneme
ait belge ve görsellere ulaşıp ulaşamayacağınız ile ilgili işin zorluğu veya
kolaylığı daha önemli. Ankara olması avantajdı bizim için. Levent zaten
Ankara’yı çok iyi bildiği için hikâyenin atmosferinin oluşmasında baş aktör o
oldu. Kendi özel arşivinden çok görsel desteği sağladı, internetten sık sık
faydalandık.
Nasıl başladınız tasarıma? Karakterleri nasıl
belirlediniz, mekânları nasıl seçtiniz? Bir öncelik sırası oldu mu?
S.S- Bu hikâye Levent Cantek’in kurguladığı bir hikâye. Hikâyedeki
karakterler, mekânlar, müzikler, eşyalar onun yönlendirmesi ile şekillendi.
Karakterlerin görsel anlamda oluşturulması sırasında epeyce karalamalar,
eskizler yapıp, tartıştık, geliştirdik, değiştirdik. Karar verdikten sonra
devam ettik.
L.C- Ben araya gireyim, ilk olarak Nezihe’nin evini
çalıştık. Senaryonun önemlice bir kısmında orayı kullanacaktık, eski bir Ankara
evinin, yanlış olmasın Nazım Çerkeş’in eviydi galiba onu modelledik. İlk
uğraştığımız o oldu. Ben çalışırken her karakterle ilgili aklımdan geçen görsel
referanslar veririm çizer arkadaşlara. Sefa ile de öyle çalıştık. Sefa onları
yorumladı, hemfikir olduktan sonra çizimlere geçtik.
Ne kadar zamanda tamamladınız çalışmayı?
S.S- Benden kaynaklanan nedenlerle çok uzun sürdü.
Yaklaşık üç sene falan sürdü. Çok sayfalı grafik roman çizmenin ezici zorluğunu
bir kenara ayırıyorum, o herkes için gerçekten zor bir süreç. Benim durumum vahameti
grafik romanı normal işimin dışındaki saatlerde çizmek zorunda olmamdan kaynaklanıyordu.
Yani; Adana’da bir reklam ajansımız var ve yoğun çalıştığımız ajans
işleri var gün içerisinde. Geceleri ve hafta sonları kendi hayatımdan, eşimin,
kızımın, oğlumun, kardeşlerimin dostlarıma ayırmam gereken sürelerden
çalarak bitirmeye çalıştım. Onun için çok uzun sürdü bitmesi. Tek başıma
olsaydım belki de bitiremezdim. Levent çok büyük şanstı benim için.
L.C- Bence benimle ilgisi yok, Sefa istediği için bu iş
tamamlandı. Yine araya girip serzenişte bulunayım. Türkiye’de çizerler çok
sayfalı işlerden kaçıyorlar, üretimi tamamladıklarında alacağı telifi söyleyip
ben o kadar zamanda kiramı nasıl ödeyeceğim diye kestirip atıyorlar. Çizgi
romanı yapmadıklarında nasıl geçiniyorlarsa aynen onu yaparak geçinecek ve
sahiden istiyorlarsa bunun üzerine koyarak başka bir iş yapacaklar.
Edebiyatçılar nasıl yazıyor sanıyoruz ki… Binlerce edebiyatçı bu mantıkla hiç
yazamayacaktı o zaman. Yazarlar romanlardan aldıkları telifle mi geçiniyorlar?
Hepsi başka işler yapıyorlar. Akşamları oturuyorlar, sabahları erkenden
kalkıyorlar azar azar yazıyorlar. Şu da söyleniyor, işte Avrupa’da adam bir
albüm yapıyor, o gelirle bir yıl geçiniyor, o çalışmanın karşılığını alıyor
filan. Doğru değil bu. Geçti o günler. Yüzlerce önemli üretici sayabilirim
başka işler yapan. Neyse bu çok uzun tartışma (Gülüşmeler)
Pek çok çizgi romancı tek başına çalışmak istiyor, daha
verimli olduğunu düşünüyor. Siz Levent Cantek’le çalıştınız, bu sizin işinizi
kolaylaştırdı mı? Veya birlikte çalışmanın zorluğu ne? Süreç tamamlandıktan
sonra ne kazandığınızı düşündünüz?
S.S- Ben yıllar önce Dıgıl
vb dergilere, benim yazdığım bir iki sayfalık kısa öyküler çiziyordum. Sonra
çok uzun bir süre üretimde bulunmadım. Yoğun bir şekilde reklamcılık hayatım
oldu, hala da devam ediyor. Yıllar sonra Dumankara
projesinde Levent ile birlikte çalıştık. Senaryo ile o zaman tanıştım (gülüşmeler) Daha sonra yine Levent ile
birlikte Kafa dergisi için İrem’i Beklerken ve Alayına İsyan çizgi romanlarını yaptık. 1951 için konuşuyorduk, ben de çok
istiyordum uzun soluklu bir hikâye çizmeyi. Benim için müthiş bir avantajdı
Levent ile çalışmak. Reklamcılıktan aşinayım, ekiple birlikte çalışmaya
alışkınım ve çok severim öyle çalışmayı. Birilerinden her gün yeni bir şey
öğrenebilmek, beslenmek çok değerlidir.
Sürecin en ağır kısmı, sizi en çok zorlayan kısmı neydi?
S.S- Off.. Az önce bahsettiğimiz gibi dönem hikâyesi
çizmek, devamlılık, ayrıntılar, planlar… Maraton koşucusu olmadan, maraton
koşmak gibi bir şeydi benim için...
Edebiyata yakın bir hikâyeyi görsel olarak kurdunuz.
Mizah dergilerinden geliyorsunuz, tarz olarak farklı bir hikâye 1951. Eskiden
böylesi hikâyelere başvurulmazdı. Daha hızlı, daha çarpıcı, daha sürprizli
çizgi romanlar olurdu. Bir karşılaştırma yaptım ama siz ne düşünüyorsunuz merak
ettim.
S.S- O dönemlerde Kara Murat, Tarkan vb. çizgi romanların
yanında mizah dergilerinde yapılan kısa ve sürprizli hikâyeler yeni bir şeydi
okuyucular için. Galip Tekin, Gırgır’da çizerken bu tarz hikâyeleri dergiye
koymak için Oğuz Abiyi zorla ikna ettiğini hep anlatırdı. Sonrasında bu
tarz hikâyeler sevildi. Hala bu tarzı sürdürenler var. Şu anda Avrupa’da ve
dünyada dergi yayıncılığından çok çizgi roman albümleri, edebiyat lezzeti
taşıyan grafik romanlar üretiliyor ve okuyucusunu da buluyor. Ben de bu tarz
çıkan kitapları, albümleri elimden geldiğince zevkle takip ediyorum...
Yeni çalışma var mı sırada, yoksa dinlenecek misiniz
biraz…
S.S- Bir daha böyle çılgınlık yapar mıyım bilemiyorum (gülüşmeler)
[Hürriyet Kitap'a verdiğimiz söyleşinin tam metni.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder