Kendinizi tanıtır mısınız?
Uzunca bir süre üniversitede öğretim üyeliği yaptım. Sonra
istifa ettim ve İletişim Yayınları’nda editörlük yapmaya başladım. Türkçe
edebiyatta her ay üç ya da dört yeni kitap çıkarıyoruz. Hayatım sürekli
okumakla geçiyor. Onun dışında hem akademik hayatım hem de özel ilgi alanım
dolayısıyla çizgi roman ve mizahla ilgili çalışmalar yaptım. Yakın dönemde de
senaryosunu yazdığım grafik romanlarım ‘Dumankara’ ve ‘Emanet Şehir’ çıktı.
Ankara üçlemesi olan bu serinin ekim ayında ‘Uzak Şehir’ isimli son bölümü
yayınlanacak.
Çizgi roman ve grafik romanla ilgili çok sayıda
çalışmanız var. Tanımlamayla başlayacak olursak, çizgi roman nedir?
Çizgi roman, öncelikle gazetelerde ortaya çıkmış resimli
bir anlatım aracı. Biraz edebiyata biraz sinemaya benziyor. En önemli özelliği
karelerin birbirini takip etmesi. Gazetelerde yoluyla ortaya çıkmakla birlikte,
kendi dergilerini üretmiş, kitaplarını yayınlamış, birçok ülkede basın
endüstrisinin bir parçası olarak görülen, sinema-tiyatro uyarlamaları yapılan,
popüler kültürün çok önemli bir parçasıdır çizgi roman. Çizgi romanlar, muktedir
kahramanlarla yürürler. Sürekli yinelenen bir serüven kurgusu vardır. Yakın
dönemde tüm dünyada etkili olan grafik romanda ise kahramanlar yaşlanabiliyor,
ölebiliyor. Her şeyi başaran kahramanlar olamayabiliyorlar.
Çizgi romanın okur kitlesi kimler?
Çizgi roman, gazetelerden çıkıp kendi dergilerini
yarattıktan sonra, başlangıç itibariyle 9-15 yaş arası erkek çocuklara hitap
ediyordu. Sonra bu okurlar büyüdü ve çizgi roman okumaya devam etti. 14 yaş ve
üzeri yaşlara da hitap edebilecek siyasi hikayeler çoğaldı. Çizerin ‘anlatıcı’
yani ‘auteur’ olarak kendi hikayesini ya da derdi olan bir şey anlatmaya
başladığını düşünün. Dolayısıyla okur yaşı itibariyle çeşitlenme var. O yüzden
çizgi roman herkese hitap edebilir. Mesela, Marjane Satrapi’nin ‘Persepolis’
çizgi romanı, bir genç kızın büyüme hikayesini, 1980’lerde İran rejiminin
yerleşmesini ve İran’dan kaçışını anlatıyor.
Art Spiegelman, ‘Maus’ çizgi romanında Nazi soykırımını hayvanlar
üzerinden anlatır. Yani ‘Çizgi roman şunlara yöneliktir’ diyemeyiz artık.
Pek çok anlatım aracı ve pek çok popüler sanat gibi, ‘farklı okurlara farklı
mecralarda ve biçimlerde hitap etmeyi başaran bir anlatım türüdür’ demek daha
doğru aslında.
Peki çizgi romanın kadınları bir müddet dışladığı ya da
içine alamadığı tespiti doğru mu sizce?
Bu doğrulanabilir bir şey. İstisnaları var ama evet,
doğrudur. Çizgi roman denilince Hollywood dolayısıyla, eli belinde, göğsünü
şişirerek bakan erkek kahramanları hatırlıyoruz. Bütün kültürlerde aşağı yukarı
böyleydi, hep muktedir erkeği anlatırdı. Ama hayat değişti, şimdi erkeklik
krizi çok daha etkili oluyor. Batman’i bile öyle göremiyorsunuz; yaşlanıyor,
başarısız olacağından korkuyor, endişeleniyor.
Son zamanlarda dünyadaki genel tabloya paralel olarak
Türkçede de çeviri ve özgün eser olarak çok sayıda çizgi roman yayınlandığını
görüyoruz. Sizce bu geçici bir ‘trend’ mi? Yoksa çizgi roman artık edebiyatta kendine
sağlam bir kitle ve yer ediniyor mu?
Bence çizgi ve grafik roman, edebiyatta kalıcı bir
kitleye ve yere sahip oluyor. Burada hem sevdiğim hem de bir misyoner gibi
gelişmesi için çaba sarf ettiğim bir meseleden bahsediyoruz. O yüzden ‘geçici
bir moda’ gibi olduğunu düşünmüyorum.
Bugün daha yaşlı bir çizgi roman okuru var. Daha derinlikli hikayeler
anlatılmak zorunda. Grafik romanlar da kitapçılarda kitap okuruna’ uygun olarak
var olma mücadelesi gösteriyorlar, bence alana itibar getiriyorlar. Bu, bence piyasayı daraltmayıp
çeşitlendiriyor ve moda gibi değil. İngiltere, ABD ve Fransa’daki kitapçılarda
artık grafik romanla ilgili reyonlar var. Grafik romandan sinema uyarlamaları
yapılıyor ve festivallerde ödüller alıyorlar.
Türkiye’de post-modern edebiyat türünün en başarılı ve
sevilen örneklerinden olan ‘Puslu Kıtalar Atlası’nın çizgi roman versiyonunun
editörlüğünü yaptınız. İlban Ertem ile çalıştığınız bu eseri başarılı kılan
yanlar nelerdi sizce?
Bu, İlban Ertem’in 5 yıl süren bir çalışmasının sonucu.
Ben burada aslında ‘editörlük yaptım’ diyemem. İletişim Yayınları’ndan çıkan
kitaplarda, bana dosya verirler, ben de dosyayı okurum, değerlendiririz,
yazarla üzerinde konuşur, kısaltır, genişletir, ayrıntılandırırız. Yani yazarla
yol arkadaşlığı yaparız. Puslu Kıtalar Atlası’nda ise, ‘Bu kitabı nasıl daha
iyi sunabiliriz?’ diye düşünerek çalıştım. İlban abi, çok sevdiğim ve saygı
duyduğum bir çizerdir. Onunla Puslu Kıtalar Atlası için animasyon yöntemlerini
kullanarak ‘teaser’ çalışması yaptık. Yani editörlük değil de, daha sonrası
için bir şeyler yaptım gibi geliyor bana. İlban Ertem şimdi yeni bir uyarlama
yapacak, bunda daha canlı bir iletişim kuracağız gibi geliyor bana.
İlban Ertem, sırf Puslu Kıtalar Atlası için çok uzun bir
aradan sonra yeniden çizme kararı almıştı. İkinci eser de çok heyecan verici
bir kitap olsa gerek. İpucu alabilir miyiz?
Onu söylemeyeyim şimdi, sürpriz olsun. Heyecanlı olacak
ve insanlar sevinecekler diye düşünüyorum.
Kitapların, sinema versiyonları bazen hayal kırıklığı
yaratır. Puslu Kıtalar Atlası’nin çizgi roman versiyonuna gelen tepkiler
nasıldı?
Uyarlama söz konusu olduğunda insanları çok mutlu
edemezsiniz. Orhan Gencebay’ın bir şarkısı var, ‘Ne söylesem bir eksik’ diye.
Tam’lık bir fantezidir, herkesi mutlu edemezsiniz. Ben burada şuna bakıyorum,
İhsan Oktay Anar bu uyarlamada İlban Ertem ile yan yana yürüdü mi? Yürüdü.
İlban Ertem bu işi yapmaktan mutlu oldu mu? Oldu. Ortaya çıkan sonuç,
eleştiriler de övgüler de alabilir. Bence kitapta estetik olarak çok başarılı
çizgiler var. Ben başarılı bir iş olduğunu düşünüyorum. Pek çok insana
çalışkanlığı, sabrı, işçiliği, kendine hayran olmadan üretmeyi hatırlattığı
için çok önemli buluyorum.
Sizin eserlerinize gelecek olursak, Levent Cantek imzalı
iki grafik roman var şu anda raflarda: Dumankara ve Emanet Şehir. Sanırım
serinin üçüncüsü de yolda…
Bu bir Ankara üçlemesiydi. Birinci kitap Dumankara’da, 1915
Ankara yangınıyla başlayıp Ankara’nın çeşitli dönemlerinde geçen kısa kısa insan
hikayeleri vardı. Emanet Şehir’de 1940lı yılların sonunda Ankara’daki politik
ve kültürel dönüşüm sürecini, başarısız, zaafları olan bir yazarın etrafında
dönen hikaye üzerinden anlattım. Üçüncü kitap Uzak Şehir ise, çok yakın bir
tarihte geçecek. Aslında bir tarafıyla kenar mahallede geçen bir suç hikayesi.
Şehrin yeraltısına ilişkin detayların olduğu, öte yandan da siyasileşmiş,
muhalif bir kenar mahallede geçiyor. Ben ‘hard core’ siyasi hikayeler anlatmam.
Özellikle böyle bir ortamın içerisinde bu işlerle hiç ilgilenmeyen, sınıf
atlamaya çalışan birisini anlatmayı tercih ederim. Olaylar onun yanında akıp
gider, biz de onunla birlikte izleriz. Uzak Şehir’de yine çizer Berat Pekmezci
ile çalıştık. Böylelikle Ankara üçlemesini tamamlamış olacağım. 2013’te
başladığım bir hikayeyi nihayetlendirmiş olacağım.
Röportaj için link
Konuşmayı Süheyla Demir, Sputnik Fm için yaptı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder