Yakın dönemin en çok konuşulan çizgi kahramanı Fırat’ın
üçüncü albümü çıktı. Uğur Gürsoy’un Uykusuz dergisinde yayınlanan popüler
bantı, dört beş yaşlarında bir oğlan çocuğunun çevresinde gelişen naif
esprilere dayanıyor. Mizah dergisi okurlarının espri alışkanlıklarına uygun
olarak Fırat, bir kenar mahallede geçiyor. Toplumda vaaz edilen terbiyevi iddia
ve alışkanlıkların aksine, dizide sert, epeyce duyarsız, rastgele ve el
yordamıyla büyüyen bir çocuğun dünyası anlatılıyor. Fırat, orta sınıf ailesinin
endişeleriyle kıyaslanırsa tek başına büyüyen bir çocuk; küçümseniyor,
önemsenmiyor, öteleniyor, tokatlanıyor vs… Annesi mutsuz bir kadın, çabuk
sıkılıyor oğlundan, kendine vakit ayırmak istiyor. Kadıncağızın bir dramı yok
değil: tek başına debeleniyor, baba nerde bilmiyoruz, işsiz ve hayırsız bir
erkek kardeşi var. Etrafın sakaletinden, konuşmalardan ve eve gelip gidenlerden
anladığımız kadarıyla şehrin kenarında, dar gelirli ailelerin yaşadığı, henüz
her yeri apartmanların doldurmadığı bir muhitte yaşıyorlar. Mucizevi bir şey
olmadığı sürece o ortalamanın dışına çıkmaları da mümkün görünmüyor. Fırat, böyle
bir hengamede büyüyor, sıklıkla ağlasa da, kendini küçümseyen akranları
yüzünden ateşler içinde yanıp yataklara düşse de sağlam bir çocuk, katlanmayı,
yol almayı öğrenmiş gibi görünüyor. Annesine naz yaparken, dayısına ya da
komşunun oğluna inat ederken, kolay pes etmiyor, gözyaşlarını silah gibi
kullanabiliyor.
Bugün pek mantıklı gelmeyebilir ama vakti zamanında
Avrupa uygarlığı çocukları, bedensel olarak olgunlaşmamış, minyatür yetişkinler
sayardı. Çocuklar, yetişkinler gibi giydirilir, ebeveynlere özgü hemen hiçbir
şeyden sakınmadan-uzak tutulmadan büyütülürdü. Modern dönem, bu algıyı
değiştirerek çocukluğun (dolayısıyla masumiyetin) olabildiğince uzun süre
korunmasını sağlamaya çalıştı. Çocukluk ve ergenlik ayrımları, çocukların
çalıştırılmaması, büyüme ve beslenme sorunları, bakım ve ihmale ilişkin
yönsemeler modernlikle birlikte değişti. Modern devlet, çocukları geleceği
olarak gördüğü için onların okulda geçirdiği süreyi giderek uzattı,
ebeveynlerin çocuklarla ilişkisini tanzim edecek pedagojik kaideler belirledi,
yetişkinlere ait olan ve çocukların dahil olmasını sakıncalı bulduğu pratikleri
suçla ilişkilendirerek yeniden tanımladı. Çocukların, cinsellik, siyaset,
çalışma ve şiddetten uzak tutulması gerektiği fikri, eğitim ve yargı eliyle
kabul gördü. Modernliğin en önemli göstergelerinden biri hiç kuşkusuz çocukla
ebeveyni arasındaki duygusal yakınlığın kurulması oldu.
Modern Osmanlı-Türk devlet anlayışının çocuk algısı çok
farklı değil. Erken Cumhuriyet döneminde çocuk dergilerinin yöneticilerinin
öğretmenler arasından seçilme zorunluluğu veya içerikleriyle ilgili pedagojik
hassasiyetleri, milliyetçi düsturları düşünürsek, çocuğun denetim dışına
çıkmasından, istenmeyen düşüncelerden etkilenmesinden açıkça endişe duyulduğu
görülebiliyor. Sinemanın, tiyatronun, edebiyatın ve hatta eğlencenin çocuğa
faydalı olması bekleniyor. Bu tanzim ve istifleme arzusuna karşın, eğitimi ve
mevcut ezberi bir kenara koyarsak, çocuklara yönelik yerli bir popüler kültür
mecrası yaratabildiğimiz söylenemez. Bu yokluğa ikame edilenler hep yabancı
ürünler olmuştur. Walt Disney’in, İtalyan çizgi romanlarının, çeşitli
dönemlerde sinemada moda olan kahramanların ve televizyon seriyallerinin kısa
ve uzun ömürlü popülerliğini hatırlayabiliriz örneğin. Orhan Boran’ın radyoda
popüler ettiği Yuki (plakları ve
çizgi romanı da yapılmıştır), Sezgin Burak’ın Bizimkiler bantı, yakın dönemden Salih Memecan’ın Sizinkiler’i gibi bir çırpıda
sayılabilecek kadar az sayıda örnek var. Çocuk kahramanlarımızın azlığı çocuk
dergilerinin yüksek satışlara ulaşamamasıyla ilgili aslında… Dergiler,
gelirleri ölçüsünde telif verebildikleri için, nitelikli sanatçıların bu alandaki
çalışmaları teşvik de edilememiş haliyle…Oğuz Aral’ın Avni’si, Andaç Gürsoy’un
Tuğçe’si, Uğur Gürsoy’un Fırat’ı yetişkin okurlara yönelik yayınlarda, mizah
dergilerinde var olabildiler. Hal bu olunca, pedagojik bir hassasiyetten ziyade
hakikatte ne oluyorsa, çocuklar nasıl büyüyorsa onu resmederek ama hafifçe
abartarak ve komikleştirerek anlattılar. Avni, saf ama hınzırlık yapmaya
çalışan bir çocuktu. Geç konuşması, zeka geriliğinin de göstergesiydi. Düştüğü
komik durumlara ve en fazla kurnazlıklarına gülüyorduk. Doksanlı yıllarda mizah
dergilerindeki gerçeklik kabulü daha farklıydı, okur sayısı azalmıştı ve
"kötülük" en önemli espri kaynaklarından biriydi. Can Barslan'ın Hain
Evlat Ökkeş'ini hatırlarsak merhamet biteviye alaşağı ediliyor, hiç bir iyi
niyet izine rastlanmıyordu. Mehmet Çağçağ'ın Timsah'ı kendi çıkarı ve güdüleri
adına her türlü melaneti yapabilen biriydi. Maganda esprileri tekinsizdi. Naif
çizgiler giderek yaygınlık kazansa da masumiyet edebiyatına alenen
saldırılıyordu, edebin bir maske olduğuna dair kuvvetli bir inanış hakimdi.
Andaç'ın Tuğçe'si tam da böyle bir dergide ve zamanda popülerlik kazandı. Kötü
bir çocuktu Tuğçe, masumluksa aptallara özgü bir palavraydı. Bir çocuktan
beklenmeyecek kadar karanlıktı. Beklenmediğini bildiği için o masumluk
maskesine sığınarak kendini türlü dertlerden kurtarabiliyordu.
Fırat, masumluğun ve çocukluğa dair nostaljik bir modanın
hakim olduğu, kötülerin bile bugünle kıyaslanarak naif sayıldığı bir evrenin,
bugünün anlatısı. Dizinin kötü adamı Baattin, Ökkeş'i andırıyor ama ona
yakınlık duyabileceğimiz kadar yaralı bir çocuk. Çaresizliğini, sigara içişini,
pozlarını, kara sevdasını tebessümle izliyoruz. Fırat, Tuğçe'nin tokatladığı
çocuklardan biri. Biri ağladığında ağlayabilen, altına kaçıran, kendini
savunamayan minnacık bir bebe. Hınzırlık bile yapamıyor, Avni'nin kurnazlığı
yok onda, Fırat'ın anlayamama ve kendince anlatma hali bize komik geliyor.
Fırat'ın kendinden önceki çocuk kahramanlardan en önemli farkı da bu zaten.
Yetişkinlerin minyatür hali gibi kodlanmamış, Avni'nin cinsel ilgisi, Tuğçe'nin
aşki arzusu ya da Hüdaverdi'nin büyümüş de küçülmüşlüğü onda yok. Sahiden çocuk
dedirtiyor...
Radikal Kitap, 25.1.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder