Uzun yıllar medya tarihi çalıştım. Ders olarak anlatmak
nasip olmadı; içimde ukde de değil ama illa “
hangi konuyu heyecanla
anlatırdın?” deseler, eskilerin deyişiyle zabıta gazeteleri derdim. Hemen her dönemde, büyük gazetelerin gölgesinde,
aralıklarla “
fışkıran” tuhaf skandal gazeteleri çıkar: yarı çıplak kadınlar, ifşalar,
ahlak polisinin ilgisini çekecek olaylar, uydurma haberler, büyük iddialar…
Ve itiraf edeyim, bu yayınları çıkaran insanları, bu
haberleri yazanları, sansürle, okurla ve kendi ahlak anlayışlarıyla didişen o
gazetecileri enikonu ilginç buluyorum.
Kırklı yıllarda çıkan Hadise ve Kelepçe gibi dergilerin yarattığı
entelektüel paniği ayrıca anlatmak gerek.
Ama bugün söz edeceğim kişi, bu çizginin neredeyse
mucidi sayılan Robert Harrison. Amerika’da “ucuz skandal dergileri”yle kitlelere
ulaşan, kendi döneminde milyonlar satan garip bir yayıncı. Sadece Amerika’da değil,
dünyada da etkisi hissedilen birisi.
Bizdeki Hadise ve Kelepçe gibi dergiler, meğer onun yayınlarından
esinlenmiş, hatta yer yer birebir taklitmiş, yeni fark ediyorum.
Harrison aslında parlak bir gazeteci değilmiş. Gazetecilik
ciddiyetinde kendine yer bulamayınca, pin-up çizen arkadaşı Earl Moran’la oturmuş;
komik fotoromanlar, “ayıp” sayılan şeylerle ilgilenen, bunları ahlakçı bir
dille kınar gibi görünürken aslında teşhir eden, her türlü erkek fantezisine hitap eden
bir dergi hayal etmiş. Ve çıkarmış.
Onun başarısı, gerçeği çarpıtmaktan çok, onu teatralleştirmesine
bağlanıyor. Amerika’daki burlesk gösterilerini model aldığı; komiği, erotizmi
ve bayağılığı doğru dozda karıştırdığı söyleniyor. Beyfendi galiba şunu anlıyor:
gerçeklik, ancak abartıldığında değer kazanabiliyor. Harrison’ın asıl keşfi,
ahlakın kendisini erotikleştirmesinde... Striptizciler, revü dansçıları,
“cheesecake” modelleri akıllı bir dengeyle kullanıyor.
Amerikalılar, onu ve yayınlarını anlatırken şu faslı
özellikle vurguluyorlar: “Birini ifşa etmek, onu cezalandırmak değil,
seyretmenin bahanesi haline geliyordu. Ünlü dergisi Confidential’ın dili bu yüzden
McCarthy döneminin diliyle aynıydı: şüphe, günah, itiraf, delil… Hepsi, dinî
bir ritüelin unsurları gibi kurgulanmıştı. Bazen ürettiği, bazen gerçekten
yakaladığı skandallar, modern toplumun günah çıkarma ayinine dönüştü. Okur, başkalarının
günahlarıyla arınır, temizlenip bir sonraki sayıyı beklerdi.”
Sürekli “ahlak” diyenlerin kendi ahlakından şüphe etmek,
asla şaşmayan bir kural. Kendisi gibi düşünmeyenleri “ahlaksızlıkla”
suçlayanlar, sonunda skandalların hem faili hem mağduru oluyorlar. Dünyanın
günbegün ahlaksız bir kıyamete sürüklendiğini haykıran Harrison da, sonunda o
skandalların içinde boğuluyor.
Bugün Harrison’ın mirası televizyon reality’lerinde,
magazin portallarında, sosyal medya linçlerinde yaşıyor. Whisper kapaklarında
gördüğümüz “vahşi kadın” ya da “ahlaksız ünlü” imgesi, bugünün “ifşalı
influencer” haberlerinden çok da farklı değil. Tek fark estetikte: o zaman
çizgiyle yapılırdı, şimdi HD kamerayla üretiliyor.
Harrison tarihe “dejenere bir yayıncı” olarak geçti ama
aslında modern medya çağının ilk hakikat tüccarıydı. Gerçeği üretmekten çok,
onu pazarlamanın yolunu buldu. Ve her zaman şunu iyi biliyordu: gerçeğin piyasa
değeri, ahlakın sınırlarından çok daha yüksektir.
Başa dönelim. Harrison’ı izleyen ve taklit eden çok satan
dergilerimiz oldu dedim. İster istemez insan merak ediyor, bu formül nasıl bu
kadar evrensel olabiliyor? Coca-Cola formülü değil sonuçta…
Ama çalışıyor.
Teşhirci bir erotizmle ahlaki çürüme korkusunun arasında gidip
gelen bir üslup, her çağda yeniden alıcı buluyor. Belki de Harrison’un deyişiyle "dünya gerçekten bir tımarhane."