![]() |
Is this correct?
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Mehmet Rauf, erotik bir hikaye yazdı diye nasıl gözden düşebilir ki diye enine boyuna düşünmemiş yazarımız, yüz yıl geçmiş, halen konuşulabiliyor,... Çünkü o erotik edebiyatı sevmiyor... Ortaç, mizah, kadın ve şehevilikle (erotizm demek istiyor sanırım) uğraştığı için kendini harcamış (mı acaba?) Adam gazetecilik yapıyor, geçiniyor, günü yakalamaya uğraşıyor dese... sakin kalacak...
Sanatına en büyük darbeyi... türü ifadeler için... ne desem boş... hep olacak böyle yorumlar. Kolaylık çünkü, "sanat budur" diyorsun, kesin ve tartışılmaz bir ifade olduğu için sadece birilerini harcamıyorsun, kendini de kutsuyorsun...
Keşke her şey bu kadar basit olsaydı...
Sanatın her türünde hiyerarşiler oluşur ve hepsi zamana yenilir, yenilenir, değişirler...Bir dönemin çok konuşulan eserleri unutulur gider veya birden hatırlanırlar... Onları hatırlatanların da etkisi vardır bunda. Sanat derken veya sanat değildir derken zamanelik ne kadar akla geliyor...
Edebiyatın piyasa ile ilişkisini hesap etmemek mümkün mü mesela... O kadar çok değişken var ki...
Bir yazarın yazdıklarıyla kişiliğini, özel hayatını ne kadar ayırıyoruz? Adı skandallara karışmış bir yazarın yazdıkları artık "edebiyat" veya "sanat" sayılmayacak mı? Mesela Mehmet Rauf için söylenenleri Peyami Safa, Ömer Seyfettin için söyleyemez miyiz?
Edebiyat, yüksek bir ahlak zaviyesinde mi duruyor, durmalı mı? Edepsiz/Edebsiz olamaz mı mesela? Soru çok da, rahat etmek için soruları azaltıyoruz...
![]() |
Böyle bir fotoğraf çektirmek için önce hayalini kurmak gerekiyor. Acaba diyorum, balerin olma hayalini kızlar kendileri mi akletti, yoksa onlar adına anneleri mi seçti bu "fanteziyi"? Fotoğrafçı da yönlendirebilir, eskiden "dükkanlarında" mutlaka hazır kostümler olur, çocuklar askerden izciye, efeden prensese bir şeyler seçer, giyer, çekinirlerdi.
Bence bu balerin kostümleri özel olarak diktirilmiş... Yani uzun sürmüş bir hayalin resimleri bunlar... Terziye de para verilmiş, öyle anlaşılıyor, kim bilir, belki yılsonu müsameresinden, 23 Nisan'dan filan kaldı...
Ve evet, eskiden böyle bir şey vardı, bir tür eğlenceydi, birilerine, eşe dosta, uzak akrabalara fotoğraf gönderilirdi, bunun için fotoğrafçılara gidilir, çeşitli mizansenler, türlü kostümler kullanılır, bu tatlı kilolu kız çocuklarının balerin olmaları gibi çoğu insan olamayacakları "fantezi" bir role bürünerek, kendilerince bir espri yaparlardı. İşin içinde resme bakanı şaşırtmak, hayal kurdurmak, akılda kalmak vardı galiba...
![]() |
Bozkır, Berlin Tv Series Yarı Finalisti olarak geçiyor artık. Yani festivalde gösterilmek (selected) ayrı, ödüle aday (nominee) olmak ayrı... Ödül adayları önce sekize, sonra dörde, sonra ikiye düşüyor.
Bir karışıklık olmuş, düzeltmek istedim. Yoksa ödül dediğin serseri kuştur, kime konacağı belli olmaz-olmuyor. Bu kadar çok insanın emek verdiği, büyük zaman harcadığı dizi sektöründe öyle ya da böyle hikâyenizin takdir görmesi sonraki işlere bir iyimserlik katıyor, eksik kalmasın istedim.
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Metinden ilgimi çeken bir iki noktayı paylaşayım, pandemi geçirdiğimiz için maskeler bize artık garip gelmiyor, çok değil üç beş yıl önce, akla gelmezdi maskelerle günbegün yaşayacağımız... O dönem okurunu ise bu poz şaşırtmış olmalı... İkincisi, o yıllarda, öpüşmeli-koklaşmalı bir mesele olduğunda haber metnine eklenen "nişanlılar ve yeni evliler" vurgusu bana oldum olası matrak gelir, hani ancak onlar bu işlere meraklıdır, sonra geçer gider gibi bir belirginleştirme yapılıyor çünkü... Üçüncüsü, bütün iç gıcıklayıcı tutumuna karşın, ağız yoluyla mikrop bulaştığını belirtmesi ilginç ve yeni duruyor.
İlkokulda, iki teyzenin konuşmasına şahit olmuştum, biri diğerine, sokakta gördüğü iki sevgiliyi şikayet ediyordu: "Mikroplar, sokak ortasında öpüşüyorlar"... Onu hatırladım.
![]() |
![]() |
![]() |
Bir dönemin kalbırüstü aileleri "normal" sayarak rahatlıkla bu süslemeyi çocuklarına yapıyorlar, Çocuklar bir yaşa, görünen o ki, okula başlayana kadar, (sanki) "gender neutral" kabul ediliyor, güzellik ve sevimlilik atfedilen her şey cinsiyet ayrımı yapmadan onlara yakıştırılıyor. İttihatçı modernleşmesinin bir parçası gibi görülebilir, ki etkileri ellili yılların başına kadar sürüyor.
İttihatçı modernleşmesi dediğime bakmayın, yekpare ya da tek biçimli bir şeyden söz etmiyorum, darmadağın olmuş, sürekli savaş halinde bir ülkede merkezileşmek pek mümkün değil... İttihatçılar, çocukların bir an evvel işçi ve asker olmalarını istiyorlar, iş gücü-kol gücü de lazım. Yoksa, aynı dönemden yoksul ve işçi çocukların hepsi dımdızlak kafalarla görünüyorlar fotoğraflarda.
O sebeple kalbırüstü aileler dedim yukarıda...Yüz yıl önce kimler çocuğuyla hatıra fotoğrafı çektirebilir ki?
![]() |
![]() |
Yanlış anlaşılmasın, bir gazete, kitap yayımlamaya kalkıştığında temel amacı bir long seller yaratmak değildir, kısa sürede ilgi görecek, kolay tüketilecek, çok satacak bir yayın arar, bulamazsa, o hale getiremezse, işini iyi yapmıyor demektir.
![]() |
![]() |
Bana şu yüzden ilginç geldi, Ankara'da Ulus'ta büyüdüm, Hal çevresinde, Hacıbayram'da hamallar ve ameleler "ya nasip diyerek" bekleşir, inşaatçılar, gündelik işler için ihtiyacı olanlar gider, hamallara hakkaten bakarak aralarından pehlivan ve cevval olanları seçerdi. Hepsinin perişan ve yorgun halleri, kalın nasırlı elleri, güneşten kavrulmuş ve kırış kırış tenleri olurdu. Kalın ve tıknaz adamlardı. Kat kat giyinirlerdi, eprimiş ve yamalı kıyafetlerini, taşıma halatlarını, bellerine ve bazen omuzlarına sardıkları yastık gibi meşin parçalarını hatırlıyorum...
Fotoğraftaki iki adamı görür görmez hamal olduklarını anladım. Benim hatırladıklarım yirmi yıl sonrasıdır, aynı kıyafetler, saçlar, jestlerle karşılaşınca ister istemez "bu kadar mı değişmez" dedim. Sadece modadan söz ettiğimi düşünmeyin, kapitalizmle teknolojiyle ve asıl olarak zamanın akışıyla ilgili bir mesele bu.
![]() |
Cinayet tarihini incelerseniz, onuru için sahneye çıkan erkeklerin tamamı aşk ve sadakat bağlamında ölür ve öldürürler. Düello dediğimiz şey ekseriyetle mülkiyet kavgasıdır, kadını sahiplenme, "tarlaya kimseyi sokturmama" mücadelesidir.
Seven kıskanır denir ya, eskiden bu hallenmeler çok erkeksiydi, erkeğin şiddetini meşrulaştıran bir tarafı vardı... Şimdilerde hemen her şey klavye tıkırtısıyla, telefon mesajlarıyla yaşandığından olabilir epeyce "unisex" oldu... Birinin biriyle takipleşmesinden, mesajlarını ve fotoğraflarını beğenmesinden, dm den yazmasından, kalp bırakmasından, hatta takip etmesinden bir şeyler çıkarılıyor... Kadınlar ve erkekler, birbirlerini buradan sınıyor ve mukayese ediyor...
Mizahçılar, algıda seçicilik olabilir, bunun esprisini çok yapar oldular: [mesajı için] "gördü ama cevap vermedi", "biriyle yazışıyor" "online görünüyordu", "iki tık çizgi olmadı", "gece girdim, yazıyordu" gibi kalıpları karikatürlerine taşıyorlar. Kubilay Odabaş, bu halleri espri olarak kullanan en genç mizahçılardan biri.
Yukarıdaki karikatürde normalleşmenin esprisini yapmış mesela... İnternetin ve telefonun ilişkilerin bir parçası haline gelmesi, her şeyin orada başlayıp orada sonlanması, orada yaşaması normalimizi çoktan değiştirdi demek istiyor sanki.
![]() |
![]() |
![]() |
Yirmi yılı geçiyor, hakkında sonradan kitaba dönüşen bir yüksek lisans tezi yazmıştım, o dönem, rejimin düşmanı sayılan komünizm ve şeriata ilişkin süreli yayınları kütüphanelerde bulabilmek mümkün değildi, şimdiki gibi gelişmiş bir sahaf ağı da yoktu, çok dolanmış, çok zorlanmış, ancak Turgut Çeviker ve Rasih Nuri İleri koleksiyonlarından (ki onlarınki de eksikti) faydalanarak ilerleyebilmiştim.
Günümüzde manzara pek değişmiş sayılmaz, sahaflarda tek tük de olsa aralıklarla bulunabiliyor ama sayılar sahiden çok çok pahalı fiyatlara satılıyor, bu meseleyi kendime dert ettiğim için, işten güçten kendime fırsat bulduğumda, farklı serileri tamamladığımda gazetelerin tıpkı basımını yapıp kitap olarak yayımlamak, internette araştırmacıların kullanımına açmak gibi bir hayalim var.
O güne değin, arşivimin konuyla ilgili araştırmacılara açık olduğunu hatırlatmış olayım.
![]() |
Yataktaki çiftimiz konuşuyorlar, galiba erkek soruyor ve cevaplıyor: "Gece sokağa çıkma yasağının en çok neye faydası olacak dersin?" diyor ve espriyi yapıştırıyor "Nüfusumuzun çoğalmasına!"
İnsanlar katledilmiş, evleri yağmalanmış, tecavüz, hırsızlık, darp olmuş, bu sebeple şehirde gece sokağa çıkma yasağı getirilmiş...Akbaba, paralel evrende kıkırdıyor... Mağdurlar Türk olsaydı, bu espri yapılabilir miydi?
Acaba diyorum, olup bitene karşı ırkçı bir sevinç de var mı işin içinde? Nüfusumuz filan demişler çünkü...
Yağmacılar kim diye sormaya gerek yok, e işte yağmacılar bu espriyi üretenler, yayanlar, gülenler ve umursamayanlar, unutanlar desek, ne kadar abartmış oluruz...
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
İşte, Peyo, sırf bu nedenle, hayalindeki komünist ütopyayı çizgi romanında inşa etmek istedi deniyor… İddiaya göre, Şirinler köylerinde paranın olmadığı komünal bir yaşam sürerler, her biri aynı kıyafeti giyer, her şey bedavadır. Şirin Baba, Karl Marx'a benzer ve kızıl şapka giyer. Şirinler köyünde kilise benzeri bir yer yoktur, bu nedenle din yoktur, buna karşın Şirinler'in düşmanı Gargamel papaz cübbesi giyer ve dini sembolize eder… Altın ve para düşkünü olduğu için sadece dini değil kapitalizmi de simgeler. Öyle ki serinin İngilizcesinde kullanılan isim olan Smurf’un açılımı "Socialist Men Under Red Flag/Father" dır. İddialar bununla sınırlı değil, Şirinler’deki komünist propagandayı fark eden Amerika uzun dönem diziyi yasaklamıştır ve saire…
Doğal olarak hepsi, ya yanlış ya da abartılı yorumlar… Sondan başlayayım, Amerika’da Avrupa çizgi romanının bir varlığı olduğu söylenemez, frankofonlar Amerikan piyasasına dahil olamamışlardır, yani yasaklama diye bir şey olamaz, hiç olmadı da…Yukarıda yazdım, Peyo’nun siyasal görüşlerini gerçekten bilmiyoruz, ama endüstriyel bir üretimde yayıncıların, editörlerin, sansür ve denetleme kurullarının, piyasa beklentilerinin ve ciddi rekabetin olduğu yerlerde kişiye özgü nitelikler sanıldığı kadar önemli değildir… Satışı etkileyeceği, kitleyi daraltacağı için tek kelimeyle yapamazsınız, yaptırmazlar.
Peyo, gayet basit bir düalizmle bir köy hayal etmiş, masalsı bir yer kurmuş, o köyün iyi, güzel ve doğrunun olduğu bir yer olması gerekiyor ki, o köye saldırılsın, düzen bozulsun ve serüven olsun… Kaldı ki köy, anaakım örüntülerde saflığı ve bozulmamışlığı, kent ise materyalizmi ve kapitalizmi simgeler. Şirinler, sadece komünistlerin değil muhafazakarların da hayali olabilir demek istiyorum, doğanın içinde, rekabetçi gürültünün uzağında bir yerde yaşıyorlar. Neşeli ve mutlular, Pamuk Prenses’in yedi cücelerini andırıyorlar. Gargamel, papaz değil büyücü gibidir, Pamuk Prenses’i yok etmeye çalışan Cadı’yı andırıyor. Şirin Dede de Marx'ı filan andırmaz, o masallardaki ak sakallı dede değil de nedir yani... Hani derler ya, her gördüğün sakallıyı deden sanma diye... Tamam, hakkını teslim edeyim, İngilizce ismindeki Smurf'un açılımı güzel uydurulmuş, ama uydurulmuş işte...
Geçen birisi "doğruymuş" gibi konuşunca yazasım geldi...
![]() |
İnsanlar doğal olarak resmi açıklamalara kulak verirler, 1945 yılında Tan gazetesi tahrip edildiğinde komünist tezgahı denmişti, polis ve istihbaratın işi olduğu seneler sonra anlaşıldı, 6-7 Eylül'de de benzer şeyler söyleniyor, komünistlerin milleti galeyana getirdiği iddia ediliyor ve içlerinde Aziz Nesin ve Kemal Tahir'in de olduğu pek çok "solcu" yok yere yere tutuklanıyor...
Ne ki, resmi bir tezgah olduğunu anladılarsa, karikatürcülerin bunu çizmesi yine kolay değil, bildiklerinden korkmuş, başına geleceklerden çekinmiş olabilirler, onlar korkmadıysa bile patronları çekinebilir çünkü... hepsi çoğunluk değerlerine hitap eden yayınlarda çalışıyor ya da o yayınları çıkartıyorlar, üstelik sıkıyönetim ilan edilmiş, her şeyi yazıp çizemeyecekleri herkese bildirilmiş...
Yukarıdaki kapak, 23 Eylül 1955 tarihli Akbaba kapağı, Yusuf Ziya Ortaç espriyi vermiş, Necmi Rıza da çizmiş... Ortaç, sokaktaki adamdan, ayak takımından, göçmenlerden, lümpen proleteryadan oldum olası hazzetmezdi, 6-7 Eylül'ün sorumlusu olarak onları görmesi bu bakımdan tesadüf değil...
"Suçlular ayağa kalkın" diyen devletin karşısında biri kızıl, diğeri kara iki tipleme sanık sandalyesine oturtulmuş, yamalı, pulsuz, bitli ve tersolar... Biri komünizmi diğeri cehaleti temsil ediyor... Kara cahili anlamış olmalısınız ama o kızılın manası günümüzde berhava oldu. Eskiden komünistlerin sadece servet düşmanı olduğu, zenginlere karşı düşmanlık propagandası yaptığı, yoksulları bu yolla etkilediklerine inanılırdı. Popüler klişe böyleydi, yani o kızıla boyalı yoksul lümpen, doktrine ve angaje edilmiş, kandırılmış bir ajandı.