Cumartesi, Ocak 08, 2022

Memleket mizahının imtihanları (1)

Neden güldüğümüzü anlamaya çalışan felsefi nitelikli, önemlice bir kısmı antropoloji temelli çok sayıda gülme kuramı var. Bergson, Freud, Bakhtin başta olmak üzere çoğu da dilimize tercüme edildi. Eskisi kadar bilinmiyor değiller ama bana kalırsa, bizde gülme kuramları mizahla karıştırılıyor ve bir sosyal mühendislik misyonuyla olmalı, mizahın (ve karikatürün) amacı belirlenmeye çalışılıyor. Çeşitli nedenlerle güleriz, bazen rahatla(t)mak, bazen üstünlük kurmak, hatta sıkıntımızı bastırmak için güleriz… Oysa mizah, gülme kadar doğal ve kendiliğinden gelişmez, mizah, bile isteye gülmeyi yönlendiren bir araçtır. Diğer yandan mizahın amacını ya da niteliğini belirlemek nafile bir çabadır, çünkü zamana, koşullara, otoriteye ve yayın mecrasına göre değişebilir.

Mizah ve gülme ile ilgili bizi en çok etkilemiş feylesof Bergson… Muhafazakâr bir düşünür olarak Bergson’un cumhuriyet entelektüelleri üzerindeki tesiri ve yaygınlığı anlaşılmaz değil, bana ilginç gelen, kendilerini muhafazakâr düşünceden ayrıştıran, muhalif mizahçıların, örneğin Aziz Nesin gibi isimlerin Bergson’u referans alması… Bergsoncu mizah yorumu ne derseniz eğer, gelenekçi bir toplum fikriyle karşılaşıyoruz. Buna göre mizahçı, toplumdaki yaraları güldürerek pansuman eden biri gibi görülüyor… Eczacı, doktor, pansumancı gibi o kıvamda biri… Bergsondan yola çıkarak mizahın iyileştirici, toplumu ihya edici (diriltici) yönüne fazlasıyla vurgu yapılırken, başka türlü yorumlanabileceği akla gelmemesi garip.  Biliyoruz ki, mizah iyileştirme misyonuna indirgenemez, aksine, her türlü otoriteye karşı bir saldırı aracı olabilir ve yaralayabilir, yasaklanan cinselliği ve argoyu açığa çıkarabilir veya rejimin birebir kontrol ettiği bir savaş ve propaganda silahına dönüşebilir. Silaha dönüşen her şey gibi ayrıştırıcı ve düşmanlaştırıcı bir aksiyonu olur ki, sonu iyileşmeyle ilgisi olmayan, ırkçılık ve ayrımcılıktır. Erken cumhuriyet döneminde Yahudi vatandaşlarımızla ilgili mizah ve karikatürlerin Nazi Almanya’sındaki benzerlerinden bir farkı olmamasını hangi iyicillikle açıklayacağız? Hepsini geçtim, mizah aynı zamanda bir histir ve gündelik hayatın içinde gezinir durur, ona büyük ve iddialı toplumsal işlevler yüklemek bazen de beyhudedir. Veya sözlü kültürün içinde nasıl ve nerede yaşadığını tespit edebilmek imkânsız ölçüsünde zordur. Siz konuşanı (espriciyi) sitem ediyor sanırsınız, otorite yokken o sitem küfüre dönüşebilir ve madunlar arasında gizli bir senaryo olarak yaşayabilir. Mizahın neresinden tutsanız, bir başka yerden kaçabilecek bir “bünyesi” ve “biçimsizliği” vardır.

Peki mizahın iyileştirici olduğuna dair inanç, bizde neden bu kadar benimsendi? Yeterli çeviri yapılmaması mutlaka bir etken, Freud’un Bergson’a göre yaygınlık kazanması yarım asra varıyor, Bakhtin çevirileriyse çok daha yeni… Bu arada mizah tabii ki iyileştirici olabilir, insanlara iyi gelebilir ama bu yönüne bu denli vurgu yapılması, bize en çok siyasi iktidarın mizahı tanzim etme gayretini gösteriyor.  Herkesin aklında milleti “iyileştirmek”, çoğu ayrıca ziraat eğitimi almış kurucu kadroları düşünün, tarladan -milletten- verim almak, ona göre ekmek ve biçmek istiyorlar. Yani akıllarda hep bir “eksiklik” var, o eksikliği kültürle tamamlayacaklar. Cumhuriyetin ilk mizah dergileri incelendiğinde kanonik bir milli kimlik inşasının parçası oldukları görülebiliyor.  Üstelik devletten aldıkları abonelik ve resmi ilan paralarıyla geçiniyor, hatta en uzun ömürlü mizah dergimiz Akbaba’da olduğu gibi muhalefete karşı hükümetleri savunması için örtülü ödenekten para alıyorlar. Yani, mizahçılık, bürokratlıktan, devlet adamlığından, öğretmenlikten farklı görülmüyor... Bu sebeple pek çok mizahçı ve karikatürcü, bürokratik görevlere seçildi, yazıp çizdikleriyle “layık görüldü” demek istiyorum.

Demek ki, mizahın nerede yapıldığı, mizahı çok etkiliyor. İçeriği ve amacı, mecranın asıl sahibi belirliyor. Sadece devletten maddi destek almak, itibarlı görevlere atanarak ödüllendirilmek gibi bakmayalım. Eğer bir mizah dergisi çıkartıyorsanız, çoğunluk değerleriyle uyumlu olmak zorundasınız, yoksa popüler olamaz, satamaz veya bizatihi yayın mecrasını yönlendiren rejim tarafından kapatılır, cezalandırılırsınız. Bizim mizahçılığımız, karikatür dergiciliğimiz, ne dersek diyelim, milliyetçi, seküler, modernisttir, rejimin ana düşmanları olan şeriata, azınlıklara ve komünizme karşı her zaman cevval ve “devletçi” davranmıştır. Başka türlü olması esasen mümkün değil zaten. Yani, mizah içine girdiği kabın şekline göre “güldürür” ve “düşündürür.”

Siyasi iktidarın mizaha müdahale etmesiyle ilgili yaşayan bir örnek verelim. Sözlü kültürden yazılı kültüre geçmek, mizahı daha kontrol edilebilir bir biçime sokmakla birlikte daha geniş kitlelere yayılmasını (popülerleşmesini) sağlıyor. Nasrettin Hoca fıkralarının argosu ve grotesk cinselliği yazıya aktarılırken ayıklanmıştı, bu revize edilmiş biçimi, modern ve seküler Türklüğün sembolü olarak eğitim kurumlarına dahil edildi. Nasrettin Hoca, bugün mizah denildiğinde akla gelen ilk sembollerden biri… Hocanın fıkralarının zamana yenildiği için çocuksulaştığı sanılıyor, oysa bu çocuksulaşmanın temel nedeni pedagojik yaklaşılarak ehlileştirilmesinden kaynaklanıyor. Çocukların gülmediği arkaik bir fıkra kahramanı olan Nasrettin Hoca, iyi ve doğru mizah örneği olarak milli tedrisatımızda geniş yer tutuyor.

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails