Hitler’in Kavgam kitabı, geçen yüzyılın en çok satan kitaplarından biri. Pek çok dilde halen yayını yasak olan kitap anti-semitizmin sembollerinden biri olarak kabul ediliyor. Kitabın ismi dahi kolektif hafızada kapsamlı bir yer tutuyor ve siyasetten popüler kültüre varıncaya kadar geniş bir yelpaze içinde kullanılıyor. Yakın dönemde bizde de çok satar olması endişe yaratmış, yükselen linçci siyasi iklimin bir tezahürü olarak görülmüştü. Kavgam’ın sahiden okunup okunmadığı belli değil, bırakın çok sayfalı kalınlığını, dönemine özgü, bugün anlaşılmayacak aktüel göndermeler içerdiğinden epeyce eski kalıyor çünkü. Hemen her meselenin mutlak bir kötüye –Yahudilere- bağlanması, basit ve anlaşılır ifadelerle düşman tanımı yapılması, çoğunluğun mağduriyetinin vurgulanması ve kutsanan bir mazinin hatırlatılması, görünen o ki, yıllardır insanlara iyi geliyor.
Yakınlarda Kavgam
ile ilgili, aynı ismi taşıyan ilginç bir kitap yayınlandı. Kurt Halbritter'in
karikatürleriyle görselleştirdiği albüm, Hitler'in Kavgam kitabını anlatmamış.
Halbritter, “Bir Dönemi Çizgilerle Hatırlamak” alt başlığını seçmiş, Kavgam'dan
alıntılar yaparak, kendisinin de bizzat yaşadığı Hitler dönemini resmetmiş
demek daha doğru. Çizgiler güzel, zekice espriler var. 1933 öncesini ve
sonrasını sıradan insanların konuşmalarından anlatmak son derece çarpıcı bir
fikir. Çok da başarıyla altından kalkılmış. Teyzelerin, amcaların, çocukların
inanarak, bağırarak, susarak nasıl Nazi'ye dönüştüklerini gösteriyor. Acı
verici ve çok sahici o bakımdan. Nazi forması giymiş oğul, Thomas Mann
kitabını göstererek babasından şikâyet ederek : “Sevgili babamız da kalkmış
böyle bir şey uğruna ailemizin itibarını tehlikeye atıyor” diyebiliyor. Veya
bir Beyefendi, bir Hanımefendiye : “Bir Alman kadını olarak Nasyonal Sosyalist
ideolojinin ırk koşullarına uymayan kocanızdan ayrılmayı gerçekten hiç
düşünmediniz mi?” uyarısında bulunabiliyor. Yaşlı amca, karısına “gazetede
yazan her şeye inanmıyorum ama hepsi böyle yazıyorsa, vardır bir şey” derken
nasıl da bilerek konuşuyor.
Halbritter, 1924
doğumlu, 1978'te ölmüş. Naziler iktidara geldiğinde bir çocuk, savaş bittiğinde
henüz 21’inde bir gençmiş. Böylesi bir ortamda büyümek, evveliyatı ve neyin ne
olmadığını bilmeden serpilmek gerçekten zor olmalı. Ülkeniz savaşa giriyor,
komşularınız, arkadaşlarınız ölüyorlar. Şehitler, cenazeler, kahramanlar ve
hainler günbegün resmediliyor. Radyoda ve gazetelerde sürekli savaş
konuşuluyor, birileri suçlanıyor. Muhalif ve ayrıksı olan her şey dışlanıyor,
dönüştürülüyor ya da suçla tanımlanıyor. Farklı bir düşünceyi konuşamıyor ve
paylaşamıyorsunuz. Albümde bu dönemin iklimi, birbirini ihbar eden komşular,
arkadaşlar, evlatlar, ebeveynler anlatılıyor. Evlere asılan bayrakların,
seçilmiş gazetelerin, dinlenen programların, beğenilen ve beğenilmeyen sanatın,
sadakat ve disiplinin, çalan ve hep bir ağızdan söylenen marşların dünyası bu…
Halbritter’in sahiden
ilginç ve baktıran çizgileri var. Sevimli bir aura yaratmış, sıradanlığı
vurgulamak istemiş. Her gün gördüğümüz insanları öne çıkartmış. Hitler’den ya
da çevresindeki Faşist idarecilerden bahsetmemiş, bölüm aralarında masa başında
içki içen, ahkâm kesen, zengin ve eğitimli oldukları anlaşılan muhafazakâr
erkekler kullanmış. Bunu yaparken, kitabın yayınlandığı yıllarda, Nazi
döneminin nasıl algılandığını, Nazilerin halen aralarında yaşadığını göstermeye
çalışmış. Sevimli çizgilerle metnin tezat olması o bakımdan ayrıca dikkat
çekici. Siyasi linç ve tedhiş eylemlerinin aktörü olan sıradan insanların, hiçbir
şey olmamış ve yapmamış gibi olağan hayatlarını sürdürmesi, iyi bir ebeveyn,
sorumlu bir öğretmen, hakbilir bir esnaf, anlayışlı bir komşu vs çıkması nasıl
travmatikse bu sevimlilik de o denli rahatsız edici çünkü. Büyüklenerek, usul
usul dedikodu yaparak, bıyık altından gülerek, bağırarak korkutarak, yaftalayarak
teşhir ederek yaşayan insanların sevimli, güleç ve yardımsever de
olabildiklerini hatırlatıyor. İdeolojinin nasıl yaygınlaştığını, toplumsal
oydaşmanın nasıl inşa edildiğini bir karikatüristin gözünden izlemek enteresan.
Garsonlar, masada tek başına oturan Yahudi hakkında “birimizden birinin artık
burada ona servis yapılmayacağını söylemesi gerekiyor” derken hayli
tedirginler. Tanıdığımız birini dışlamak kolay değildir. 6-7 Eylül olaylarında
yanlarında çalışan insanlar tarafından linçten kurtarılan azınlıkların
tanıklıkları bu bakımdan dramatiktir. Aynı çalışanların başkalarının evlerine
saldırgan olarak girdiklerini de aktarırlar zira. İstisna ettikleri, hasbihal
ettikleri tanıdıklarıdır, ekmeğini yedikleri insanlardır.
Hallbritter, esprilerinde
bazen cinsiyetçi ya da kadınlara karşı haksız olabiliyor, öyle hissettim.
Erkekleşme meselesini daha fazla kurcalayabilirmiş. Kadınlar, bu türden
otoriter yükselişlerde ancak erkekleşerek ve üniformayı paylaşarak kendilerini
varedebiliyorlar. Kitabın kendisi eski, belki böylesi bir derinleşme beklemek
haksızlık, üstelik çok ince ve özel bir hissiyatı var
Halbritter'in. Özetle kitap öncü bir çizgi tarih yorumu, iyi bir görsel toplam,
tavsiye ederim. Türkçeye çevrilmesi iyi olmuş, mesafesi nedeniyle, siyasi
karikatürü genellikle bağırtarak kullanmayı tercih eden çizerlerimize ilham
verebilir diye umuyorum.
Radikal Kitap, 4.10.2013
1 yorum:
Karikatür, hayatı alaya alma sanatıdır, dersem çok mu klişe olur? Bir insanın dünyaya gözünü savaşla açması, çocukluğunu yaşayamaması ve belki bütün bir yaşamının da bundan etkilenerek geçmiş olmasına rağmen gene de bunların sorumlularını çizgilerle alaya alabilmesi. Herkesin harcı değilmiş gibi görünüyor.
Her ne kadar Hitler Almanyası kadar olmasa da, yakın tarihte bizde de büyük travmalar yaşandı. İnsan şimdiki Almanya'ya baktığında ister istemez meraklanıyor, "sıra bize de gelecek mi acaba?" Geçmişimizi sorgulayabilecek miyiz?
Selamlar.
Yorum Gönder