Perşembe, Nisan 25, 2024

Ne Güzeldi O Günler Tüh Tüh...


The New Yorker kapaklarına haliyle ilgi gösteririm. Ne çizmişler, nasıl bir üslup tercih etmişler merak ederim. Öte yandan  itiraf etmem gerekirse kapak konularını, işleyiş biçimlerini epeyce muhafazakar bulurum. Yukarıdaki kapağı görmemiştim, eleştirdiğim şeyin tipik bir örneğiymiş...İki ayrı dönemde bir aile toplantısı resmedilmiş. 

Bu aile meselesine bir türlü mesafeli bakılamaz, aile bildiğin arka bahçedir halbuki...Haset ve rekabet dolu bir çukur olabilir, öyle değilmiş gibi yapılır. Teorik olarak büyükler küçükleri korur, sever, kimse kimseye saygısızlık etmez şu bu...

Bugün hastanedeydim, bekleyen hastaların konuşmalarını dinlemek zorunda kaldım ister istemez. Hiç şaşmayan bir düşmanı var ailelerin. Hariçten gazel okuyan, aileyi duman eden bir düşman. Adına ister damat deyin ister enişte. İşte damat paraları yemiş, bunları kandırmış, malı sattırmış, borç almış vermemiş şu bu...O yabancı adam, aileye nifak sokmuş vs vs...Ne denir buna? Palavra diyeceğiz değil mi? Zaten ne geliyorsa dış mihraktan, yabancılardan geliyor fenalık ve musibet...

Eskiden bütün aile konuşurmuş, güzel yemekler yapılırmış, insanlar sohbet edermiş, sokaklar temizmiş şu bu...Oysa şimdi herkes televizyona mahkummuş, çocuklar okumuyor telefonla konuşuyormuş, kimse kimseyle iki çift laf etmiyormuş...Kadınlar yemek de yapmıyor hem...Tüh tüh nerde benim annemin sarmaları dolmaları?

Bence bütün bunlar yaşlı adam hezeyanları...Gelenek, aile, nostaljik hayıflanmalar say say bitmez...Gelenekten ayrılanı kurt mu kapar peki...Kurt, modernizm olabilir mi veya vahşi kapitalizm...

Ne kadar eskiye giderseniz gidin, eskiden de aile "yıkıldı-bitti" eleştirisi vardı, her şeyin yozlaştığı iddia edilirdi... Tarihin her döneminde bugün eleştirilir, yarından korkulur ve dün, müthiş bir sığınaktır, tahayyül edilen bir simgedir, sahici değildir.

[2010]

Pazartesi, Nisan 22, 2024

Muhterem hanımefendi

Altmışlı yıllardan bir hayran mektubu, Çolpan İlhan'a yazılmış. "Muhterem hanımefendi" diye başlamış, meramını "sizi her an karşımda görmek istediğimden bir fotoğrafınız lütfederseniz minnettarınız olacağım" diye anlatmış. Dil şahane, nezaketli ve mesafeli... Ne yazık ki, Çolpan hanıma ulaşmamış gibi duruyor, çünkü mektup hiç açılmamıştı, ben açtım.

Yeşilçam'dan önce radyo sanatçılarına yönelik büyük bir ilgi var, mektuplar, imzalar, alkışlar, konser öncesinde toplaşmalar... Zeki Müren, cumhuriyetin ilk starı olmuş bu bakımdan... Bu fan kültürü nasıl gelişti ve normalleşti ölçebilmek sanıyorum çok mümkün değil. Bir milad varsa, o Yeşilçam olmalı diyoruz... Yeşilçam sadece filmleriyle değil, kendiyle alakalı medyayı da bu yönde kullanmak istemiş, o anlaşılıyor. Örneğin yukarıdaki adres, bizatihi dergilerde paylaşılıyor. Oyuncular, seyirci mektupları almak için genellikle ev adreslerini veriyorlar. Mektupların çokluğuyla övünülüyor filan. Sonra fanların kendi aralarında rekabet etmesi doğallaşıyor şu bu...

İsim vermeden anlatacağım, 2008 yılında bir yemeğe davet edilmiştim. Ev sahibinin hayat arkadaşı eski bir Yeşilçam yıldızıydı ve onun bir hayranının Antep'ten gönderdiği yemekleri yemiştik. Şaşırmıştım. Her hafta gönderiyormuş. Allah için çok güzel, çok zahmetli yemeklerdi, afiyetle yedim ama bu enerjiyi halen hatırlıyorum. 

Fan kültürüne çok uzak biri değilim, çocukluğumdan beri bir kişiye ya da bir örüntüye tutkuyla karışık hayranlık besleyen yüzlerce insanla karşılaştım, tanıştım, arkadaş oldum. Yine de bir Ajda Pekkan hayranıyla yaptığım sohbeti hiç unutamıyorum. Neden bu kadar çok sevdiğini açıklamasını beklemiyordum ama sevmeyenlere veya farklı biçimde sevenlere karşı kurduğu ve büyüttüğü öfkeyi dinlemek beni heyecanlandırmıştı. 

Düşünerek mektup yazıyor ve fotoğraf istiyorsunuz, günlerce mektubu bekliyorsunuz. Tuhaf bir aşk... 


ghghhghhg

Pazar, Nisan 21, 2024

"Varım"


Gülümsetiyor bu tür cevaplar... Gülümsemek derken hem beğeniyorum hem de bir parça ergence buluyorum galiba... Amaç da o zaten... Genellikle şairler ve tiyatrocular yaparlar bu çıkışları... Ajitatif, sivri ve akılda kalıcı bir çıkış arıyorlar. Dikkat çekmek veya "konuşulan" bir cevap aramak da denebilir buna... Dost dergisi, Devlet Ana çıktığında bir soruşturma yapmış, çeşitli sanatçı ve entelektüellere romanı sormuş. İlhan Berk, böyle cevaplamış, "okumadım" "beğenmedim, görüş bildirmeyeceğim" dememiş, bir gösteri yapmış... Küçümsemiş, önemsemiş, kendini öne çıkarmış...

Mesele İlhan Berk veya Devlet Ana romanının niteliği değil... İnsanın,  dünyada varolma biçimi, "varım" deme arzusu... Sanat ve sanatçılarda bu his ve tavır meşru sayılıyor ama sanki (artık) onlara özgü filan diyemiyorum.

Vasıfsız çalışanlardan nitelikli iş gücü sahiplerine varıncaya kadar bütün insanlarda, yanılıyor da olabilirim, bana gittikçe öyle gelmeye başladı, kendileri dışında bütün insanları "salak" ve "cahil" bulma iştahı ve gösterisi var. Kimle konuşsanız, kendileri dışındaki herkese bir saydırıyor..."Bu millet" veya "biz" diye başlayan kestirimlerde bulunuluyor, üstelik bu kestirimler erkeklerin (ve erkeklerden öğrenen kadınların) "her şeyi bilme", "öğretme", "doğru olanı seçme" iddiasıyla da karışıyor... Gününü gösteriyoruz, kendimizi gösteriyoruz... Falan filan işte... Performans sanatlarımızdan "o ne yaa..."

Şov mast go on yaşıyoruz.

Cumartesi, Nisan 20, 2024

Döner Durur



Hepimiz bu dünyadaki mutsuzluğu, acı çekenleri, yoksulları, katledilen masumları gördükçe onlara yaşatılan zulmü durdurmak, en azından ıstıraplarını dindirmek isteriz. 

Ama buna gücümüzün yetmeyeceğini biliriz, acizliğimiz karşısında şunu düşünürüz. Benim hissettiğim acı ve kederi, insan olan herkes hisseder.

Sonra acı ve keder kesilmedikçe, katledilenler bitmedikçe bu düşünceden giderek uzaklaşırız, insanın insan tekini sevmediğini, rekabet ettiğini, kendini bir diğerinden üstün gördüğünü biliriz, öğreniriz. 

Eğer inanıyorsak,  hissettiklerimizi Allah'ın da gördüğünü, er ya da geç, bu haksızlığını gidereceğini, olup bitenlerden sorumlu olan kimlerse onları cezalandıracağını kabul ederiz.

Tabii ki bu bir temennidir, gerçekte, başka tür bir cezalandırmadan yanayızdır. Parçası ve faili olduğumuz, hemfikir olduğumuz bir cezalandırmayı isteriz.

Suç, bizim yakınımızdaysa, bizim hayatımıza dokunuyorsa cezanın şimdiki zamanda, bu dünyada çekilmesini, verilmesini isteriz. 

Linç, tam da böylesi bir mantıkla nefes alıp verir.

Peki ya kanunlar?

Eğer biz istiyorsak, intikamcıysak, kanunların bizden yana olmadığına inanırız.Ya da kanunların yeterli olmadığına, yetmediğine...

Zulmü durdurmak isteyen bilincimizi de Allahı da kolayca unuturuz. İntikamı hepimiz istiyorsak haklıyızdır, hepimiz istiyorsak meşruyuzdur.

Zaman, insanın insana zulmettiği bir devranda döner, durur.

Cuma, Nisan 19, 2024

En İyi Jenerik Ödülü


Bozkır-Kırıkhayıtlar, New York Festivali Tv-Film Ödüllerinde En İyi Jenerik ödülünü aldı. Yarışma öncesinde benden tasarım sürecini anlatan-açıklayan bir metin istemişlerdi. Yazdıklarımı paylaşıyorum. 

Bozkır, Türkiye taşrasında geçen bir polisiye. İsmini seyrek bodur ağaçlardan oluşan, kurakçıl otlarla dolu ekolojik bir bölgeyi niteleyen coğrafi adlandırmadan alıyor. Sosyal hayatın metropollere göre çok daha sınırlı olduğu muhafazakâr küçük bir şehirde geçiyor. Yıllardır seri cinayetler işleyen bir katil ailenin etrafında gelişen bir sezon hikayesine sahip

Jenerikte gördüğünüz, hikaye akışını ve karakterlerini içine kattığımız gerçek bir duvar halısı… Senaryoyu yazarken halıyı jenerikte ve hikaye akışında görsel olarak kullanmayı hayal etmiştim. Hatta o halı, daha senaryo fikir olarak aklımdayken dahi elimdeydi ve o abartılı pulp estetiği bana ilham vermişti.

Çok değil çeyrek asır önce dahi, Türkiye taşrasında ve metropollerin göçmenlerin yaşadığı kenar mahallelerinde duvar halıları mutlaka kullanılıyordu. Halılardaki desenler hem ruhen bir güzellik unsuruydu, göç edilen ve özlem duyulan toprakları çağrıştırıyordu hem de madden ısıyı-sıcaklığı koruyordu. Duvar halısı, Bozkır hikayesi için bu bakımdan işlevseldi, modernlik ile geleneksel arasında gezinen bir nostaljik unsurdu.  Dizinin gerçeklik vehmini ve sahiciliği artıracaktı.

Bir katil aile anlattığım için duvar halısını onlarla da ilişkilendirmek istiyordum. Seçtiğim halının deseninde meydan okuyucu, pervasız ve saklanmayan kadınlar vardı. Bu pulp ve naif erotizmi, katil ailemize bağladım. Ailenin genç erkekleriyle marazi bir yakınlığı olan hala, yıllar yıllar önce, bu duvar halısının önünde onları tahrik etmek amacıyla sayısız kez dans etmişti. Halaya aşık olan ergenler büyüyüp cinayet işlemeye başladıktan sonra bu halıyı bir sembol ve cinayet fonu olarak başka bir biçime dönüştüreceklerdi.

Jenerikle ilk kez karşılaşan seyirci, duvar halısını Bozkırı imleyen bir hoşluk olarak görecek ve geçecekti ama hikaye ilerledikçe, jeneriği daha farklı okuyabilecek, öne çıkartılan karakterleri ve gelişmeleri tek tek keşfedecekti. Jenerik sadece üreticilerin isimlerin sıralandığı bir bölüm değil, kendi senaryosu ve estetiği olan bir hikaye unsuru olacak, bize güç katacaktı.

Related Posts with Thumbnails