![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Adından tahmin edilebilir, köy can damarı ölçüsünde ticari bir merkezmiş, hareketli bir yermiş, hele yüz yıl önce filan anlaşılan o ki Kızılcahamam veya Kazan'dan ilerideymiş, kiliseye dönüştürülmüş camisi hesap edilirse, başka bir yermiş, haliyle o derece önemsenmemiş, aşama aşama gerilemiş....
Ben özellikle köy meydanına bayıldım, biz gittiğimizde kuruması için ortaya-zemine yayılmış kabak çekirdeği öbekleri vardı... Zamanın ölçüsüne göre geniş-havadar bir meydan... Bir şehir meydanı-pazar-piyasa alanı kurmak başka bir akıl ve muhakeme gerektiriyor... Beğenmemek elde değil...
Yanyana dizilmiş çeşit çeşit dükkanlar görüyorsunuz, birinin ahşap kepenginin üzerinde Peksarı Bakkalı yazısı kalmış, diğerine derici dediler, dükkanlar çok daha fazlaymış, çoğu yıkılmış, kalanlar da yıkıldı yıkılacak halde perperişan, varla yok arası bir hamam duruyor, iki üç kahve varmış, yolcular için bir büyük han, karakol, devlet erkanının kullandığı bir konak şu bu...Hepsini düzlemişler.
Malumunuz artık kimse köyde yaşamak istemiyor, hemen her köy benzer sorunlarla benzer bir açmazın içinde ancak burası turistik olarak revize edilebilirmiş, farklı bir yermiş, yolu, manzarası, doğası, eski evleri bana ilham verici ilginçlikte geldi.
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Sevdiğim bir hikayedir, bir yazar tanıdığım, galiba Paris'te caddede yürürken, biri onu çevirip Türkçe konuşarak adres sormuş, o da adresi biliyormuş ve tarif etmiş ama sormadan da edememiş, Türk olduğumu nasıl anladın demiş... Adam da demiş ki anlamadım, her gördüğüme sordum, sen Türk çıktın...
Benimkisi de biraz o hesap... Geçen birisi benden Lolita hikayesi yazmamı istedi örneğin, böyle radikal bir şeyi ancak siz yazabilirsiniz filan dedi. Dedim ki, bunu size düşündüren nedir, elde veri yok çünkü...
Takip edenler iyi bilecektir, piyasamız genel olarak kadın seyirciye ve televizyon işlerine yöneliktir. Hikayeden çok karaktere dayalı yavaş ve sentimenatal soap operalardır bunlar ve ben böyle bir şey yazmak için kendimi doğru bir isim olarak görmüyorum. Benim anlattığım aşk hikayesi bile bu tarza uymayacaktır.
Bir başkası bana yeni ilişki biçimlerinden söz etmişti, lovbudi, fakbadi, sensbadi, firendvitbenefit filan... Onları ben anlatsaymışım. Niye ben diye sordum. İlişkiler hakkında konuşmayı seven biri değilim ki, aşk meşk hakkında yazan gazeteciler vardır, onlardan da hazzetmem. Ha bunlar nedir? Amerikalılar, anlatabilmeyi kolaylaştırmak için kategoriler üretirler. Ne ki içinde insan olan değişkenlerde sınırların sürekli başkalaştığını görürüz. Demem o ki hepsi bana Cosmopolitan tıkırtısı gibi geliyor. Bu konuda bir kitap olsa okurum, varsa bir analistten dinlemek isterim ama senaryo yazmak başka bir şey... Bırak yaşamadan yazmamayı, bu kavramlara inanmıyorum da...
Demem o ki, cıkk, ben o değilim.
![]() |
Çizgi romanla ilgili olduğu için yukarıdaki ayrıntıyı bilerek seçtim. 10 yaşındaki çocuğa, ta o yıllardan bir siyasi bilinç atfetmiş yazar... Bu arada Deniz Gezmiş, çizgi roman okumuş mu, okumuşsa da sahiden ve özellikle Teksas'ı çok mu sevmiş-çok mu okumuş bilinmiyor-bilmiyoruz.
Bu palavralara neden gerek duyuluyor, niye abartıyorlar anlamıyor değilim...
Yakıştırılıyor, "münasip" görülüyor galiba... Sorun şu ki, yakıştıran kişi, biyografiyi değil kendi kahramanını yazıyor bir noktadan sonra...Aşağıdaki örnek de çocuklar için yazılmış popüler bir Atatürk kitabından... Komik duruma düşeceklerini hiç hesap edemediklerine göre bu, kendilerini anlattıkları kişiden daha fazla önemsiyorlar demektir.![]() |
Laf uzamasın, haberdeki fotoğrafı görünce ister istemez güldüm... Fotoğrafta tanıdığım biri vardı. Seks kasetleri satan bir dükkanı polis basmış, malzemeyi toplamış, sahibi karakola çekilmiş filan, anlaşıldığı kadarıyla gazetelere haber vermişler. Ekip'in acar polis muhabiri gıdıklayan, fitleyen, teşhir eden, ahlakçılık kesen lambur lumbur bir şeyler yazmış haberde... Kasetlerin el konduğu dükkan, rahmetli Metin'in (Demirhan) dükkan... Gazeteci, Metin'i tanımıyor, yasadışı bir iş yapan esnaf olarak onun ağzından bir şeyler yazmış...
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Kapak, ifşa eden bir üslupla istiflenmiş, "Avrupa'yı kasıp kavuran ve kapımıza dayanan tehlike Seks ve Esrar" denmiş, insan sırtararak vayvay demeden duramıyor. Seksin neresi tehlikeymiş veya yahu bu ülkede Afyon diye bir şehir var, içtiğimiz bütün ağrı kesicilerin içinde o afyondan var... filan demeyeceğim. O itirazları gençlere bırakacağım. Enikonu seksi pazarlayan, gıdıklayan, kaşıyan, kanırtan bir yayıncı olan Simavi ne diye ahlakçılığa soyunmuş da demeyeceğim. Kimlerin ağzında ahlak ezberi var hepimiz biliyoruz. Üstelik, Şahit elli yıl önce çıkmış, bu eleştirileri o tarihlerde de yapan çıkardı.
Ben kullanılan fotoğrafa takıldım, pantolonlu, kısa saçlı, sigara içen bir kadın resmi seçmişler, asıl tehlikenin meydan okuyan kadınlarda olduğunu düşünmüşler, lezbiyenler filan o fasıldan gitmişler.
İnsanlar düşman yaratmadan yaşayamıyorlar, kanunlar çerçevesinde hep birlikte yaşayabilecekken filan demenin bir anlamı yok, herkes birbirini kendine benzetmeye çalışıyor, babalar oğullarını, anneler kızlarını, devletler vatandaşlarını bir kalıba sokmak istiyorlar ve hep beraber yuvarlanıp gidiyoruz.
Aralıklarla Eski Türkiye-Yeni Türkiye karşılaştırması yapılıyor ya, tabii ki çok farklılık var, seküler milliyetçiliğin yerini dindar bir milliyetçilik aldı mesela...gel gör ki sevilmeyenler cephesinde değişen bir şey yok. Çoğunluk algısı ve üretimi, haliyle heyecan, hararet ve öfkesi devamlılık gösteriyor.
![]() |
Daha önce dikkatimi çekmemişti, afişte, Abdülcanbaz'ın gözyaşına İzmir İktisat Kongresi yazılmış....Niye yazılmış merak ettim. Abdülcanbaz, memleketteki Ulusalcı siyasi akımın sembollerinden biri... İzmir İktisat Kongresi ise, sonuçları itibarıyla bizzat Atatürk döneminde uygulanmayan "liberal" kararlarla bilinir... Yani, Ulusalcıların hazzetmediği, onay vermediği bir oluşumdur...İnönü-Bayar rekabetinin mihenk taşlarından sayılır filan...
Yani, Abdülcanbaz, İzmir İktisat Kongresinin varolmasına mı üzülüyor, uygulanmamasına mı onu merak ettim... Serüvenlerinde buna atıf yoktur, hele oyunun sahnelendiği yıllarda, demokrasinin sağcıların kontrol ettiği bir kandırmaca olduğuna inanması dışında Abdülcanbaz'ın derinlikli bir siyasi tavrı var da diyemeyiz. Sonradan belirginleşen bir siyasi tavrı ve seyri var.
Hasılı kelam, tahkiyenin dualizmi içinde İktisat Kongresini nasıl anlamlandırdığını merak ettim, keşke oyunu seyredebilseydim.
![]() |
![]() |
12 Eylül'ü pek hatırlayan yok, oysa o dönem hiç geçmeyecek gibiydi...Bazen, dönemler bitmeyecek, hükmedenler gitmeyecekler sanıyoruz, halbuki geçiyor, gidiyor, bitiyor, failleri unutuluyorlar... Yanlış anlaşılmasın, iki milyona yakın insanın rejim tarafından mağdur ve ziyan edildiğini biliyoruz, korkunç bir rakam bu, geçiyor geçmesine de delip geçiyor tabii...
Gırgır, "gelen ağam giden paşam" diyen bir kalantoru karikatürize etmiş, zengin göbekli kötü adam çizmek kolaylarına gelmiş... Kalantorlar ve zübükler miydi, her devrin adamı? Bir onlar mıydı pragmatik ve güce tapar olan?
Hatırlayalım, rejimin ve ihtilalcilerin "yüce Türk milleti" ile muhalif Gırgır'ın romantize ettiği "halkı", mazlum ve yoksul memuru-vatandaşı, 12 Eylül rejimini yüzde 91'le destekledi...
![]() |
O yıllar için, bizdeki sanat algısı için yeni ve öncü bir şiar elbette. Meramlarını, tiyatrocu olarak gayret ve meselelerini güzel anlatıyor. İçerde de kullanılmış...
Bana ironik geldiği için paylaşmak istedim, trajik de diyebilirdim veya enikonu hakikat... İçerde bu sloganın kullanıldığı sayfanın hemen arkasında bir reklam var, arka arkaya gelmişler, broşürün ilk reklamı, oyunun maddi destekçilerinden biri..."Moda Vakko'dur"
![]() |
![]() |
Acaba o günlerde nasıl algılanıyordu, sonuçta biliyoruz ki, popüler kültür tüketilerek tabana doğru yayılan bir süreci de içerir, üst sınıflarca paylaşılan estetik bir ifade, bir süre sonra, bilemiyorum, belki bir yarım asır sonra, alt sınıflarda kullanılır hale gelebiliyor. Örneğin saz çalmak, bir şehzade eğlencesiyken avamileşerek bir halk sanatı sembolüne dönüşüyor filan...
Hüseyin Rahmi, romantik bir yazar sayılamaz, gerek mizahi sivriliği, gerek kadın beğenmezliği devrinin aktüel duygusallığından ayrıştırır onu. Aceba, sarakaya mı almış aşk edebiyatını, o sebeple mi seçmiş bu ismi...
Romanı okumadım, okuyacağım, ayrıca yazarım, kapaktaki çifti karşı pencereden dürbünüyle izleyen beyfendinin hatırı da var elbette, merakımı cezbetti!
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |