Pazar, Ekim 30, 2016

Allah Derdini Artırsın


Lise'de bir gün okuldan kaçtık, kapılar kilitleniyordu, pencereden, epeyce yüksekten aşağı atladık, gizlendik, bekledik, koştuk, başka bir ufka çıktık. Aşıklar Tepesi denen yerde, neredeyse birdenbire, biz kahveye kağıt oynamaya giderken, karşımıza Kur'an okuyan bir adam çıktı. Bizi çevirdi, lafla sözle, yanına oturttu. O günlerde bizim oralarda Dersaneler açan, oralarda Abilikler yapan Nurculardan biriydi. Bizimle, sahiden durduk yere, Allah'ın varlığını yokluğunu tartıştığı, Allahın varolduğunu ispatladığı ezberlenmiş bir konuşma yaptı. Biz öğretmenlerden kaçıyoruz, karşımıza bir başkası çıkıyor, o kısmı geçiyorum. İlginç bir şey söyledi, bir arkadaşımızla, "dert iyidir, Allah insanın derdini artırsın" filan diyerek tasavvufu konuştu.

Sufilere göre dert, gerçek aşktır, gerçeğe ulaşma derdidir. Dert, insanın sahici bir hayır duasıdır. "Dertli Dolaba binesin" deyişi, o sebeple ilenme değildir. Tabii biz bu deyişi, sonradan tekrarlayıp durmuş ve bunu espriye dönüştürmüştük. Adam Sufi filan değildi, üç beş gün sonra gördük, yol kenarında park ettiği arabasına, bir Mercedese biniyordu. Sanıyorum, sufi gibi giyinerek, o tepede, o ayazda Kur'an okumak ona iyi geliyordu.

Ne zaman hayat, şimdi olduğu gibi kararsa, dertler büyüse, uykusuz, gamlı, gasavetli, ağrılı olsa "Allah derdini artırsın" lafı gelir aklıma. Hafiften de, o Sufiyi hatırlayarak gülümserim.

Son iki ayda onbinlerce insan işsiz kaldı, binlerce okul ve kurum, öğretmensiz, hocasız, personelsizler. Sahici bir nitelik kaybı yaşıyoruz. Görünen o ki, demokrasiden de vazgeçilmiş durumda. Hak arama özgürlüğünün insanların elinden alınması, üniversitelerde demokratik seçimlerin kaldırılması, suçun şahsiliği ilkesinin gözardı edilmesi, ifade özgürlüğünün sınırlanması, saymakla bitmiyor, öyle çok kötü şey oluyor ki anlatılır gibi değil. Yazık hepimize.

Soru şu, böylesi bir hayat ne kadar daha sürdürülebilir... 

Çoğu insan, bir yerden patlayacak, bu kadar mağdur varken bu kadar iç savaş gerginliği yaşanırken illa ki yoldan çıkılacak diyor. Kimileri, böyle gidecek, yaprak kımıldamayacak, paranın varlığı kavgayı önleyecek, insanlar oluruna bırakarak yaşayacaklar diyor. 

Bence ikisi de olacak, ilk senaryoya göre, seçimde ya da referandumda, taraflar evet-hayır ölçüsünde birbirlerine düşmanlaşacaklar. Bu durum, ülkedeki gerginliği katbekat artıracak. Çatışmalar ve bombalar dinmeyecek. İkinci senaryoda, insanlar, içinde bulundukları refahı kaybetmek istemeyecek, oluruna da bırakacaklar, geçici bir durum gibi görmek isteyecek, en çok çocukları için korkacaklar. Kendilerine dokunana kadar suskunluklarını sürdürecekler. 

Çare, doğal olarak demokraside, yüz yıldır, bir biçimde denediğimiz, eğitimini aldığımız, eğitimini verdiğimiz, hayatımızı zenginleştiren çoğulculukta... Bundan geri adım atmamamız gerekiyor. 

Bence daha çok konuşmalıyız. Sakince, kimseyi düşmanlaştırmadan, düşmanlıkla karşılaşacağımızı bilerek, sukünetle demokrasiyi, hak arama özgürlüğünü, suçun şahsiliğini, ifade özgürlüğünün anlamını, tek tek kıyaslayarak tekrar tekrar anlatmalıyız.

Ben sufilere inanmam, onları birer roman kahramanı gibi görürüm. Allah derdimizi artırsın diyen, sufilik pozu yapan adama hiç inanmadım, işte Müslümanların gerçek yüzü filan gibi bir öfkenin mezesi de yapmadım. Herkes yoluna gitti.

Burası büyük bir ülke. Herkesin istediği gibi ve birlikte yaşaması mümkün. Öyle ya da böyle, metropollerde bunu bir biçimde başarıyorduk da...

Konuşalım, benzerlerimizle değil başkalarıyla daha çok konuşalım.

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails