Cumartesi, Temmuz 30, 2016

Anti-Politik bir Sıkıntı Hikâyesi




Geçen yüzyıl, dünya bu denli globalleşmemişken, başka yerler ve kültürler birer muamma iken oryantal gezi kitapları, serüven romanları revaçtaydı. Dünyanın az bilinen yerlerine giden beyaz erkek yazarlar bizi şaşırtan ekzotik ve esrarengiz ilginçlikler anlatırlardı. Bu türden bir edebiyat kayboldu denemez ama, el hak, gücünü yitirdi. Dünyanın geri kalanına benzemeyen, kendini izole ederek başka bir zihniyetle yaşayan yer kalmadı gibi bir şey. Bütün şehirlerin mimarisinin, sanatının, medyasının, telefonlarının, mobilyalarının aynılaştığı bir dünyayı yaşıyoruz. Pyongyang ve Kuzey Kore, sayılı istisnalardan. Delisle’nin Pyongyang albümünün farklı dillere çevrilmesi biraz da bu istisnalıktan geliyor. Görmediğimiz, aşina olmadığımız, insanlarının nasıl yaşadıklarını bilmediğimiz bir yerden söz ediyoruz. Başka bir şehrin hikâyesi bu kadar enteresan olabilir miydi şüpheliyim.

1966 doğumlu Kanadalı çizer Guy Delisle, uzun yıllar animasyon stüdyolarında çalışıyor. Ucuz iş gücü nedeniyle çeşitli animasyon projeleri için Çin ve Kuzey Kore’de bulunuyor. Kendisine şöhret getiren iki çalışması Shenzhen (2000) ve Pyongyang (2003) bu süreçten kalan hatıra ve günlüklere dayanıyor. Pyongyang, Kuzey Kore’nin başkenti. Delisle, uluslararası bir proje olan, Hugo Pratt’ın ünlü çizgi romanı Corto Maltese’nin animasyon uyarlaması için iki aylığına şehre geliyor. Pyongyang, Kuzey Kore’ye Bir Yolculuk, bu misafirliğin hikâyesi. Delisle’nin iki ay boyunca yaşadıkları, kültüre dair izlenimleri, karşılaştığı muamelenin anlatımı da denebilir bunlara. Delisle için kültürel farklılıklar, gündelik hayatın rutinleri, yaşama biçimleri bir hikâye kurgusundan daha önemli. Bir serüven gerilimi, dualistik bir karakter istifi yok anlattıklarında. Havaalanına indiği andan itibaren karşılanmasını, ağırlanmasını, kontrol edilme biçimini resmediyor bize. Totaliter bir şehirde, çevirmen ve rehberlerle sürdürdüğü, kapalı mekânlarda üretilen işleri-çizimleri inceleyerek, onaylayarak ya da revize ettirerek geçirdiği günlerin bir dökümünü yapıyor. 

Pyongyang, tek kelimeyle bir sıkıntı hikâyesi; soğuk savaş döneminin anti-komünist edebiyatını andırıyor, Doğu ile Batı’nın mukayesesi, o denli ajitatif olmasa da başka bir biçimde yineleniyor. Delisle, duyduğu, gördüğü her şeyin anlamsızlığını vurgulayarak anlatıyor anlatacağını. Hemen hiçbir şeyi sevmiyor, gün sayarak geçiriyor misafirliğini. Hissiyatı hapislikten farklı değil. Dil bilmiyor, tek başına dolaşamıyor, istediği gibi yaşayamıyor. Orwell’in ünlü 1984 romanı, popüler bir metafor olarak, ilk sayfalardan itibaren okura kılavuzluk ediyor. Okura, bir totaliterlikle karşılaştığını, bildiği bir kitapla, 1984’ü hatırlatarak anlatıyor veya. Doğrusu, bu kısım, epeyce klişe ve kolaycı bir gönderme. İnsan, Kuzey Kore’ye giderken yanında sahiden de 1984’ü götürüyorsa, aklı başında değildir. Roman, yayınlandığı ilk günden bu yana, reel sosyalizme eleştiri olarak algılanmıştır ve muhtemelen Kuzey Kore’de yasak olan kitaplardan biridir. Ha, şu var, albümde gündelik hayatın tekdüzeliği, yasakların yoğunluğu, kontrol deliliği ve korkusu betimlenirken 1984’ü kullanmak, işlevsel elbette, algıyı kolaylaştırıyor. 

Pyongyang gibi bir atmosfer hikâyesi anlatıyorsanız, ister istemez, mekân ve renkler büyük önem arzeder. Boş caddeler, büyük binalar, yüksek tavanlar, sürekli bir tenhalık hikâyeye doğal bir katkı sağlıyor. Delisle’nin gri boyaması, ifadesiz yüzleri, donuk tipleştirmesi de bunu pekiştiriyor. Anlatıcı hariç kimseye bir yakınlık duyamıyoruz, hepsi birbirine benzeyen Koreli görevliler giderek önemini yitiriyor. Bir tercüman geliyor, bir başkası gidiyor ama hepsi aynı ezberle konuşuyor. Endişeliler, Delisle’nin başlarına dert olmasından çekiniyor, her biri fıkra gibi anlatılabilecek anlamsızlıklarla sorumluluk almaktan kaçıyorlar. Pyongyang’un başarısı en çok bu kısımlarda kendini gösteriyor, tahkiye, okuru röntgenci (voyeur) ve yabancı bir bakışla özdeştiriyor. Anlatıcı yazar gibi, olup biteni, bir turist, oryantal bir gezgin, daha akıllı bir okur ya da sıkıntılı bir ergen gibi izliyoruz.

Soğuk Savaş’ın anti-komünist edebiyatıyla bir benzerlik kurmuştum. Albümün böylesi bir niyeti var demiyorum. Rehberlerin Amerikan karşıtlığıyla değil, o karşıtlıktaki nakarat ve bilgisizlikle daha çok ilgileniyor örneğin. Batı’yı savunmak, ikame edilebilir bir alternatif göstermek gibi bir arzusu yok. Pyongyang’un eleştirisi batılı orta sınıftan, entelektüel bir itiraz olarak nitelenebilir. Monotonluk, körlük, bağnazlık, zamanın gerisinde kalmak mesele ediliyor. Bunu, vasatlığın teşhiri olarak tanımlayabiliriz, Delisle, karşılaştığı herhangi bir şeye yakınlık duymuyor, değiştirmeye çalışmıyor, olup biteni görüyor, kimseyi ikna etmeye uğraşmıyor, susuyor, tespit ediyor, vakit dolduruyor, içine atıyor ve geçip gidiyor. Delisle, ucuz işçilikten faydalanmak için uluslararası sermaye adına orada çalıştığını akla getirmiyor, karşılaştığı sıkıntılar daha önemli onun için. Gerisi zaten herkesin bildiği bir gerçek, kapitalizm sömürür, nokta. Delisle, kapitalizmi filan savunacak değil, bir nokta daha.

İnsanlar yaşadıkları yeri, dünya sayarlar, nerede yaşıyorlarsa orası onlar için yaşadıkları ülkedir: Fransa’dır, Türkiye’dir, Paris, İstanbul’dur. İdeal bir biçimde yaşadıklarını düşünürler. Herkesi kendileri gibi bilir, kendileri gibi düşünmenin doğal olduğuna inanırlar. Yaşadıkları yere ve kendilerine benzemeyene şaşırır ve huzursuz olurlar. Delisle, bilinmeyen bir yer ve kültürü deşifre ederken, oryantal bir edayla şaşırtmak istiyor. Sorun şu ki, dünya “yaşadığımız yer” değil, başkalarıyla birlikte yaşıyoruz… Vasatlığın teşhiri, dünyayı değiştirmiyor, Delisle, bir kültürü anlamaya çalışmadığı için eleştirisi bir gösteriden ileri gidemiyor. Pyongyang, bütün iddiasına rağmen anti-politik bir hikâye.

Radikal Kitap, 29.7.2016

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails