Geçen yüzyıl, dünya bu denli globalleşmemişken, başka
yerler ve kültürler birer muamma iken oryantal gezi kitapları, serüven
romanları revaçtaydı. Dünyanın az bilinen yerlerine giden beyaz erkek yazarlar
bizi şaşırtan ekzotik ve esrarengiz ilginçlikler anlatırlardı. Bu türden bir
edebiyat kayboldu denemez ama, el hak, gücünü yitirdi. Dünyanın geri kalanına
benzemeyen, kendini izole ederek başka bir zihniyetle yaşayan yer kalmadı gibi
bir şey. Bütün şehirlerin mimarisinin, sanatının, medyasının, telefonlarının,
mobilyalarının aynılaştığı bir dünyayı yaşıyoruz. Pyongyang ve Kuzey Kore,
sayılı istisnalardan. Delisle’nin Pyongyang
albümünün farklı dillere çevrilmesi biraz da bu istisnalıktan geliyor.
Görmediğimiz, aşina olmadığımız, insanlarının nasıl yaşadıklarını bilmediğimiz
bir yerden söz ediyoruz. Başka bir şehrin hikâyesi bu kadar enteresan olabilir
miydi şüpheliyim.
1966 doğumlu Kanadalı çizer Guy Delisle, uzun yıllar
animasyon stüdyolarında çalışıyor. Ucuz iş gücü nedeniyle çeşitli animasyon
projeleri için Çin ve Kuzey Kore’de bulunuyor. Kendisine şöhret getiren iki
çalışması Shenzhen (2000) ve Pyongyang (2003) bu süreçten kalan
hatıra ve günlüklere dayanıyor. Pyongyang, Kuzey Kore’nin başkenti. Delisle, uluslararası
bir proje olan, Hugo Pratt’ın ünlü çizgi romanı Corto Maltese’nin animasyon uyarlaması için iki aylığına şehre
geliyor. Pyongyang, Kuzey Kore’ye Bir Yolculuk,
bu misafirliğin hikâyesi. Delisle’nin iki ay boyunca yaşadıkları, kültüre dair
izlenimleri, karşılaştığı muamelenin anlatımı da denebilir bunlara. Delisle için
kültürel farklılıklar, gündelik hayatın rutinleri, yaşama biçimleri bir hikâye
kurgusundan daha önemli. Bir serüven gerilimi, dualistik bir karakter istifi
yok anlattıklarında. Havaalanına indiği andan itibaren karşılanmasını,
ağırlanmasını, kontrol edilme biçimini resmediyor bize. Totaliter bir şehirde,
çevirmen ve rehberlerle sürdürdüğü, kapalı mekânlarda üretilen işleri-çizimleri
inceleyerek, onaylayarak ya da revize ettirerek geçirdiği günlerin bir dökümünü
yapıyor.
Pyongyang, tek
kelimeyle bir sıkıntı hikâyesi; soğuk savaş döneminin anti-komünist edebiyatını
andırıyor, Doğu ile Batı’nın mukayesesi, o denli ajitatif olmasa da başka bir
biçimde yineleniyor. Delisle, duyduğu, gördüğü her şeyin anlamsızlığını
vurgulayarak anlatıyor anlatacağını. Hemen hiçbir şeyi sevmiyor, gün sayarak geçiriyor
misafirliğini. Hissiyatı hapislikten farklı değil. Dil bilmiyor, tek başına
dolaşamıyor, istediği gibi yaşayamıyor. Orwell’in ünlü 1984 romanı, popüler bir
metafor olarak, ilk sayfalardan itibaren okura kılavuzluk ediyor. Okura, bir
totaliterlikle karşılaştığını, bildiği bir kitapla, 1984’ü hatırlatarak
anlatıyor veya. Doğrusu, bu kısım, epeyce klişe ve kolaycı bir gönderme. İnsan,
Kuzey Kore’ye giderken yanında sahiden de 1984’ü götürüyorsa, aklı başında
değildir. Roman, yayınlandığı ilk günden bu yana, reel sosyalizme eleştiri
olarak algılanmıştır ve muhtemelen Kuzey Kore’de yasak olan kitaplardan
biridir. Ha, şu var, albümde gündelik hayatın tekdüzeliği, yasakların
yoğunluğu, kontrol deliliği ve korkusu betimlenirken 1984’ü kullanmak, işlevsel
elbette, algıyı kolaylaştırıyor.
Pyongyang gibi
bir atmosfer hikâyesi anlatıyorsanız, ister istemez, mekân ve renkler büyük
önem arzeder. Boş caddeler, büyük binalar, yüksek tavanlar, sürekli bir
tenhalık hikâyeye doğal bir katkı sağlıyor. Delisle’nin gri boyaması, ifadesiz
yüzleri, donuk tipleştirmesi de bunu pekiştiriyor. Anlatıcı hariç kimseye bir
yakınlık duyamıyoruz, hepsi birbirine benzeyen Koreli görevliler giderek önemini
yitiriyor. Bir tercüman geliyor, bir başkası gidiyor ama hepsi aynı ezberle
konuşuyor. Endişeliler, Delisle’nin başlarına dert olmasından çekiniyor, her
biri fıkra gibi anlatılabilecek anlamsızlıklarla sorumluluk almaktan
kaçıyorlar. Pyongyang’un başarısı en
çok bu kısımlarda kendini gösteriyor, tahkiye, okuru röntgenci (voyeur) ve yabancı
bir bakışla özdeştiriyor. Anlatıcı yazar gibi, olup biteni, bir turist,
oryantal bir gezgin, daha akıllı bir okur ya da sıkıntılı bir ergen gibi
izliyoruz.
Soğuk Savaş’ın anti-komünist edebiyatıyla bir benzerlik
kurmuştum. Albümün böylesi bir niyeti var demiyorum. Rehberlerin Amerikan
karşıtlığıyla değil, o karşıtlıktaki nakarat ve bilgisizlikle daha çok
ilgileniyor örneğin. Batı’yı savunmak, ikame edilebilir bir alternatif
göstermek gibi bir arzusu yok. Pyongyang’un
eleştirisi batılı orta sınıftan, entelektüel bir itiraz olarak nitelenebilir.
Monotonluk, körlük, bağnazlık, zamanın gerisinde kalmak mesele ediliyor. Bunu,
vasatlığın teşhiri olarak tanımlayabiliriz, Delisle, karşılaştığı herhangi bir
şeye yakınlık duymuyor, değiştirmeye çalışmıyor, olup biteni görüyor, kimseyi
ikna etmeye uğraşmıyor, susuyor, tespit ediyor, vakit dolduruyor, içine atıyor
ve geçip gidiyor. Delisle, ucuz işçilikten faydalanmak için uluslararası
sermaye adına orada çalıştığını akla getirmiyor, karşılaştığı sıkıntılar daha
önemli onun için. Gerisi zaten herkesin bildiği bir gerçek, kapitalizm sömürür,
nokta. Delisle, kapitalizmi filan savunacak değil, bir nokta daha.
İnsanlar
yaşadıkları yeri, dünya sayarlar, nerede yaşıyorlarsa orası onlar için
yaşadıkları ülkedir: Fransa’dır, Türkiye’dir, Paris, İstanbul’dur. İdeal bir
biçimde yaşadıklarını düşünürler. Herkesi kendileri gibi bilir, kendileri gibi düşünmenin
doğal olduğuna inanırlar. Yaşadıkları yere ve kendilerine benzemeyene şaşırır
ve huzursuz olurlar. Delisle, bilinmeyen bir yer ve kültürü deşifre ederken, oryantal
bir edayla şaşırtmak istiyor. Sorun şu ki, dünya “yaşadığımız yer” değil,
başkalarıyla birlikte yaşıyoruz… Vasatlığın teşhiri, dünyayı değiştirmiyor, Delisle,
bir kültürü anlamaya çalışmadığı için eleştirisi bir gösteriden ileri gidemiyor.
Pyongyang, bütün iddiasına rağmen
anti-politik bir hikâye.
Radikal Kitap, 29.7.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder