Salı, Ağustos 11, 2015

Persepolis: Kederli Kahkaha



Persepolis, İranlı Marjane Satrapi’nin Fransızca yayımlanmış otobiyografik çizgi romanı. Yakın zamanda çizgi film uyarlaması ülkemizde de gösterime giren Persepolis, yayımlandığı her dilde ilgi görmüş, pek çok saygın çizgi roman ödülü kazanmış bir çalışma. Kuşkusuz, albümün başarısı tek bir nedene indirgenemez ama anlatı(cı)nın melezliği kendisini popülerleştiren en temel etken. Satrapi, ortalama bir İranlı değil. Batılı-Frankofon bir eğitim alıyor, henüz 14 yaşında, tek başına Avusturya’ya okumaya gidiyor. Ailesi de benzer deneyimler yaşamış, aristokrat geçmişleri olan insanlardan oluşuyor. Büyükanne, baba ve anne, İran’da yaşanan siyasi ve kültürel değişimlerle mücadele eden rejim muhaliflerinden. Hemen söyleyelim: Satrapi, Farsça düşünmüyor, hikayesini İranlılar için hazırlamamış, İran’ı bir Fransızın gözüyle anlatıyor. Avusturya’dan İran’a dönmek zorunda kaldığında bireysel ve toplumsal özgürlüklerini yitireceğini biliyor örneğin. Öte yandan Persepolis’i özgürlükleri uğruna ölen, öldürülen ya da ülkelerinden kaçmak zorunda kalan İranlılar unutulmasın diye hazırladığını söylüyor. İranla bir aşk nefret ilişkisi olduğu aşikar, okuyana bunu hissettirmek istiyor.

Satrapi’nin kinik bir dili var, kitabı ilgi çekici kılan önemli bir diğer özellik bu . Molla rejiminin gelişiyle birer ikişer kaybedilen özgürlükler ve gündelik yaşam alışkanlıklarını küçük bir çocuğun lafazanlığı, haklı çıkma iddiacılığıyla anlatırken oldukça eğlenceli  bir üslup kullanıyor. Albümün açılış karesinde türbanlı Satrapi’yi görüyoruz: Ciddi, gülmeyen, yaşından büyük gözükmek isteyen bir fotoğraf pozuyla tanıtıyor kendini. Ardından bir sınıf fotoğrafı resmediyor, türbanlı küçük kızların hepsi ciddi ve vakurlar, kameradan gözlerini kaçırıyorlar; en önemlisi hepsi birbirine benziyorlar, türbanları yüzünden. Satrapi 10 yaşında türban takmak zorunda kalmasını hicvederek nasıl bir hikaye anlatıcısı olduğunu gösteriyor bize. “Türban takmayı pek sevmiyorduk. Üstelik neden taktığımız da bilmiyorduk”. Resmedilen karede türbanla ip atlayan, yular gibi kullanan, sıcak olduğu için takamayan, onunla türlü oyunlar oynayan küçük kız çocukları betimleniyor. Kitap boyunca yolda, okulda, devlet dairesinde, hastahanede ya da televizyonda beliren çatık kaşlı, kasvetli sakallı iktidar karşısında Satrapi’nin boyun eğer gibi duran, kaçmaya hazır kinik dilini, karşıtlık kuran yorumlarını okuyoruz. Pek çok başarılı otobiyografik anlatının temelinde yer alan traji-komik reçete Persepolis’te tekrarlanıyor. Bütünüyle korku ve gerilim içeren olaylar mizahileştiriliyor ya da anlatının içinde “gülerek hatırlanıyor” 

Persepolis, İran’ın siyasi tarihiyle koşutluk içerisinde anlatılan kısa hikayelerden oluşuyor. Şah’ı devirmek niyetiyle gerçekleşen kitlesel çabalar ve gösterilerle başlıyor, Molla rejiminin iktidara gelmesi, Irak’la yaşanan savaş, Kuveyt’in işgali vs ile gelişiyor. Olaylar, Satrapi’nin hatırladıklarıyla betimlendiği için umut, hayal kırıklığı, korku ve şaşkınlık tüm hikayelere eşlik ediyor. Şah için Tanrı’nın oğlu olduğunu söyleyen öğretmen, Şah devrildikten sonra ders kitaplarındaki resimlerinin yırtılmasını isteyebiliyor. Batılı tarzda yaşayan -mini etekli- kadınlar çarşafa girip ihbarcı bir fanatiğe dönüşebiliyor. İnsanlar kolayca unutup süratle yeni koşullara uyum sağlıyabiliyorlar. Bu hızlı değişim, çelişkileri de beraberinde getiriyor. Satrapi, kitle ruhunu deşifre etmeyi, onu komikleştirerek anlatmayı özellikle deniyor. Şahın ülkeden kovulmasının heyecanı içindeki kalabalığın kanserden ölmüş yaşlı birini “devrim şehidi” sanarak omuzlarında taşıması veya Satrapi ile muhalif-sağduyulu babasının Bağdat bombalandığı için evin içinde zafer naraları atması komikleştirerek betimleniyor. 

Persepolis’teki hikayeler genellikle kapalı mekanlarda, ev gezmelerinde-eğlencelerinde geçiyor. Her akşam toplantısı rejimin eleştirildiği, İran’ın geçmişinin konuşulduğu, Marjane’nin “tarihi öğrendiği/siyasallaştığı” bir mecra olarak yer alıyor. Sokaktan görülmemesi için ışık sızdırmayan kalın siyah perdeler çekiliyor evlere. Siyah perdeler ilginç bir gönderme belki de, rejim muhalifleri evleri için yasak  ve “ayıp” saklayan bir “türbana” ihtiyaç duyuyorlar. Sokaklar bütünüyle tekinsiz, devriye gezen rejim muhafızları insanların giyim kuşamlarına karışıyor, müdahalelerde bulunuyorlar. Dışarıya ışık sızdıran evlere dikkat kesilip, içki içilen evlere baskınlar yapıyorlar. Arabalar mutlaka durduruluyor, kimlik kontrolleri yapılıyor. İçki içtiği düşünülen vatandaşlar evlerine kadar takip ediliyor. İhbarlar, takipler, tetkikler, yasaklar Persepolis’te önemli bir yer tutuyor. Küçük Marjane otorite karşısında nasıl davranması gerektiğini öğreniyor; öyle ki rejim muhafızlarına yalanlar söylüyor, gerektiğinde ağlayıp yalvarabiliyor. Marjane ve ailesinin otorite ile karşılaştığı sıkıntılı anlar Persepolis’in en çarpıcı bölümleri. Örneğin Büyükanne, askerlerden önce eve girip içkileri dökmeye çalışırken durduruluyor, o da şeker hastası olduğunu ilaç içmezse düşüp bayılacağı yalanını söylüyor. O ana kadar asabi ve hoşgörüsüz olan genç asker çözülüveriyor: “Şeker hastası mı? Annem gibi”. Persepolis’te bu türden çözülme ve çelişkiler içeren çok sayıda insani durum resmediliyor. Bu sahneler anlatıyı farklı okumalara da açıyor, katı kuralcı ve dogmatik bir siyasi otorite resmi çıkmıyor karşımıza. Oldukça gevşek, suç ve ceza ilişkisini faillerin sınıfsal konumlarına göre belirleyen bir adalet mekanizması söz konusu olan. Marjane ve arkadaşları evlerde toplanarak, yasak olmasına rağmen partiler düzenliyorlar. Her yakalandıklarında para cezası ödeyerek kurtuluyorlar. Partiler, Marjane ve arkadaşları için özgürlüğün sembolü-ifadesi. Satrapi’nin siyasal muhalifliğinin bir ölçütü “eğlenme hakkını” kullanabilmesi. Şöyle de söylenebilir, parası olanın deneyimleyebileceği bir hak bu. Tahran’ın kuzeyinde yaşayan gelir düzeyi yüksek burjuva ailelerin rejimle olan ilişkileri, şehrin güneyinde yaşayanlara göre çok farklı. Güneydekilerin para cezasıyla kurtulma şansları yok. Satrapi bu para ve nüfuz farkını sorgulamıyor sadece resmediyor. Benzer bir konu, uydu antenleriyle ilgili. Yasak olmasına rağmen el altından satılıyor uydu antenleri. Kuzeydeki yerleşim yerlerinde gündüzleri örtülen-gizlenen antenler hava kararınca açılıyor. Gündüzleri çatıları gözleyen polisler handiyse ancak “yakalayabildiğine polislik yapıyor”. Persepolis bu çelişkilere yaptığı vurgu nedeniyle salt İslam radikalizmi  eleştirisi olarak okunamayacak bir çalışma. Mutlak iyiler ve kötüler olmadığını, hayatın hiç beklenmedik bir anda karmaşıklaştığını vurgulamak istiyor Satrapi. Mağdur olanı düşününce okurla arasına mesafe koyan  anıları da var. Tutuklanmaktan kurtulmak için masum birini suçlayabilecek kadar bencilleşebildiğini itiraf ediyor örneğin. 

Persepolis, Batı’da çoğunlukla Art Spiegelman’ın Maus’uyla kıyaslanıyor. Bu mukayese bir pazarlama staratejisi olduğu kadar, insanların bu türden çizgi romanlara alışık olmamaları ile ilgili. Çizgi romanın otobiyografik nitelikli bir anlatım aracı olabileceği ya da bu denli hayata ve gerçeğe yaklaşabileceği pek düşünülmezdi. Maus’ın bir ilk olması bu karşılaştırmalara konu edilmesini kolaylaştırıyor. Bizde muhtemelen bu türden kıyaslamalar olmayacak, yıllardır “Türkiye İran olmayacak” sloganlarının atıldığı düşünülürse  Persepolis başka türlü bir ilgi görecek, görecekse eğer...Maus’taki Yahudi Soykırımını tarih öncesi sayan hakim zihniyet ne kadar yanlışsa Persepolis’i aktüel gerginliklerle yakın bir tehlike saymak bir o kadar yanlış ve eksik olur. Her ikisi de içerdikleri insani tepkilerle okura dokunan ve yarına kalacak kitaplar. 

Persepolis’in Türkçe yayını baskı ve sunum olarak gerçekten başarılı. Özellikle çevirisi için bir not düşmek gerekiyor, Frankofon kültürünün gerilemesiyle birlikte Fransızcadan çevrilmiş metinler zor anlaşılır, dile nüfuz edememiş bir söz yığını olmaya başladılar. Şule Çiltaş, Persepolis’i gayet akıcı, rahat okunan bir nitelikte Türkçe’ye kazandırmış.  Sıcakkanlı, hınzır bir İranlı kızın hezeyan, öfke ve heyecanlarının anlatıldığı bu ilginç çizgi romanın feminist araştırmacıların ve maduniyet çalışanların ayrıca ilgisini çekeceğini düşünüyorum.

Birgün Kitap, 19.1.2008

2 yorum:

Sokrates'in Yeğeni dedi ki...

Çizgi romanını okumadım ama sözünü ettiğiniz çizgi film uyarlamasını birkaç yıl önce izleyip çok sevmiştim. Romanı okumaya da fırsat bulurum umarım.

Bu arada, Satrapi'nin Persepolis'te olduğu gibi gene Vincent Paronnaud'yla birlikte yönettiği Azrail'i Beklerken'i de izlemediyseniz öneririm. Konusu Persepolis'ten çok farklı olsa da İran'a Frankofon gözlükle bakan bir başka film.

Selamlar...

Levent Cantek dedi ki...

Çok teşekkürler katkı için...
Azrail'i Beklerken filmini elbette izledim, albüm hakkındaki yazıma da bakabilirsiniz
http://derinhakikatler.blogspot.com.tr/2014/03/sadece-olmek-istiyorum.html
Selamlar

Related Posts with Thumbnails