Doğu Yürür imzalı İstanbul
Odyssey isimli bir çizgi roman albümü çıktı. Yürür, eğlenceli
ilüstrasyonlarından imza olarak tanıdığım bir isimdi, meğer çizgi romanla da
ilgiliymiş. Sevindim. Türkiye’de çizerler büyük ekseriyetle iki büyük mecradan
çıkarlar(dı). İlki doğal olarak mizah dergileridir, telif ödeyebildikleri için kendi
üretim auralarına uygun çizerleri daha kolay bulur ve teşvik ederler. Uzun
yıllar, Oğuz Aral gibi çizen karikatüristlerin çokluğu, telif getirisi ve
popülerlikle ilgiliydi. Başarı kazanmış bir çizginin benzeri aranıyordu. İkinci
alan, gazete çizgi romanlarıydı. Gazeteler, aşk ve kahramanlık tefrikalarına
telif ödüyor, foto-realistik bir çizgiyi tercih ediyorlardı. Fotoğraf ayrıntısı
ve benzerliği, gerçekçilik vehmini daha kolay pekiştiriyordu. Anaakımı bu iki
çizgi anlayış belirliyordu ve doğrusu aksi de mümkün değildi. Ticari getirisi
olmadığı için farklı çizgiler ve hikâyeler yaşayamıyordu. Yürür, çeyrek asır
önce mevcut çizgisiyle ancak mizah dergilerinde yer alırdı ama çizgi roman
yapabilir miydi emin değilim. Oysa günümüzün internet etkileşimi çizerlere yeni
fırsatlar açtı. Üreticiler, çok başka tarzlarla karşılaşıp, Türkiye’de marjinal
kalabilecek üsluplarını telife çevirebilir oldular. E bu da güzel bir şey.
Yürür’ün yeni bir tarzı var, çizgisinden söz etmiyorum.
Kare içi istiflemesinden, renk dengesinden sayfa tasarımına varıncaya kadar
çeşitlendirebileceğim bir yenilik bu. Albümün arka kapağında tekrarlanan dikkat
çekici bir ifade var. İstanbul Odyssey’nin
ilk gerçek bağımsız çizgi romanımız (indie) olduğu iddia edilmiş. Heyecanlı ve
sempatik bir niteleme olmakla birlikte bu iddia doğru değil. Bağımsız çizgi
roman nedir önce onu açıklayayım. Amerika’da büyük çizgi roman yayınevlerinin
kontrolündeki satış dağıtım ağına dâhil olmak istemeyen veya bizzat tekel
tarafından dışarıda tutulan, bu yüzden yerel kalan ve az satan çizgi romanlara indie
denirdi. İndie derken, küçük yayınnevlerinden çıkma ve kendi maddi imkanlarıyla yayınlanmayı işaret eden bir sınıflandırma yapılıyordu. Dağıtım
ağına girememenin en bariz ölçütü çizgi romanı çocuklar için üretmemektir. O
sebeple underground çizgi romanla bağımsız çizgi romanlar çok iç içe geçti.
Underground, estetik bir tercih de içeriyordu ama her bağımsız (yayınevinden
çıkan) çizgi roman underground değildi. Mesele endüstrinin üretim kodlarını
belirleme gücüyle ilgiliydi.
İndie için içerikle ilgili bir niteleme yapılması doğru
değil, evet bir Amerikalı, Yürür’ün
çalışmasını görse şunları düşünebilir, bir yabancı çizmiş, az satar bir hikâye
içeriyor, Örümcek Adam’a benzemiyor… O halde bağımsız çizgi roman olabilir
diyebilir. Hiç garip gelmesin. Benzer bir kestirimi grafik roman için de yapıyorlar.
Neye benzeteceklerini bilemedikleri her şeye grafik roman diyebiliyorlar. Oysa
biz Yürür’ün anlattığı türden anlatımlara aşinayız. Üretimlerimiz çocuklara
yönelik olmadığından veya Avrupalıları modellediğimizden böylesi hikâyeleri
defalarca yayınladık, anlattık ve okuduk. Yürür’ün çizgileri rahmetli Serdar
Gilkal’ı ve Uykusuz çizerlerinden
Emrah Ablak’ı andırıyor mesela. Bağımsız çizgi roman gibi bir adlandırmanın
bizim çizgi roman geçmişimizde karşılığı yok. Hele ki estetik bir ayrışmadan
söz ediliyorsa hiç ama hiç yok. Eğer olsaydı, pek çok yerli albüm çok daha önce
bu çerçevede düşünülebilirdi. Çok uzaklara gitmeye gerek yok, yakınlarda çıkan Fırat
Yaşa’nın üretimlerine ne diyeceğiz mesela. Bu tarz, Amerikalılar için
yeni/farklı olabilir ama bizim için hiç de yeni/farklı değil.
İstanbul Odyssey
neşeli bir yolculuk hikâyesi. Yetmişli yıllarda Fransızlar, çizerin hikâye
bulma sıkıntısını, uyuşturucu kullanımına atıfta bulunarak trip olarak
adlandırır, bu süreci anlatmayı severlerdi. Bunu yaparken hem kendilerini
hikâyenin merkezine koyuyor hem de büyük hikâye kalıplarının ve o mantığın
dışına çıkabiliyorlardı. Hikâye her yerdeydi, Tanrı-anlatıcı, modası geçmiş bir
büyüklenmeydi, hikâyeyi soğutuyordu. Okur, hikâyeyi kimin anlattığını bilerek
okursa, sahicilik dizgesi kendini geliştirebilir, yenileyebilirdi. Yürür de
Homeros’un ünlü destanını yorumladığı bir kaç sayfadan sonra benzer bir trip
resmediyor bize. Rüya havasında geçen, hafif esrik hafif masalsı bir şehir hikâyesi
sunuyor. Çizer, etraftan küçük hikâyeler dinliyor, hikâyesini arıyor, giderek hikâyenin
parçası oluyor. İsmini kullansa da İstanbul’u mekân olarak hiç görmüyoruz, o
ilginç. Hoş bir Tepegöz yorumu da yapmış. Malum, Tepegöz (Kiklop) destanın
hatırda kalan en dehşetli yaratığıdır. Yürür, Oliver Twist’in Fagin’ini andıran bir Tepegöz tasarlamış. Özetle, genç
bir çizerden ironik, süratli, ilginç kareleri ve göz alıcı renkleri olan bir
çizgi roman albümü okumak, yeni bir şey keşfetmek isterseniz kaçırmayın derim.
Türkiye’de çizgi roman pek üretilmiyor.
19.12.2014 tarihli Radikal Kitap'ta yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder