Gazeteciler, hayatlarının bir döneminde mutlaka edebiyata kalkışıyorlar, hatta bunu denemeyen çok ama çok az gazeteci varmış gibi geliyor bana. Necmi Onur'un röportajlarıyla edebiyatı pek farklı değildi. Ahlak ve siyaset soslu bağıran bir dili vardı diyelim.
Çadır Tiyatrosu, Necmi Onur'un kılık değiştirerek-kimliğini gizleyerek katıldığı bir kumpanyada yaşadıklarını anlatıyor, o bakımdan ilginç, güzel fotoğraflar var, taşrayı, çadır tiyatrosu çalışanlarını, sazcıları, dans eden kızları, ticareti, geceyi ve sakaleti kanırtarak "resmediyor", tek kelimeyle yürek sızlatıyor diyelim.
Matrak bir bölümü var kitabın, o kumpanya çalışanları, o kenarın görgüsüzleri, kitabın kötü adamları, artık nasılsa, kendini-kimliğini saklayan Necmi Onur'a, gazeteci Necmi Onur'u anlatıp saydırmaya başlıyorlar, şöyle kızıl, böyle kominist, nasıl yalancı falan filan... Necmi Onur yazmasa bunları, nerden nasıl tanıyorlar diye düşünebilir insan... tesadüfe bak diyebilir. Onur bu kadar ünlü değildi de, ünlü olsa ne olacak? Mesele, doğru olup olmaması da değil zaten, Necmi Onur'un buna inanması, kendini tutamaması. Narsizm başa bela, coşturuyor insanı...
2008 yılında Frankfurt'ta benzer bir şey başıma geldi, uçaktan indik, yanımdaki gazeteci yazarı, akrabaları karşıladı, biri dayıoğlu, ikisi yeğenleri, biri kaynının kardeşi gibi gibi diyeyim, biliyorum çünkü, uçaktan inerken, bir sorun oldu yazarımız geç çıktı dışarı, ben bekleşenlerle sohbet etmek durumunda kaldım. Laf uzamasın, ben havaalanından otele geçeceğim, o ise akrabalarının evine gidecek filan... Yazar, yanıma geldi ve "Leventcim, bunlar da benim hayranlar, buraya kadar beni karşılamaya gelmişler, vakit geçireceğim mecburen, biz daha sonra görüşürüz" dedi. Ne bilsin, benim onlarla tanıştığımı, kafada kurmuş, otomatiğe bağlamış, illa poz yapacak, sallayacak...
1 yorum:
Uzun bir aradan sonra hatırladım blogunuzu ve yine ilginç kitaplarla karşılaşıyorum, harikasınız :) Yazdıklarınızdan birkaçını sizden sonra temin edip okumuşluğum var. Teşekkür ederim, tekrar buralardayım.
Yorum Gönder