Ersin Karabulut, yakın dönemde yetişen en önemli çizerlerden biri. Mizah dergilerinden eskisi kadar çizer çık(a)mıyor. Satışlar geçmişe kıyasla az olduğundan dergi kadroları da daraldı, genç esprisi daha kolay bulunuyor ama çizerler o nispette yer bulamıyorlar. Ersin, bu kıtlıktan çıkmış, sadece bizim değil Avrupalı yayıncıların da ilgisini çeken bir isim. Geçtiğimiz ay yayınlanan Sevgili Günlük, yabancı yayıncılara da göz kırpan ya da onları hatırda tutarak hazırlanmış bir hikâye-albüm. Çalışma, tefrika olarak yayınlandığı Uykusuz dergisinde ne kadar ilgi çekti, ölçebilmek pek mümkün değil. Mizah dergilerinde “devamı haftaya” biçiminde çizgi roman yayınlamak -özellikle satışlar düştüğünden beri- yayıncılar kadar üreticiler için de sıkıntı verici bir süreçtir. Okuyucunun hikâyeyi unuttuğu, takip edemez olduğunu düşünür dergilerin yöneticileri, “abiler”. Çizgi romancılar böylesi bir baskıyla çizmek, her hafta başlayıp biten hikâyeler bulmak zorundadırlar. Üstelik üretimlerini derginin genel havasına, mizaha yakınlaştırmaları beklenir. Hikâye uzadıkça tiraj kaybettiklerini, okuyucuyu kaçırdıklarını düşünen yönetici-editörler, böylelikle çizgi romanların varolma koşullarını da belirlerler. Komik ve sürpriz sonlu hikâyeler, genellikle makbul olanlarıdır. Bu geleneksel bağlamı hesap edersek, Sevgili Günlük, farklı bir çalışma; komik değil, sürprizli bir yönü yok değil ama son kareye-finale yoğunlaşan tek etkili bir hikâye hiç değil. Kurgusu itibarıyla okuru, haftalık kesintiler nedeniyle ilgiyi taze tutmak isteyen çizeri zorlayan bir çalışma. Ersin, asıl okur ilgisine, geçmişiyle ilgili naif ve samimi “itiraflarda” bulunduğu Sandıkiçi çalışmasıyla ulaştı. Diğer yandan bu diziyi sürdürürken dahi o denli popüler olmayacağı aşikâr olan farklı çalışmalar yapıyordu. Sevgili Günlük, bir dönem Lombak dergisinde sürdürdüğü fantastik ve korku temaları içeren karanlık çizgi romanlarını andırıyor. Hikâyeyi genç bir kadının günlüğünden izliyoruz, zamansal olarak ileri ve geriye sıçramalar yaparak başından geçenleri anlamaya çalışıyoruz. Kurgu, hikâyenin asıl aktörü olarak gösterilebilir; gizem ve geniş anlamıyla muammayı farklı zamanlarda yaşanan ve birbirine –en azından başlangıçta- “dokunmayan” sahneler sağlıyor. Hikâyeyiilginç kılan bu muamma aslında..
Bir parantez açarak çizgi roman anlatılarında belirginleşen yeni eğilimlerden söz etmek gerekiyor. Çizgi romanlar, asıl okuyucuları olan çocuklar düşünülerek üretilen, genellikle iyi-kötü karşıtlığına dayanan anlatılardır. Türkiye’de çizgi roman ise çocuklar düşünülerek üretilmemiştir; ya gazete ya da mizah dergileri okuru hesap edilerek hikâyeleştirilmişlerdir. Batıda bir tepki olarak ortaya çıkan underground, “adult” ve siyasi eğilimler, bu sebeple bizde ta en baştan beri varolmuştur. Buna rağmen, yerli çizgi romanlarımız ekseriyetle düz hikâyelerdir: bir hareket senaryosuna odaklanıldığından kahramanlar kendilerini anlatmazlar. Nasıl yaşadıklarından ziyade ne yaşadıkları önemsenir. Kahramanların iç dünyasına yönelik sorgulayıcı bir bakış belli istisnalar hariç akla gelmemiştir vs… Bizdeki değişimse entelektüel arayışlarla değil piyasa koşullarının zorlamasıyla gerçekleşmiştir. Doksanlı yıllardan itibaren mizah dergileri ve onların yaygınlaştırdığı anlatılar önemli ölçüde başkalaştılar. Her şeyden önce televizyonda anlatılmayacak hikâyelere yoğunlaştılar ve “erkek” tutumlarını değiştirmeye başladılar. Batıda gelişen çok karakterli, psikolojik göndermeleri olan ve en önemlisi erkeklik krizini deşifre eden (muktedir ve sorunsuz kahramanlarla didişen) anlatılar bu dönemde bize de sirayet etmiş, daha doğrusu televizyonla rekabet etme zorunluluğu, anlatıların gerçeklik vehmini belirleyen üsluplarını hayata doğru yakınlaştırmıştır. Mizah dergileri, halkın dilini konuştuklarını iddia ederler ama bu dil, ona hitap etmeye soyunan profesyonel bir biçimcilikten başka bir şey değildir. Halktan daha çok halk gibi konuşan bu profesyonel tutum, gündelik dille bağı giderek zayıflayan bir jargona dönüşür. Oğuz Aral’ın oluşturduğu jargon, doksanlı yıllardaki erime yüzünden değişmiş, “inbe” yerine gerçekten “ibne” denmeye veya “ohş yavrum” gibi ifadeler naif ve arkaik bulunmaya başlamıştır. Örneğin Sevgili Günlük, ne argoyu ne de cinselliği merkeze alan bir anlatı; argo dile sirayet etmiş, kendi olağanlığı içinde akıyor. Cinsellik bir açmaz değil, abazan birilerine rastlamıyoruz, sex-oriented bir hayat anlatılmıyor çünkü. Her şeyin nedeni, hayatın asıl güdüleyicisi (Oğuz Aral dünyasında olduğu gibi) cinsel ilişkiye girememek değil... Çünkü şehirli, genç orta sınıf bir okura anlatılıyor hikâye. Sahicilik düzeyi, onlara göre belirlenmek durumunda… Internet’le gelişen sosyalleşme mecraları veya cep telefonları-mesajları, yakın dönem çizgi romanlarında sıklıkla kullanıyor. Doğal olarak bu kullanım yoğunluğu da hikâyelerin sahiciliğini, oluşturdukları gerçeklik vehmini besliyor. Sevgili Günlük’ün kahramanı Figen’i Facebook’ta mesajlaşırken ya da uzun uzun cep telefonuyla konuşurken izliyoruz. Farklı ya da yeni olan ise asıl olarak herkesin konuşurken ne hissettiğini anlatması. Hemen herkes birbirine karşı savunmacı davranıyor, ruhen yaralanmamaya çalışıyor. Yalanlar, uyarılar ya da aracılıklar, daha iyi hissetmek için sarfediliyor. Kadın-erkek ilişkileri aldatma, sahip olma, fethetme ya da terk edilme endişesi ekseninde sorgulanıyor. Bu soap opera kalıbı, hikâyelerin konuşulur olmasını kolaylaştırıyor. Yukarıda değindiğim, yeni hikâyeleri değiştiren (ve belirleyen) kalıplardan biri olan soap-opera, geleneksel erkek okurdan fazlasını kazandırıyor dergilere. Üstelik tek etkiye odaklanmayan, çok sayıda karakter (ve onlara ait) hikâyeleri içerdiğinden özdeşleme seçeneklerini artırıyor. Sevgili Günlük, tek bir hikâye anlatmıyor; yan karakterlerin asıl hikâye ile ilgisi olmayan başka meseleleri var. Öte yandan yan hikâyelerin tamamı kolektif bir kırılganlığı (ve marazı) tamamlıyor. Bütün karakterler mutsuzluğun eşiğinde yaşıyor, öfke ve tutkuyu belirleyen, onları sürükleyen bu mutsuzluk aurası. Ersin ya da yeni çizgi romancıların hiç birisi, politik ya da ekonomik sıkıntılara odaklanmayıp, kişisel hikâyelere daha fazla ilgi gösteriyorlar. Değinmiyorlar demiyorum: Figen’in babası ya da Caner’in annesinin yeşilçamvari sözleri, sınıfsal konumları vurgulamıyor değil ama sadece o kadar… Ersin, marazi bir doku resmetmek istiyor bize, onu asıl ilgilendiren arzunun, bastırılamayan egonun negatif ve sıradan çehresi…İzleme-gözetleme kültürünün, mahreme yönelik ilginin arttığını da hesap edersek bu yakın çekim anlatıların ayrıca ilgi çektiği muhakkak. Sevgili Günlük, görsel olarak emek verilmiş bir çalışma. Kurguyu rahatlatan renk değişimleri yapılmış, geçmişi anlatan kareler mavi rengin ağırlıklı olduğu bir düzenlemeyle kotarılmış. Ersin, pek çok batılı grafik roman örneğinde olduğu gibi ses efektlerini karede değil balon içinde kullanmış ki ses efektlerinin bile mizahın parçası sayılageldiği bir gelenek içinde estetik bir ayrıksılık denemiş. Sevgili Günlük, önce kurgusu sonra çizgileri nedeniyle dikkate değer bir çalışma. İyi bir çizeri önem verdiği bir albümde görmek ayrıca ilgi çekici… [Radikal Kitap, 11.12.2009]
'Sevgili Günlük' ne kadar ilgi çekti ölçülemez; Ama söylemeliyim ki benim ve yakın çevremin pek ilgisini çekmedi. Kötü olduğundan değil, ortada nasıl bir emek olduğu çok açık. Fakat; mizah dergisi okuyucuları çizimle pek ilgilenmez. Yani, kimse Umut Sarıkayanın eciş bücüş tiplemeleriyle ya da ayak çizememsiyle ilgilenmiyor.
Sevgili Günlük güzeldi ama haftalık bir dergi için uygun değildi. Asıl şansızlığı 'Sandık İçi'nden sonra gelmiş olması; Terim'den sonra gelen Lucescunun ilk zamanları gibi yani, bir türlü kendini beğendirememişti. Sevgili Günlük'ün kitap olarak çıkması iyi olmuş. Dediğiniz gibi 'devamı haftaya' işler yayıncı ve üreticiler gibi okuyucular için de can sıkıcı. Gelgelelim, kitap halindeki bir Sevgili Günlük arşivlenmesi gereken bir eser. Ersin Karabulutun Sandık İçi'ne dönmesi iyi oldu, F.Terim'e benzettim ama Terim gibi egolu değil basit basit anlatıyor derdini, belirtmeliyim.
Ben yükseklisans 2. sınıf öğrencisiyim ve tezimde erken Cumhuriyet Dönemi karikatürlerini çalışacağım. Sizin de bu alanda çalışmalarınız olduğu için size ulaşmak istiyorum, e-mail adresinizi bulamadığım için buradan not bırakmayı uygun gördüm. Mail adresim: esatici@ku.edu.tr. Bu adrese mail atarsanız, size mail üstünden ulaşabilirim.
2 yorum:
'Sevgili Günlük' ne kadar ilgi çekti ölçülemez; Ama söylemeliyim ki benim ve yakın çevremin pek ilgisini çekmedi. Kötü olduğundan değil, ortada nasıl bir emek olduğu çok açık. Fakat; mizah dergisi okuyucuları çizimle pek ilgilenmez. Yani, kimse Umut Sarıkayanın eciş bücüş tiplemeleriyle ya da ayak çizememsiyle ilgilenmiyor.
Sevgili Günlük güzeldi ama haftalık bir dergi için uygun değildi. Asıl şansızlığı 'Sandık İçi'nden sonra gelmiş olması; Terim'den sonra gelen Lucescunun ilk zamanları gibi yani, bir türlü kendini beğendirememişti.
Sevgili Günlük'ün kitap olarak çıkması iyi olmuş. Dediğiniz gibi 'devamı haftaya' işler yayıncı ve üreticiler gibi okuyucular için de can sıkıcı. Gelgelelim, kitap halindeki bir Sevgili Günlük arşivlenmesi gereken bir eser. Ersin Karabulutun Sandık İçi'ne dönmesi iyi oldu, F.Terim'e benzettim ama Terim gibi egolu değil basit basit anlatıyor derdini, belirtmeliyim.
Merhabalar,
Ben yükseklisans 2. sınıf öğrencisiyim ve tezimde erken Cumhuriyet Dönemi karikatürlerini çalışacağım. Sizin de bu alanda çalışmalarınız olduğu için size ulaşmak istiyorum, e-mail adresinizi bulamadığım için buradan not bırakmayı uygun gördüm. Mail adresim: esatici@ku.edu.tr. Bu adrese mail atarsanız, size mail üstünden ulaşabilirim.
Teşekkür ederim, hoşçakalın.
Ebru Esra Satıcı
Koç Üniversitesi
Yorum Gönder